Ayşe Böhürler nasıl örtündü?

AK Parti'nin kurucularından ve MKYK üyelerinden olan ve geçtiğimiz günlerde Kanal7'de yayınlanan 'Duvarların Arkasında' adlı belgeseli 30. Mostra Sao Paolo Uluslararası Film Festivali’nde yarışmaya hak kazanan Ayşe Böhürler, siyasi evrimini açık

Ayşe Böhürler nasıl örtündü?
Ayşe Böhürler nasıl örtündü?
GİRİŞ 31.10.2006 10:15 GÜNCELLEME 04.11.2019 16:06

Moral FM'de yayınlanan Abdullah Arıdoru ile 'Mihmandar' programına katılan Ayşe Böhürler, nasıl kapandığını ve bu süreçte yaşadıkları anlattı. 

 

Başarılı televizyon programlarına imza atan Ayşe Böhürler’in ailesi ticaretle uğraşan tipik bir Anadolu ailesi. Abisi tıp fakültesinde okuduğu yıllarda o dönemin öğrenci olaylarının patlak verdiği bir döneme denk gelmesi nedeniyle aile Anadolu’dan İstanbul’a göç etmek zorunda kalır.

 

 

Bu dönemde aile içinde üniversite okuyan diğer ağabeyleri tarafından özenle eğitilmiş ve çevresinde dönemin en çok konuşulan konularına kulak misafiri olmasının fikri zenginliğini oluşturmuş.

 

 

Ağabeylerinden Dönemin en çok söylemleri olan Solculuk, Marksizm, Ülkücülük, Kapitalizm, Faşizm gibi konular kulağına çalındığı için sorup da çok çabuk bu konularda bilgi edinmiş. Evin içinde konuşulan tartışma konuları zamanla onu farklı bir kulvara doğru sürüklemiş.

 

 

Ailesi tarafından da Türk Klasikleri; Dünya Klasikleri gibi birçok eser okumuş ve birçok fikir akımını analiz etme imkânı bulmuştu. Tabiî ki küçük yaşta farklı fikirlere hitap eden kitapların insanın düşünce yapısında değişikliğe yol açabileceğini kabul ediyor. Ardından ama deyip ekliyor. Ailesi yapısı içinde bu konuları rahatlıkla tartışacağı insanların bulunması onu bu kitaplara esir etmediğini söylüyor. Çünkü tartışılıp da konuşulan her konu çözüme ulaştığından karmaşık bir hal almıyordu, diyor.

 

 

İşte kendi dilinden Ayşe BÖHÜRLER

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Kendimi hiçbir zaman milliyetçi bir çizgide bulmadım.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Sosyalizm’e yaklaştığım anlar zaman zaman oldu. Ama dindar kimliğe yaklaşımımda da bu sürecin etkili olduğunu düşünüyorum. Daha dindar bir yaşama tarzıydı benim seçimim. Bu süreç okuma dönemlerimle beraber giden bir durumdu aslında. Lise dönemimde kapandım sonra tekrar açtım. Ama örtünme kararımı da kendim verdim açma kararım da kendimindi. Ama bunun ıstırabını hep kendim yaşadım. Farklı çevrelerde yaşayınca gelgitler yaşıyorsunuz. Mesela daha açık bir çevrede yaşarken de gelgitler yaşıyorsunuz. Ama içinizde bir yerlerde iman varsa bir ses size doğru bir din var doğru bir temel var diye bir vicdan muhasebesi yapmanızı hep size sağlıyor. Ve sizde bunu farkında oluyorsunuz. Ve ben hep hayatımda buraya ait değilsin burada bulunmamalısın gibi vicdan muhasebesi yaptım.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Size şuraya ait olduğunuzu söyleyen bir şahıs mı oldu; bir kitap mı oldu? Bunu size şunun için soruyorum. Sizin geçmiş olduğunuz bir yol var ve günümüz de de bu süreci yaşayan insanların sayısı oldukça fazla. Sizinde bakıp ta gördüğünüz şey neydi?

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Daha farklı kitapları ve daha farklı ideolojileri okuyunca her fikrin her ideolojinin bir eksik yanını görüyorsunuz ve farkına varıyorsunuz. Ama dinler bu bağlamda kaynak olarak ilahi bir yapıya sahip oldukları için eksiklikleri olmadığını görüyorsunuz. Dini inancınız varsa ve ahirete de inanıyorsanız nerde olursanız olun kendinizi bir hesaba çekme durumuyla yüz yüze kalıyorsunuz. Bir işi yapmadan önce bir kez daha düşünüyorsunuz. Benim üniversite dönemimde Erzurumlu İbrahim Hakkı benim ahiret korkumu daha çok ön plana çıkarmıştır. Yazmış olduğu kitaplardan dolayı. Ve bu durumlar insanın iç sesi ve ruhu ile ilgili tabiî ki.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Erenköy kız lisesinde okudum. Aslında matematik okudum ama ilerleyen dönemde okuma merakımdan dolayı gazeteci olmaya karar verdim.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Siz gazetecilik okuduktan sonra ara verdiniz mi?

 

 

 

 

Tabiî ki üniversiteyi bitirdikten sonra başımı örttüm zaten. Ve o dönemde de bu şekilde iş bulma imkânım da yoktu. Ve bulunduğum çevrede de başörtülü kimse yoktu. Ben iki yıl sonra bir sürü arkadaşımla tanıştım. Ve bu arada biraz yalnızlık yaşadım ben eşimle.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Sizin başörtüsünde tamam ‘işte bu kadar’ dedikten sonra sizi neler etkiledi? Çevrenizde gerçekleşen menfi olaylar neler oldu?

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Üniversite ortamında dini bir çevrede yetişen gençler değildik biz. 12 Eylül dönemi sonrası öğrencileriydik biz. Henüz apolitikleşmemiştik biz. Kendi doğrularımızı savunacak bir cesaretimiz vardı o dönem bizim ve bana ne demeyen bir yaklaşım tarzımız vardı bizim. Ve bu dönemde kendi kendini sorgulayan bir yapı içinde ‘Acaba ben neden daha İslami bir yapı içinde değilim’ dediğim bir ses vardı. Vicdanımı rahatsız eden ve bu dönemde eşimde Marksist’i ve oda daha yeni İslami bir sürece girmişti ve onunda daha İslami bir hayat yaşama isteği vardı ve bu durum bizi biraz tetikledi tabiî ki. Ben daha çok dini yönü olan bir aileden geliyordum ama eşimin hiç böyle bir yanı yoktu tabiî ki. Ve o kendine böyle bir hayat kurmak istiyordu ve bu süreç içinde birbirimizi tetikledik ve evlendikten sonrada kapanmak istiyordum ben. O da bunu tabiî ki teşvik etti ve onunda hayatında değişikler oldu benim de. Ben örtündükten sonra ve evlilik dönemimde vermiş olduğum karardan dolayı iki yıl gibi bir süre yalnız kalma durumum oldu. Çünkü bir anda yaşantımızdaki tüm birçok alışkanlıklarımızdan vazgeçince eşimle birlikle ve bizde çevremizde de kapalı kimse olmayınca iki yıl gibi bir dönemde yalnızlık söz konusu oldu. Tabiî ki sonra tüm her şey farlı olmaya başladı.

 

 

 

 

 

 

 

 

Başörtüsünü ben tercih ettim ve bunun bir bedeli oldu tabiî ki. Ama ben bu dönemlerde hiç pişmanlık duymadım çünkü başörtüsü yüzünden kabul edilmediğim yerler için kendime yeni alternatifler geliştirdim. Ve bunlarla ilgilendim. Önemli olan insanın kendisine güvenini kaybetmemesi. Gidemedikleri yerler olsa bile.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

AK Partinin kurucularındansınız ve Merkez Karar Yönetim Kurulundansınız ve şimdiye kadar başörtüsüne fert olarak baktınız ve şimdi ise bir siyasi olarak nasıl bakıyorsunuz?

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Biz siyasetçiler olarak baktığımızda her zaman için ümitli olarak bakmalıyız çünkü bizim işimiz sorunları çözmek için yollar yöntemler bulmak zorundayız. Umudumuzu bitirdiğimiz an olay bitmiş demektir zaten. Ama bu durum uzun bir strateji uzun bir yol. Başörtüsü sorunundaki devletin resmi tutumu ta ittihat ve terakki dönemine kadar uzanıyor. Bakın ittihat ve terakkiye Cevdet Paşa’dan önceki döneme baktığınızda buna benzer tartışmaları görüyorsunuz. ‘Modernleşmenin önünde görülen bir İslam var. O İslam, imparatorluğun çökmesine neden oldu ve görünen bariz unsurları ne varsa onu hayatımızdan çıkaralım anlayışı hâkim’. Elbette Cumhuriyet ideolojisine de sirayet etmiş ve o dönemde İslami öğelerin silindiği bir toplum mühendisliği yapılmaya çalışılmış. Tabiî ki bek raundu çok uzun… Bir yüz yüzeli yıla yayılmış bir devlet refleksi bir bilinçaltı olmuş. Ve şimdi birden değiştirmek çok kolay değil tabiî ki. Ben böyle bir süreçte baktığım için zaman alacağına inanıyorum. Elbette Türkiye değişiyor gelişiyor demokrasi anlayışımız değişiyor.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Siz farlı coğrafyalarda iki yüzden fazla kadınla konuştunuz. Bu coğrafyalarda araştırma yaptınız şu anda İslam coğrafyasında kadını nasıl değerlendirdiniz?

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Evet, İslam coğrafyasını gezdik. İki yüzden fazla kadınla konuştuk ve bu İslam coğrafyası içinde Afrika’dan tutunda Asya’ya kadar her devletin kendini öcü saydığı bir sembolü olmuş. Ne yazık ki Türkiye’de de dindar kadınlara patlamış bunun bedeli. Buna yasağı anlamak demeyelim biz çünkü anladığınız zaman çözüm mekanizmaları durmuş demektir. Anlaşılmamalı ve anlayışla da karşılanmamalı. Bunu her yasak için söylüyorum. Bir şekilde bekraundunu bildiğinizde daha çabuk çözüm mekanizmaları ortaya çıkar diye düşünüyorum.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Siyasete nasıl başladınız?

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Tereddüt ettim ilk önce. Çünkü hep muhalif bir yapım vardı. Ve bir anda bir tarafın içinde bulunacaktım ve bu yüzden bir kararsızlık yaşadım tabiî ki ve bu dönemde de bana genel yayın yönetmenim Mustafa Çelik beyin bir emeği olmuştur ama ilk olarak Sayın Tayyip Erdoğan Bey ve Abdullah Gül beni görüşmeye davet ettiler. İlk görüşmede karşılıklı görüşüldü ve nasıl süreç olduğu nasıl bir siyaset anlayışı olduğu konuşuldu. Ve toplantılar daha sonraki dönemlerde devam etti ve dönemlerde yeni oluşumlarda kadın isimleri de oluşturmamız gerekiyordu. Şu an parti içinde altı kurucu isim benim önerimle parti içinde yer aldı. İster istemez kendimi siyasetin içinde buldum. Sayın Başbakanımız Tayyip Beyin bir telefonuyla afyona geliyorsun değil mi değişiyle kendimi Afyonda buldum ve bir anda flaşlarla karşılaştım. Ben oluşumun içinde bulunurum diye düşünürken kendimi aktör olarak buldum. Ve o dönemde de büyük tartışmalara neden olmuştu bu durum.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Ülke gündeminde kadının başörtüsü böyle yer almamış olsaydı sizi kabinede Kadın ve Aileden Sorumlu Bakan olarak görebilir miydik?

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yok hayır. Ben hiçbir zaman milletvekili olayım diye siyasete girmedim. Siyaset süreci içinde de gördüm ki faydalı olmak için etkili olmak için parti politikalarına yön vermek için ille de milletvekili olmak gerekmiyor. Tabiî ki bu makamlarda çok şerefli meslekler ama insan bulunduğu her yerde de parti içinde de faydalı işler yapabiliyor. Ben bunu herkese de söylüyorum. Siyaset yapmak siyasette yüksek bir merci sahibi olmak değil. Sonuç olarak mecliste beş yüz elli milletvekili sandalyesi var. Ama binlerce milyonlarca insan siyaset yapıyor. Oraya girecek kişi sayısı belli. Burada önemli olan doğru olanı yapılacak olanı ifade edecek cesaretin olmasıdır. Ben yapmışım bir başkası yapmış önemli değil önemli olan doğru bir şeyin yapılmasıdır. Çünkü siyaset bir ekip işidir. Önemli olan doğru ekipte bulunmak doğru yerde bulunmaktır.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Duvarların Arkasında belgeseli belgeseli çalışması nasıl ortaya çıktı?

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Siyasete atıldıktan sonrada öyle yerden gazeteciler geliyorlar ve size sorular soruyorlar ki... Ve siz öyle sorularla karşılaşıyorsunuz ki. Bunlar Türkiye’yi tanımıyorlar sizi tanımıyorlar. Müslümanları tanımıyorlar. Size Afrika’nın bir kabilesinde bir Müslüman’a soracağı soruyu sorabiliyorlar. Bunu çoğu zamanda ifade ettik. Ve çok dalga geçtiğimiz de olmuştur. Bu süreçte bizi hiç tanımıyorlar. Ve biz kendimizi nasıl tanıtırız diye yola çıktık. Ve daha sonra bizim de tanımadığımız ortaya çıktı. Yani bir Suriyeli kadınla bir Endonezyalı bir Müslüman kadın arasında kadın sorunları açısından fark nedir diye yola çıkışla projeye başladık. Baktıktı ki Müslüman ülkelerde bu konuda hiçbir çalışma yapılmamış ve biz de ilk olarak İngilizce kaynaklardan çalışmaya başladık. Öncelikle bir yıllık gibi bir ön çalışma yaptık. Ve 2004 yılında çekimlere başladık. Din gibi hassas bir konu çalışma konumuzdu. Ve batıda sürekli bu tartışmaları göz önüne çıkarıp İslam’ı suçlar tavırları vardı. Ve bizler gördük ki gelenekler örf ve adetler cahiliye dönemlerinden gelen alışkanlıklar kadını İslam coğrafyasında ezik konuma getirmiştir. Burada da gördük ki cahiliye alışkanlıklarını İslam’a yakıştırmaları sonucu yanlış tanıtımlar ortaya çıkmıştır. Ben bu belgeseli yaptıktan sonra İslam’ın ne kadar büyük bir devrim oluşturduğunu gördüm. Şunu gördük ki İslam geldiği coğrafyada sabrı şefkati ve iyiliği getirmiştir. Sadece yanlış örf ve adetleri insanlar İslam’a mal etmişlerdir. Tabiî ki bu durumlarda kadınlarında suçları olmadığını söylemek yanlış... Çünkü kadınlar da sessiz kalmışlar hatta çoğu zaman destek vermişlerdir. Türkiye’de olan töre cinayetlerinde olduğu gibi.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Umman, Mısır, Suriye, Sudan, Yemen, Ürdün, Pakistan olmak üzere 13 ülkede 200 kadınla röportajlar yaptınız… Modern Kadın şeklinde bir ifadeniz var, bununla neyi kastediyorsunuz?

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bu soruya cevap İslam coğrafyasındaki kadınlardan geldi. Mesela Sudan’da bir üniversite öğrencisinin verdiği güzel bir cevap vardı. ‘Modern olmak açık saçık olmaksa ben modern değilim ama modern olmak fikirlerimi açıksa söylemek araştırmaksa ben o zaman çok modernim’ dedi. Ve yine Umman’da öğretmen bir kadın bu konuya hoş bir cevap verdi. ‘Nedir?’ diyor ‘Modern olmak. Modern olmak diskoteklere gidip dans mı etmek’ diyor. ‘Ben 50 yaşındayım doktora yapmak için Ürdün’e gidiyorum’ diyor. Şimdi modern olmak nedir diye İslam coğrafyasında elbette farklı algılayanlar var tabiî ki. Ama Türkiye’de modern olmak görünüş üzerinden değerlendiriliyor. Ve birçok ülke 400–500 yıl sömürge olmuşlar. Onların çoğu yeni medeniyet kurmuşlar. Türkiye köklü bir geçmişe sahip olduğu için bunun yararlarını da yaşıyoruz onlara rağmen. Ben görünüm üzerinden bakmıyorum kadınlara. Eğitim ve hayata katılım açısından bakıyorum. Bu yüzden de Türkiye de bulunan kadınları birçok ülkelere göre daha şanslı buluyorum. Bir İslam coğrafyasında kadın yazarları bile olmayan yerler bulunduğunu gördük. Ve bu durumun ülkelerden ülkelere göre farklılık gösterdiğini gördük. Ve asıl biz bu çalışmaları yaparken öncelikli olarak kendi önyargılarımızla yüzleştiğimizin farkına vardık. İlk başladığımız anla bitirdiğimiz andaki duygularımız da çok farklılık vardı.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

www.moralhaber.net

 

YORUMLAR İLK YORUM YAPAN SEN OL
DİĞER HABERLER
Borsa İstanbul'dan tarihi kapanış rekoru!
İsrail'i korku sardı: Netanyahu her kapıyı çalıyor Biden sessiz...