Her mahallede bir Cengiz vardır
'Ekmek Teknesi’ndeki oyuncu kadrosunu kurmak, böyle bir senaryoyu yaşatmak, seyirciye sunmak her baba yiğidin harcı değildir. Yazarı, oyuncusu, kamera arkası ekibiyle halka mal olmuş bir iş yapıyoruz. Dizinin zirvede olması ya da yerlerde sürünmesi

‘Taksici Ömer’i herkes sevdi. Onu aileden biri kabul etti. Ancak, “Cengiz” karakteri Ömer’in pabucunu dama attı. Sonra da babasının manifaturacı olmasını istediği Peker Açıkalın’la ‘Ekmek Teknesi’ni açtı. Şimdi ikisi de geçmişi bırakıp geleceği, birlikte geçirecekleri yarınları hayal ediyor.
Açıkalın ailesi üç kuşaktır manifaturacılık yapıyor. Bu iş onlar için sadece geçim kaynağı değil. Bir anlamda hayat tarzı. Kendini, ailenin “kazan dibi” olarak gören Peker Açıkalın ise hayatını farklı bir alanda yaşıyor. Onun için sahne tozları, set ışıkları top top kumaşlardan, kat kat bezlerden daha çekici. Oyunculuğu baba mesleğine tercih ediyor. Hem de uykusuz gecelere, yorgun gündüzlere rağmen... Sadece tiyatro ve televizyonla yetinmeyen, şimdiye kadar beş filmde rol alan Peker Açıkalın’a oyunculuğun zirvesini tattıran ise üç yıldır canlandırdığı Cengiz karakteri.
“1999’da Çiçek Taksi’den ayrılınca, bir daha televizyon dizisinde yer almam diye düşünmüştüm. Ama Ekmek Teknesi’nin senaryosunu okuyunca bunun erken verilmiş bir karar olduğunu anladım.” diyerek, bu diziyi Kim Bunlar, Bir Başka Gece, Cümbüş Sokak, Gülşen Abi, Çiçek Taksi gibi daha önceden yer aldığı yapımlardan ayrı bir yere koyuyor. Ömrünün 30 yılını oyunculuğa veren Peker Açıkalın’la, Fırıncı Nusret Baba’nın evinde çay eşliğinde konuştuk.
-Dizi ya da sinema oyunculuğunda tiyatro kökenli olmak önemli bir etiket mi?
Halka mal oldukları için bu işleri bir şekilde tiyatro kökenli insanların yapması yapımcıların, yazarların ve de oyuncuların tercihi oluyor. Çünkü işi eğitimli ve deneyimli kadroyla yapmak, söz konusu rolün sağlığı için önemli. Şu an televizyon kanallarındaki dizi enflasyonu ve oyuncu, manken, şarkıcı karmaşasında gerçek olan, bunun bir süreç olduğu. Süreç tamamlanınca 96 dizi içinde seyirci, seçimini yapacak. Kaldı ki piyasa yosun zeminlidir. İstediğiniz kadar iyi oyuncu, yazar ya da yapımcı olun; bir işiniz tutmadığı zaman bu meslekten ekmek yiyemezsiniz.
-Bunun kesin çizgilerle belirlenmiş bir sınırı var mı?
Sınır çekmeye gerek yok. Herkeste bir zaping aleti var. Kim daha güzel mesaj veriyor, daha çok güldürüyor ya da konuları daha gerçekçi işliyorsa o kazançlı çıkıyor. Hem seyirci hem de oyuncu olarak birçok dizinin içinde bulunduğum için kafamda Aşk-ı Memnu, Süper Baba, Perihan Abla, İkinci Bahar ve Ekmek Teknesi diye bir çizgi oluşturdum. Bunlar bahsettiğim şekilde mesaj, güldürme ve konuları işleme yönünden seyircinin göönlünde yer eden, örfümüze uygun, aile formatında diziler.
-Bunların dışındaki dizilerin aile formatı vasfı yok mu?
Sözünü ettiğim dizilere hamur kokusu sinmiş. Bu dizilerde halkımız, halkımızın karakteri, mahalle yaşantımız var. Bunların dışındakiler bana gerçekçi gelmiyor. Daha çok görsel şova dayanan Amerikan formatlı “sit-com” denen diziler bize yabancı bir hayat tarzını yansıtıyor.
-Size hiç sit-com teklifi geldi mi?
Geldi, ancak kabul etmedim. Tabii Gülşen Abi hariç; çünkü onu kaleme alan yazar arkadaşımız Türkiye standartlarının çok üstündeydi. Bugün benim normlarıma uyan tek dizi Ekmek Teknesi ve onunla gurur duyuyorum. Her kesimden insana sıcak gelen bir yapım olması hasebiyle devamı taraftarıyım.
-Dizinin sonunu nasıl görüyorsunuz? Bir müddet sonra seyircinin ilgisizliği yüzünden yayından kaldırılabilir mi?
Ekmek Teknesi’ndeki oyuncu kadrosunu kurmak, böyle bir senaryoyu yaşatmak, seyirciye sunmak her baba yiğidin harcı değildir. Yazarı, oyuncusu, kamera arkası ekibiyle halka mal olmuş bir iş yapıyoruz. Dizinin zirvede olması ya da yerlerde sürünmesi ihtimali söz konusu olamaz. Nasıl ki Perihan Abla ve Süper Baba’da mahalle esprisi ve birey ilişkileri ele alındıysa, şu an Ekmek Teknesi’nde de aynısı uygulanıyor. Mesela benim oynadığım Cengiz karakterinin arkadaşlarıyla ve mahalleliyle olan muhabbeti hep bu istikamette.
-Cengiz karakterini oynamayı siz mi istediniz, yoksa sen bunu oyna mı dendi?
Senaryo sanki bana yazılmış gibi. Senaryoyu okuduğumda Cengiz karakteri beni o kadar güldürdü ki, bunu ete kemiğe büründürmek her oyuncuya nasip olmaz diye düşündüm ve rolü kabul ettim.
-Cengiz’in dikkatinizi çeken en belirgin özelliği hangisi?
Herkesin dayısı aslında biraz Cengiz gibidir. O gerçeğe uygun bir karakter. Parasız, çok iyi niyetli, ailesine çok bağlı fakat hayatın maddi taraflarını çözemediğinden aklı sadece ve sadece paraya yönelmiş. Hiç bir şekilde kimseye zarar vermeden, kendine özgü yaşam stili, can dostu Kirli ve aramıza yeni katılan Bahtiyar’la (Şafak Sezer) üçlü bir arkadaşlık sürüyor.
-Bahtiyar’ın bu ikiliye alışması zor oldu mu?
Hiç zor olmadı; çünkü biz Bahtiyar’ı canlandıran Şafak’la normal hayatımızda da arkadaşız. Bu sebeple uyum kendiliğinden geldi. Kısa sürede güzel bir üçlü olduk; Mahşerin Üç Atlısı yani.
-Ya ablası Cengiz’i evlendirir de bu üçlüyü dağıtırsa?
Cengiz evlenirse, yani her halde komedi biraz daha katlanır. Çünkü onun gibi tiplerin evlilik hayatları da çok komiktir. Hele başında annesi, babası olmayan, çocuk kalmış, ablasının yıkadığı, sokaktan topladığı kazık kadar bir herifin evliliği de senaristler için çok güzel açılım olacaktır. Fakat bu gidişle Cengiz de Gamsız Celal gibi evlenemez.
-Evlenemezse, Kirli ile muhabbeti devam edecek mi?
Onlarınki kader arkadaşlığı. Sonuçta Kirli, Cengiz ve Bahtiyar hayat boyu üçlü devam eder gider. Bu tür dizilerde ya da filmlerde benzer ikilileri, üçlüleri kurmak senaryo ekibi için çok zordur. Ama tuttuğu zaman yürütmek çok kolay ve zevklidir.
-Cengiz-Kirli ilişkisini Hacivat Karagöz’e benzettiğiniz oluyor mu?
Bir kere bunlar hakikaten kan kardeşi. Birbirlerinin suratına tükürse, kafasına şişe geçirseler bile üstleri açıkken örtmeyi görev sayan bir dostlukları var. Burada arkadaşlığın ne kadar güzel, önemli olduğunun altını çiziyoruz. Aslında senaryo ekibiyle biz oyuncuların ortaya koyduğu Kirli, Cengiz, Bahtiyar diyaloglarında, geleneksel Türk tiyatrosundaki tadı buluyorum. Nusrettin Baba karakteri de aynı özelliğe sahip. Savaş Abi’nin canlandırdığı bu kişide Nasreddin Hoca bilgeliği var.
-Yani geleneksel tiyatrodan esintiler olması halkın kabulüne katkı sağlıyor mu?
İnsanımız, geleneksel tiyatro üslubunda, tadında oyun ve oyunculuk istiyor. Mesela son dönemde bir kavuk meselesi tartışıldı. Halkın içinden çıkmış ve tarihe mal olmuş İsmail Dümbüllü’nün kavuğu, bu durumu gözetmek isteyen Ferhan Şensoy’da olmalıdır. Eğer kavuğun 2000’li yıllarda birine devredilmesi gerekiyorsa Şensoy’un tavrı doğrudur. Bir tiyatrocuya verilmelidir. Aday tiyatrocunun, tuluata açık, halkın sevdiği, bu işe hayatını adamış biri olması gerekir.
-Başlı başına halkın sevgisi yeterli değil mi?
Ama bunun bir geçmişi var. O zaman bizim tiyatrocu olmamızdaki amaç ne? Ben niye tiyatro okudum? Neden ilkokul birden beri tiyatrocu olacağım diyorum da 41 yaşıma geldiğimde sinemaya başlayacağım diyorum. Her şeyin bir sıra, prensip, ideal çerçevesinde gelişmesi gerekir. Cem Yılmaz başarılıdır. İşte Ata Demirer de Yılmaz Erdoğan da başarılıdır. Ben de başarılıyım, Şafak Sezer, Kadir Çöpdemir de başarılı. Yani Ali Sürmeli, Olgun Şimşek, Erkan Can da başarılı. Bu saydığım isimler önemli. Hepimiz tiyatro kökenliyiz...
-O dönemde yaşanan tartışmanın yalnızca Cem Yılmaz, Yılmaz Erdoğan ve Ata Demirer üzerinden yapılması doğru muydu?
Türkiye’de bunun gündeme getirilip halk ve eleştirmenler tarafından tartışılması ve Ferhan Şensoy’a iletilmesi gerekiyordu. Bence kavuk olayının bir ödül gibi halk tarafından belirlenen isimlerin üzerinde resmen oylama yapılarak halledilmesi gerekiyor.
-Oylamadan sağlıklı bir sonuç çıkar mı ki?
Çıkar. Eğer Ferhan Şensoy ya da ilgili insanlar bu konunun içinden çıkamıyorsa halka danışsınlar. Türkiye’de kilitlenen her şeyde halk çözümdür. Sanatta da, politika da çözümü getirir.
-Bir yandan dizi devam ederken, diğer taraftan da sinema filmlerinde yer alıyorsunuz. Zor olmuyor mu?
Ben sinemaya 2000’de başladım. Daha öncesinde yoktu. Tabii bu da bir plan dahilinde. Öyle karar vermiştim çünkü. Söz konusu yıl Kara Kentin Çocukları ile başlayan serüven, Kolay Para, Hababam Sınıfı Merhaba, Hababam Sınıfı Askerde ile devam etti. Son olarak rol aldığım O Şimdi Mahkum ise nisanda gösterime girecek.
-Bu beş film arasında bir ayrım yapabilir misiniz?
Aslında böyle bir ayrım yapamazsınız; ancak Hababam Sınıfı’nı farklı bir şekilde ele almak lazım. Çünkü Türk sinema tarihi açısından çok önemli. Halk için “Ekmek Teknesi mahallemiz ise, Hababam Sınıfı da sınıfımızdır.” Birçok nesli yetiştiren Hababam Sınıfı kültürü aslında eğitim sistemimizle de bağdaşmakta. Rıfat Ilgaz bunu en baştan saptamış ki o espriyi hâlâ devam ettirebiliyoruz.
-Seyirci bu yeni Hababamları kabul etti mi peki?
Etti, üstelik serinin devamının gelmesini de istiyor. Hababam Sınıfı’nın, yeniden beyaz perdeye taşınması önemli bir girişim. Bir de biz her şeyi sil baştan ele aldık. Yani Rıfat Ilgaz’ın eseri, Kemal Kenan Ergen’in senaryosuyla günümüzün genç sanatçıları, yönetmeni, yapımcısı Hababam Sınıfı’nı ete kemiğe büründürdü. Eski Hababamlarla bir benzerliği yok bu açıdan.
-Seyircinin televizyona odaklanan ilgisini bu filmler sinemaya çevirebilecek mi?
Bakın benim hayatımda bilet alıp seyirci olarak girdiğim dört Türk filmi vardır. Biri ilkokulda Susuz Yaz, ardından Eşkıya ki bu filme kadar Türk filmine çok nadir gittim. Üçüncü olarak Her Şey Çok Güzel Olacak ve en son G.O.R.A. Benim en büyük idealim izleyicinin televizyondan ayrılıp parayı vererek sinemaya gitmesiydi. Daha 13-14 yaşında 2000’li yıllarda sinema yapmanın planlarını yapan bir sanatçı olarak seyircinin televizyondan bıktığını söyleyebilirim. Bu şekilde sinemaya yönelişi başlatan Eşkıya olmuştur. G.O.R.A sayesinde tavan yapmıştır.
-Tiyatro, televizyon ve sinema oyunculuğu... Sizin gönlünüzde ağırlığı olan hangisi?
Açıkçası ben tiyatrocuyum. Bugüne kadar tiyatro turnesi uğruna Karadeniz bölgesindekiler hariç Türkiye’nin adım atmadığım ili, ilçesi, köyü kalmadı. Buna Avrupa dahil. Karadeniz’e gelince, kendi tiyatromu kurarsam ilk gideceğim bölge orası.