Erdoğan: Köpekleri 'Arap arap' çağıran anlayış vardı
USAK'ın konferasında konuşan Erdoğan, "'Araplar bizi arkadan vurdu'. Hep bunu söylerler. Hatta ben, avami olacak kusura bakmayın ama köpekleri bile 'Arap, arap' diye çağıran bir anlayışı yaşadık bu ülkede." dedi.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, başını kuma gömerek sorunları yok sayanların, o sorunların daha kronik hal almasına neden olarak çok büyük kötülük yaptıklarını ifade ederek, ''Geçmişte bu yanlışlara biz de düştük, onu da söyleyeyim ama şimdi bu yanlışlarla yüzleşme dönemidir'' dedi.
Başbakan Erdoğan, Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumunca (USAK) düzenlenen ''Değişen Dengeler ve Türkiye'nin Artan Önemi'' konulu konferansta konuştu.
Yüzyıllardır tüm farklılıkları zenginlik olarak gören, herkesi hoşgörü içinde bir arada yaşatabilen bir kültüre yakışmayan siyasi hataları bir kenara bıraktıklarını, sorunlarla yüzleştiklerini, toplumsal barışı güçlendirecek adımları attıklarını ifade eden Erdoğan, şöyle konuştu:
''Bizim yapmaya çalıştığımız, güçlü bir çözüm iradesi ortaya koyarak Türkiye'de birlik, beraberlik ve bütünlüğü tesis etmek, kardeşliği daha da pekiştirmektir. Kürt meselesinin hatta Kürt kelimesinin bu ülkede bir tabu olarak görülmesi, tartışılmaması, konuşulmaması, telaffuz edilmemesi, soruyorum, acaba terörü önlemiş midir yoksa tam tersine terörü beslemiş midir? Bazı inanç gruplarının sorunlarının görmezden gelinmesi Türkiye'ye ne kazandırmıştır? Azınlıkların yok sayılması Türkiye'ye, demokrasimize ne kazandırmıştır? Hiçbir şey kazandırmamış, tersine kaybettirmiştir.
Başını kuma gömerek sorunları yok sayanlar, o sorunların daha kronik hal almasına neden olarak çok büyük kötülük yapmışlardır. Geçmişte bu yanlışlara biz de düştük, onu da söyleyeyim ama şimdi bu yanlışlarla yüzleşme dönemidir. Demokratikleşme noktasında, demokratik açılım, 'Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi' biz hiçbir zaafı, hiçbir yavaşlamayı kabul etmiyoruz. Demek ki sırtımızda o zaman küfe yoktu. Yumurta küfesini kast ediyorum ama şimdi yumurta küfesini alınca bu küfenin içindeki bu yumurtalar sorunları teşkil ediyor. Bunları şimdi bizim tek tek sırtımızdan atmamız lazım. Nasıl atacağız, sorunları çözerek. Bunlar Türkiye'nin geleceğini çok yakından ilgilendiren, gelecek nesillerin yaşayacağı modern Türkiye'nin sağlam, demokratik temellerini bugünden atan girişimlerdir. Hükümet olarak taviz vermemiz, hız kesmemiz asla söz konusu olmayacaktır. Bedeli ne olursa olsun söz konusu olmayacaktır.''
Türkiye'nin her açıdan çok büyük bir potansiyele sahip olduğunu belirterek, bunun hem konum ve etkinlik açısından hem de insan ve bilgi birikimi açısından böyle olduğunu vurguladı.
Türkiye'nin, nüfusunun büyük çoğunluğu Müslüman ama aynı zamanda demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olarak Avrupa kurumlarıyla bütünleşmeyi hedeflemiş bir ülke olduğunu belirten Erdoğan, ''Avrupalı bir ülkeyiz ama yine aynı zamanda Orta Doğu'nun, Kafkasların, Balkanların, Afrika'nın ve Yakın Doğu'nun siyasetini, sosyolojisini, psikolojisini en iyi şekilde anlayabilecek bir ülkeyiz'' diye konuştu.
Başbakan Erdoğan, Türkiye'nin tarih birikimi, kültürel zenginliği, beşeri potansiyeli ve coğrafi konumunun eşsiz fırsatlar sunduğunu ve önemli misyonlar yüklediğini kaydederek, şöyle konuştu:
''Türkiye, gerek bölgeler ve kıtalar arasındaki eşsiz konumuyla, gerek medeniyet, kültür ve siyaset birikimiyle stratejik bir öneme sahiptir. Sahip olduğu özellikler Türkiye'yi kendi halinde, sıradan bir ülke olmaktan çıkarıp, etki gücü yüksek, önemli bir aktör haline getiriyor. Türkiye, kendisi istese dahi içe kapalı, pasif, dünyadaki gelişmelere ilgisiz kalabilen, gözünü yumabilen bir ülke haline asla gelemez. Böyle bir ülkeymiş gibi davranamaz. Balkanlarda hangi ülkede bir sorun yaşansa çözüm arayan gözler Türkiye'ye döner. Kafkaslarda hangi ülkede bir kriz çıksa Türkiye'nin katkısı beklenir. Türk dünyasının hangi ülkesinde bir sıkıntı olsa Türkiye'nin desteği aranır. Orta Doğu'da hangi kronik sorun aşılmak istense Türkiye'nin rolü hesaba katılır. Afganistan'da, Pakistan'da yaşanan gerilimlerde Türkiye'nin geliştireceği inisiyatif dikkate alınmak durumundadır. Afrika'da, Sudan'ın Darfur'unda bir insanlık dramı ortaya çıksa Türkiye, kurumlarıyla, sivil toplum örgütleriyle orada faaliyet gösterir. Uluslararası gerilimlerde BM Güvenlik Konseyi'nin geçici üyesi olan Türkiye söz sahibidir. Kültürler arası gerilimlerin aşılması için başlatılan Medeniyetler İttifakı Girişimi'nde Türkiye eş başkandır. Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Başkanı, İslam Konferansı Örgütü Genel Sekreteri bir Türktür. NATO'da Türkiye en önemli güç durumundadır.''
''KISIRDÖNGÜ KIRILIYOR''
Dünyada dengelerin değiştiğini, Türkiye'nin öneminin de her geçen gün arttığını ve oynadığı rollerin değiştiğini, çeşitlendiğini ifade eden Erdoğan, Türkiye'nin buna alışması ve ciddi bir öz güvene sahip olması gerektiğini vurguladı.
Başbakan Erdoğan, şöyle devam etti:
''Ancak bu durumun analizi, bugüne kadar yeterince yapılmış mıdır? Ne yazık ki yapılmamıştır ve bunun üzerinde de hassasiyetle durulmamıştır. Üniversitelerimiz yıllar boyunca son derece detay ve lokal meselelerle meşgul olmuştur. Medyamız, daha günlük daha magazinel daha popüler konularla ilgilenmeyi tercih etmiştir. Sivil toplum kuruluşlarımız uzunca bir dönem özgürce faaliyet yürütecekleri zemin ve imkanlardan yoksun kalmıştır. Özgür düşünce, bilgi üretimine ve paylaşımına ortam hazırlayacak olan demokrasimiz yıllarca standartlarını yükseltememiştir. Yükseltme gayreti içine girdiğiniz zaman da 'ne oluyoruz' sorusuyla karşı karşıya kalmıştır. Bugün bu kısır döngünün kırılmakta olduğunu hep birlikte ve büyük bir memnuniyetle müşahede ediyoruz. Açıkçası Türkiye, içine kapanan ve sonu gelmez tartışmalarla enerjisini heba eden değil dışa açılan ve bilgiyi maksimum düzeyde kullanan ve üreten bir ülke konumuna yükseliyor.''
AK Parti döneminin en önemli özelliğinin bu olduğunu vurgulayan Erdoğan, USAK ve benzeri düşünce kuruluşlarının bu yeni dönemin somut habercileri olduğunu kaydetti.
''BUGÜNÜN SORUNLARI DÜNDEN FARKLILAŞTI''
Soğuk savaş döneminin sona ermesi ve küreselleşmenin getirdiği değişimle özellikle uluslararası ilişkiler ve güvenlik kavramlarının ciddi ölçüde farklılaşmaya başladığını belirten Erdoğan, dünün sanal, yapay, türetilmiş ve abartılı tehditlerinin yerini bugün göç, terör, iklim değikliği, nükleer silahların yaygınlaştırılması gibi somut ve gerçekçi tehditlerin aldığını söyledi.
Bugünün sorunlarının dünden farklılaştığını anlatan Erdoğan, şunları kaydetti:
''Elbette geçmişten bu yana tekrar eden, devam eden sorunlar vardır ancak bunlara ek olarak tarihte ilk kez yaşanan sorunlarla da yüz yüzeyiz. Onun için güncelleşme veya güncelleştirme bizlerin olmazsa olmaz bir hareket, bir pratik alanıdır. Sorunların mahiyeti, kapsamı, aktörleri, kaynakları çok hızlı bir şekilde değişiyor. Değişen sorunları bildik yöntemlerle aşmak mümkün olmadığı için çözüm çabalarının da mevcut durumu iyi analiz etmesi, doğru algılaması gerekir. Toprakları ve sınırları koruma anlayışı 11 Eylül saldırılarıyla bir değişim geçirmiştir. 11 Eylül'de sadece ikiz kuleler değil güvenlik anlayışları da yıkılmıştır. Tehditler, riskler ve mücadele yöntemleri değişmek zorunda kalmıştır. Küresel düzeyde taşınan sorunlar, küresel işbirliklerini gerekli hale getirilmiştir.''
Türkiye'nin tarihi ve kültürel birikimiyle dünyadaki değişime yön vermek, yeni düzende yapıcı ve aktif roller üstlenmek gibi bir potansiyele sahip olduğunu belirten Erdoğan, ''Bunun yolu elbette öncelikle kendi iç sorunlarımızı hafifletmekten kendi ayaklarımız üzerinde doğrulmaktan, kendi değişimimizi ve gelişimimizi sağlamaktan geçiyor'' diye konuştu.
Türkiye'deki hızlı gelişmeyi rakamlarla anlatan Erdoğan, ülkenin 2002'de dünya ekonomileri arasında 26. sırada olduğunu, kaydedilen hızlı büyüme sayesinde bugün 17. büyük ekonomi konumuna yükseldiğini söyledi. Küresel finans krizine rağmen ekonomi ve turizmde önemli gelişmeler yaşandığına dikkati çeken Erdoğan, ''Şu anda uluslararası kuruluşlar 2010 ve sonrasında Türkiye ekonomisinin en hızlı büyüyen ekonomiler arasında yer alacağını teyit ediyor ve kredi derecelendirme kuruluşları da aynı şekilde Türkiye'nin notunu artırıyor'' dedi.
''İSTİKRAR VE GÜVEN ŞART''
Türkiye'nin dış politikada küresel meselelerde de varlığını hissettirdiğine işaret eden Başbakan Erdoğan, ''Hükümet olarak 7 yıldır iç politikayı, dış politikayı, ekonomiyi ve demokratikleşmeyi birbirine paralel şekilde eş zamanlı olarak dönüştürmenin ve ilerletmenin gayreti içindeyiz'' diye konuştu.
Erdoğan, şöyle konuştu:
''Kendi içinde istikrar ve güven zeminini temin edemeyen bir ülkenin reformlarını kalıcı hale getirmesi, bölgesel meselelerde söz sahibi olabilmesi mümkün değildir. Hem gerçekleştirdiğimiz tüm reformları sağlam bir zemin üzerine inşa etmek hem de bölgesel ve küresel barışı tesis edebilmek için istikrar ve güveni en önemli kriterler olarak görüyoruz. Şunu açıkça ifade etmek istiyorum artık küresel sermaye gideceği ülkede iki kavramı arıyor. Bunlardan bir tanesi istikrardır bir tanesi güvendir. Eğer bu aradığı, araştırdığı ülkelerde güven, istikrar yoksa oraya gitmiyor. Örneğin, bizim görüşme yaptığımız küresel sermayenin temsilcileri bizlere hep şunu söylerler, 'ülkenizde seçim var mı?', 'seçim zamanında yapılacak mı?', 'acaba bir istikrar, güven tehdidi var mı?', hep bunları sorarlar. Niçin? Buraya gelip gidiyor, yatırımlarını yapacak. Eğer bu yatırımlarını yaptığı zaman burada bu tür sıkıntılar varsa bu ülkeye gelmesinin anlamı yok. Çünkü yarın iflas tehditleriyle karşı karşıya kalacaktır. Bir başka tehditlerle de farklı bir şekilde karşı karşıya kalabilirler. Onun için bunu hazırlamak durumundasınız. Bunu hazırladığınız takdirde küresel sermaye rahatlıkla buraya gelir ve yatırımını yapar.''
''ZİHNİYET DEĞİŞİMİ KOLAY DEĞİL''
Başbakan Erdoğan, eğer demokratikleşme alanında 7 yıldır büyük reformları gerçekleştirmemiş olsalardı Türkiye'nin ekonomide ve dış politikada bugünkü noktaya ulaşamayacağını vurgulayarak, daha ileri seviyeleri yakalamak için demokratikleşme çabalarının aynı kararlılıkla devam etmesi gerektiğini vurguladı.
Bunun mücadelesini verdiklerini kaydeden Erdoğan, şunları söyledi:
''Türkiye büyük bir demokratikleşme ve değişim süreci yaşarken geçmişten devraldığı kronik sorunları aşmaya çalışmakta, terör gibi bölgesel kalkınma farklılıkları gibi birçok sorunu ciddiyetle ele almaktadır. Biz hükümet olarak biliyoruz ki asıl mesele sorunları üreten zihniyeti değiştirmek, sorunları üreten sebepleri ortadan kaldırmaktır. Zihniyet değişimi kolay bir olay değil ama zihniyet değişimi olmadan uygulamada başarıya ulaşmak da mümkün değil. Asıl tehlike bilgisizliktir, yanlış algılardır, ön yargılardır, yanlışta ısrar etmektir. Türkiye gibi kültürel siyasi derinliğe sahip, dünyanın birçok bölgesiyle tarihi ilişkileri olan ülkeler için asıl tehlike içe kapanmaya çalışmaktır, gelişmelere ilgisiz kalmaktır. İçeride ve dışarıda sanal tehditler imal ederek toplumu dizayn etme siyaseti de komşuları düşman gibi konumlandırma anlayışı da soğuk savaş dönemiyle birlikte artık tarihe karışmıştır. Biz bu yüzden düşman üretme değil dost kazanma anlayışıyla hareket ediyor, Atatürk'ün 'Yurtta sulh, cihanda sulh' ilkesini hayata geçirmeye çalışıyoruz.''
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, 'Demokratik açılım' sürecinin somut adımlarından çok Türkiye'de tartışılamayan, konuşulamayan, dile getirilemeyen konuların artık özgürce gündeme taşınıyor olmasının önemli olduğunu ifade ederek, ''Demokrasinin kendisine zarar vermeden, kurumlarımızı yıpratmadan, topluma korku ve gerilim yaymadan yapılan her tartışma demokrasimizi bir adım daha yukarıya taşıyacak faydalı bir tartışmadır'' dedi.
Ülkelerin ve kurumların kendilerini yeniden tanımlamak, değişen şartlara göre kendilerini ve misyonlarını değiştirmek, çağdaş normlara ulaşmak, hem mevzuatı hem uygulamayı dönüştürmek zorunda olduğuna işaret eden Başbakan Erdoğan, internet ve medya yoluyla bilginin ve haberin hızla yayıldığı bir dünyada korku üreterek hiç kimsenin başarı elde etme şansı kalmadığını belirtti.
Katılımcı demokrasinin ülke içindeki tüm farklılıkların iradesini yönetime yansıttığını, uluslararası ilişkilerde karşılıklı bağımlılığı ve çok boyutlu işbirliğini gerekli kıldığını anlatan Başbakan Erdoğan, şunları söyledi:
''Her ülkede değişime direnen, statükoyu savunan, gelişmelere kaygıyla yaklaşan kesimler olabilmektedir. Bunu da normal karşılamak lazım. Türkiye'nin yaşadığı son derece olumlu dönüşüm karşısında da zaman zaman bir direnç ortaya çıkabilmektedir.
AK Parti iktidarı tüm engelleme çabalarına rağmen Türkiye'yi demokratikleştirmekte ve çağdaş dünyaya entegre etmektedir. Biz şuna inanıyoruz sorunları görmezden gelmek, halının altına süpürmek, gelişmelere kayıtsız kalmak bir yönetim tarzı olamaz. Akıl ve vicdan sorunları yok saymayı değil çözüm bulmayı gerektirir. Bizim kitabımızda 'Çözümsüzlük çözümdür' anlayışı yer almıyor. Kıbrıs konusunda da AB ile ilişkilerde de Ermenistan ve Suriye ile ilişkilerde de Kürt meselesinde de azınlıklar meselesinde de Alevilik meselesinde de bu yaklaşımın doğru olmadığına inanıyorum. Çünkü bu anlayış yanlış olmakla birlikte artık sürdürülemez hale gelmiş, Türkiye'nin milli menfaatlerini heba eden, Türkiye'ye zarar veren boyutlar kazanmıştır. Yanlış yapmaktan daha kötü olan yanlışı doğru olarak algılamak, yanlışta ısrar etmektir.''
''DEMOKRASİYE MÜDAHALEYİ SERBEST TARTIŞMA ZEMİNİ ÖNLER''
Hükümet olarak çetelere, mafyaya, hukuk dışı örgütlenmelere karşı son derece kararlı bir mücadele başlattıklarını söyleyen Başbakan Erdoğan, yıllardır dokunulamayan, sorgulanamayan oluşumların yargının önüne çıkarıldığını kaydetti. Bugün çetelerin, mafyanın, hukuk dışı örgütlenmelerin serbestçe ve özgürce tartışılıyor olmasının büyük önem taşıdığını vurgulayan Başbakan Erdoğan, gelecekte bu tür örgütlenmelerin ortaya çıkmasını bu sürecin önleyeceğini ifade etti.
Türkiye'de darbeler döneminin kapandığını kaydeden Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:
''Gelecekte de demokrasiye yönelik müdahaleleri önleyecek olan aslında işte bu serbest tartışma zeminidir. Herkesin hak ve hukukunun bilinmesidir ve herkes de hak ve hukukunu bilecektir. Demokrasi ve hukukun kökleşmesidir aslolan. Bunu başarmak zorundayız ama bunu bir, iki kişi değil milletçe başaracağız. Hep birlikte başaracağız.
Aynı şekilde bugün bizim başlattığımız demokratik açılım sürecinin somut adımlarından çok daha önemli olan Türkiye'de tartışılamayan, konuşulamayan, dile getirilemeyen konuların artık özgürce gündeme taşınıyor olmasıdır. Demokrasinin kendisine zarar vermeden, kurumlarımızı yıpratmadan, topluma korku ve gerilim yaymadan yapılan her tartışma demokrasimizi bir adım daha yukarıya taşıyacak faydalı bir tartışmadır.''
''ROMAN VATANDAŞLARIMIN SORUNLARI DA VAR''
Türkiye'de farklı etnik grupların, mezhep ve inanç gruplarının, azınlıkların sorunlarına duyarsız yaklaşmanın büyük bir devlete yakışmayacağını belirten Başbakan Erdoğan, şöyle devam etti:
''Bizler yatıyoruz, kalkıyoruz, etnik unsurlar içerisinde benim Kürt kökenli vatandaşlarımın sorunlarını görüyoruz. Şüphesiz ki önemli bir sorun. Eyvallah. Ancak benim ülkemde Roman vatandaşlarım da var. Onların sorunlarıyla yan yana getirdiğiniz zaman Roman vatandaşlarımın sorunu Kürt kökenli vatandaşlarımın sorunlarından çok ama çok daha öndedir. Benim Kürt kökenli vatandaşlarım veya inanç gruplarından bazıları diyorlar ki 'Biz devletin üst kademelerinde veya parlamentoda yer almıyoruz'. Alakası yok ya. Parlamentoda da bal gibi yer alıyorlar, devletin üst kademelerinde de en önemli yerlerde sayıca da ciddi manada varlar. Ama araştırın bakın bakalım kaç tane Roman vatandaşım var? Parmak sayılarını bulabilir misiniz? O senin vatandaşın değil mi? Onun önünün açtın mı?''
Bir Roman annenin kendisine ''Ben çocuğumu okula gönderdiğimde sınıfı boşalttılar'' dediğini aktaran Başbakan Erdoğan, bunun, sorumlulukların gereğinin yerine getirilemediğinin gösterdiğini ifade etti. Erdoğan, ''Peki son beş senenin, 10 senenin sorunu mu? On yılların sorunu. Peki bu görülmüş mü? Hayır görülmemiş. Öyleyse bunu çözmek zorundayız. Ama bize akıl verenler oluyor. Bize diyorlar ki 'Bizim başımıza bir de Romanı çıkardın'. O senin vatandaşın. 72,5 milyonun her biri senin vatandaşın. Her birinin sorunu senin sorunun. Bunu çözmeye muktedir olursun veya olamazsın. Ama çözme yolunda ol, bu adımı at'' diye konuştu.
EZBERİ BOZMA GAYRETİ
Türkiye'de içeride üretilen yapay kaygı ve korkuların uzun süre dış politikaya da hakim olduğunu, iç tehdit gibi dış tehdit algılamasının da sanal bir zemin üzerine kurulduğunu söyleyen Başbakan Erdoğan'ın, Türkiye'nin çok uzun bir süre ''Üç tarafı denizlerle, dört tarafı düşmanlarla çevrili'' bir ülke olarak tanımlandığını hatırlattı. Yedi yıldır bu ezberi bozmanın gayreti içerisinde olduklarını anlatan Erdoğan, çarpıcı bir örneği paylaşmak istediğini belirterek şöyle konuştu:
''Özellikle 1940'ların sonundan itibaren Türkiye'nin Ortadoğu bölgesiyle ilişkileri, hep şöyle olmuştur: 'Araplar bizi arkadan vurdu'. Hep bunu söylerler. Hatta ben, avami olacak kusura bakmayın ama köpekleri bile 'Arap, arap' diye çağıran bir anlayışı yaşadık bu ülkede. Yakıştırma buydu. Yanlış ve son derece çirkin bir sloganla irtibatlar, ilişkiler kesilmiştir.
Birinci Dünya Savaşı sırasında bir kaç Arap kabilesinin isyan ettiği ve İstanbul Hükümetinin de son derece yanlış uygulamaları neticesinde bu isyanın geniş kitlelerde yankı bulduğu bir gerçektir. Ancak dış politika ekseninin böyle bir sloganla şekillenmiş olması fevkalade yanlıştır. Türkiye'ye de hiçbir şey kazandırmamıştır. Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk kendisi bizzat bir çok cephede savaşmış olmasına rağmen 1923 sonrasında, savaştığı hemen tüm devletlerle diplomatik ilişkiler başlatmıştır.''
Başbakan Erdoğan, Türkiye'nin 1932'de Milletler Cemiyeti'ne üye olduğunu, 30 Mayıs 1926'da Fransa ile dostluk ve iyi komşuluk anlaşması imzaladığını, İngiltere, İtalya, Sovyetler Birliği, Yunanistan gibi devletlerle sıcak ilişkiler kurulduğunu, 1932'de Suudi Krallığını ilk tanıyan ülke olduğunu hatırlattı.
GALATAPORT İHALESİ
Türkiye'nin, uygulanan yanlış politikalar sonucunda, 2000'li yıllara gelindiğinde, hemen hemen tüm komşularıyla problemleri olan bir ülkeye dönüştürüldüğünü dile getiren Erdoğan, ABD, İngiltere, Fransa ve Almanya gibi ülkeler Ortadoğu ülkeleriyle işbirliği ve ticareti geliştirirken, ''oraların kaymağını kendi ülkelerine aktarırken'', Türkiye'de ise her adımda ön yargılarla karşılaşıldığını anlattı.
Erdoğan, şunları söyledi:
''On sene öncesine kadar ülkemize Arap turist geldiği zaman medyamızın başlıklarını hatırlayın. Neler yazmadılar, neler söylemediler... Ben kendi dönemime geliyorum. Yaptığımız ihalelerde Yahudi sermayesi bizim ekonomimizin içerisine girdiği zaman atılan başlıkları hatırlayın. 'İşgaldeyiz'. Allah aşkına paranın dini, imanı, milleti, ırkı olur mu?
O zaman attığımız adım, somut olarak örnek veriyorum, bir Galataport olayında neler yazıldı, neler çizildi, neler söylendi, bizim ülkemizi peşkeş çektiğimize varıncaya kadar... Ama ne oldu? Şu anda hala Galataport yerinde aynen duruyor. Mezbelelik. İstanbul'da oradan gelip geçenler oranın halini görür. Ama orası bu ihale yapılmış, uygulamaya girilmiş olsaydı bugün bizim gerçekten zevkle seyredebileceğimiz, zevkle butik otelleri değerlendirebileceğimiz, misafirlerimizi ağırlayabileceğimiz yerler olacaktır. Cruise gemilerinin çok daha fazla geleceği yerler olacaktı. Bunların hepsi bizim ülkemize kazanımdı ve orada benim halkımın, vatandaşımın bilmediği bir çok tarihi eser var. Bu tarihi eserlerin hepsi meydana çıkacaktı. Ama şimdi olduğu gibi duruyor.''
''Haydarpaşa Port'' konusunda da daha plan, proje aşamasındayken eleştirilere maruz kalındığını anlatan Başbakan Erdoğan, şu anda orada sadece konteynerlerin olduğunu söyledi. ''Peki o Selimiye'nin, mimari olarak söylüyorum, güzelliğiyle, Haydarpaşa'nın Haydarpaşa Lisesi'nin güzelliğine onlar yakışıyor mu?'' diyen Erdoğan, hazırlanacak projelerin tamamlayıcı unsur olarak o güzelliklere ayrı bir güzellik katacağını söyledi.
Erdoğan, şöyle konuştu:
''Ama kıyametler koptu. Bu Mimar Mühendisler Odası ülkeyi güzelleştirmek için ne yapılması gerekir bunu düşünmüyor, buna nasıl katkı veririz diye bir düşüncenin içinde değiller. Sadece 'Nasıl engelleriz, nasıl bu işin önünü keseriz', bunun gayreti içindeler. Biz istiyoruz ki gelin katkıda bulunun, ne yapılması gerekiyor onu söyleyin. Ondan sonra yapacak birileri varsa önünü kesmeyin. Bırakın gelsinler, yapsınlar. Buraya gelip, bu yatırımları yapacak olanlar 2, 3, 5 milyar dolar yatırım yapacaklar. Nereye? Benim ülkeme. Kim çalışacak burada Ahmet, Hasan, Mehmet. Bunlar çalışacak ama bunların önü hep kesildi. Bunu anlamak mümkün değil. Bunu anlamakta zorlanırken kendi kendimizi de tabii kahrediyoruz.''
-
mehmet tokat 15 yıl önce Şikayet EtAraplar gerçekten o zaman satmışlardı Osmanlıyı ama. o zamanlar ateist bir yapı hakim olmuştu osmanlıya. ittihat ve terakkiyle başlayan bu yapı parçalanmayı hızlandırdı hatta yönetti. şu an ki ittihat ve terakki de ergenekon zihniyetidir, cuntalardır, masonik yapılanmadır.Beğen
-
osman 15 yıl önce Şikayet Et...... darbeler bitti de ne oldu sanki şimdi de sivil diktanın ilk sinyalleri veriliyor demokratik açılım sürecinde başbakan ile başlayan tbmm başkanlığına müdahale başbakan yardımcısı ve grup başkanvekilleri ile devam ediyor yani kuvvetler ayrılığı ilkesi ihlal ediliyor ve halkın üzerinde siyasi iktidarın baskısı mevcutBeğen
-
HAMİT GÜNDÜZ 15 yıl önce Şikayet Etdarbe planı. kozmik odadan çıkan gizli belgeler arasın da acaba bjk yönetimini darbeyle indirme planları varmıdır komutanların malum genel kurmay başkanlarının fazlası bjk taraftarıydılar içleri cız edip de darbe planı hazırlamışlarmıdır belki olur olur yani bir umut benimki de haber7 olarak araştırırmısınız acabaBeğen