Peki çocukların hakkı ödenir mi?

İslam'da ana baba hakları herkesin malumu. Ama çocuk hakları ne alemde? Bu konuda anne babalar kendi haklarını istismar edip, çocukları sömürüyor mu?

Peki çocukların hakkı ödenir mi?
Peki çocukların hakkı ödenir mi?
GİRİŞ 17.02.2006 15:40 GÜNCELLEME 17.02.2006 15:40
Bu Habere 46 Yorum Yapılmış

Adı Ayten Durmuş. 1966 yılında Nevşehir'de doğdu.

İlk, orta ve lise öğrenimini Nevşehir'de yaptı. Konya Selçuk Üniversitesi Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünden mezun oldu.
1992-1999 yılları arasında öğretmenlik yapma imkanı buldu; 28 Şubat sonrası şartların zorlamasıyla mesleğinden istifa etti.
Evli ve iki çocuk annesi olup halen okumak ve yazmakla meşgul.

Eşiniz Sizden ne ister? Geçimsizliğin Çözümü var, Hayatın Önsüzü, Çocuklarınız sizden ne ister? Çocuğumun Mutluluğu için ve Ergenlik Dönemi adlı kitaplarıyla evli çiftlerin ve anne babaların en çok ilgi gösterip. beğenerek okudukları yazarlar arasında öne çıkıyor.  

Yazdıkları ile sürekli yeni gündemler oluşturarak farkını ortaya koyuyor. Büyükşehirlerde imkanlar içinde yüzen yazarların bile üretmekte zorlandığı bir dönemde o farklı bakış açıları ile dikkatleri üzerine çekmeşi başarıyor.

Aile ve çocuk üzerine yazdığı kitaplarla binlerce aileye mutluluğun yolunu gösteren yazar, son eserinde İslam'da ana baba ve çocuk haklarına alışıldığın dışında bir pencereden bakıyor...  Yazar ile Ergenlik Dömeni adlı eserinde yer alan bu farklı bakış açısından yola çıkarak geniş kapsamlı bir sohbet gerçekleştirdik. Bu sohbet farklı bir duruyla da ünlü bir yazar olunabileceğini gözler önüne seriyor:

> Yazı yazmaya ne zaman başladınız?
> İlk romanımı yazmaya 13 yaşında başladım. Bunların hepsini 15 yaşında yaktım.

> Niçin yaktınız?
> 13 yaşında yazdıklarınız ne olacak? En fazla Kemalettin Tuğcu’nun yazdıklarına öykünmek oluyor. Yeniden yazmaya başladım. Bunları da lise son sınıfta bir kez daha yaktım.
Bu yıllarda farklı sahalarda bir iki kere daha denemelerim oldu. Sonra garip bir tecelli oldu. Normalde ben matematiği çok severim. Sonra edebiyatı keşfettim. Eski Türk edebiyatı ile ilgilenmeye başladım. Sonra bir baktım Edebiyat Fakültesi’ndeyim.

Edebiyat okumaya başladığımda kitapların içerisinde kayboldum. Osmanlı bana göre kültürün bir parçası değildi. Yoğun bir okuma dönemi yaşadım. Bu tarihten önce ailemde kim hangi siyasi görüşe mensupsa onların aldığı kitapları okuyordum. Ailem bu konuda da oldukça zengindi. Bir çok siyasi görüşe, bu sayede çok erken yaşlarda tanıştım. Bunun ilerde çok faydasını gördüm.
Üniversiteyi okuduğum dönemlerde dergilerde yazılar yazdım. Hatırlarsanız o yıllarda arka arkaya çıkan dergiler vardı. İslam, Kadın Aile, Mektup gibi… Bunlara zaman zaman yazılar gönderdim. Şiirler gönderdim. Gönderdiğim şiirlerin tamamı basıldı. Ama şiirle ilgili tarafım hep arkada kaldı.
Yazılarda da farklı konular ele almaya çalıştım. Eğitimde yapılan yanlışlıkları eleştirdim. Bizi yetiştirirken amaca asla hizmet etmeyen unsurları ele aldım.
Daha sonra araya evlilik girdi. Çocuklar girdi. Bu dönemde yazma yerine okumaya devam ettim.

> Şimdi bir iki adım geriye gidip sormak istiyorum. Siz matematiği sevdiğinizi söylediniz. Ama birden edebiyata yöneldiniz. Sizde bu radikal değişikliğe neden olan ne idi?
> Çile… Safahat. Ben Kur’an-ı Kerim’in ilk tercümesini okuduğumda 17 yaşında idim. Bu yıllarda bazı kitapları 6-7 kez tekrarladığımı fark ettim.

> 6-7 kez okuduğunuz kitaplar neler idi?
> Mesela Kelebek. Mütpiş bir kaçış romanı.

> Başka ne vardı?
> Mesela Ana vardı. Maksim Gorki’yi, Ortadoğu’da okuyan bir akrabam vardı. Ondan almıştım. Aziz Nesin’in tüm eserleri onların kütüphanesinde vardı. Aziz Nesin’in kitaplarından okumadığım kalmadı.
Peyami Safa’nın aynı şekilde… Peyami Safa’nın Yalnızız romanı defalarca okuduğum kitaplardan idi. Ne var ki bu ronam Türk Edebiyatı’nda layık olduğu yeri bulmamıştır. Tabii bu kitabı da yalnız okumak lazım. Gerçi bunu okumak için sağlam bir psikolojik yapı gerekir. Aslında Peyami Safa’nın bütün romanları için gerekli bu.

> Özellikle de Matmazel Noralya’nın Koltuğu.
> Ben de tam onu söyleyecektim. O’nun iki-üç kitabını okuduktan sonra, bazı şeyler çıkarmaya başlarsınız. Minder neredeydi, sandalye nereye gitti gibi… İnsanı farklı bir psikolojiye götürüyor. Bunların yanında tarihi romanları çok severdim.

> O zaman Yavuz Bahadıroğlu’nun kitapları ile o yıllarda tanıştınız demektir.
> Tabii haliyle. Bahadıroğlu, tarihi sevmemizin dönüm noktalarından biriydi. Abdullah Kozanoğlu’nu unutmamak gerekir.
Yani o yıllarda kütüphaneyi iyi kullandım. Kütüphane memuru ile de anlaştım. Birkaç kişi adına kart çıkarmıştık. Hepsini ben kullanıyordum. Beni yazmaya götüren yol, okumak oldu.

> Yazmadan önce kabı iyice doldurdunuz demek ki.
> Her halde… Kur’an-ı Kerim’i okumamdaki gerekçe şu idi. Bir çok kişi bir çok konuda çok şey söylemiş. Alemlerin Rabbi ne söylemiş onu merak etmiştim. Meşhur bir ayet vardır. Güzel bir söz, kökü yerde, dalları gökte bir ağaç gibidir. Allah’ın izni ile yemişini her zaman verir. Hemen bu ayet-i kerimenin ardından da, “çirkin bir söz de…” diye devam ediyor, Alemlerin Rabbi. Ama sözü çirkin bir üslup ile sarfettiğiniz zaman Alemlerin Rabbi onu da acı bir yemişe benzetiyor. Yani size ancak sıkıntı verir, zarar verir…

> Büyükşehirlerin dışında yaşıyorsunuz. Bu sizin okuyacak kitaplara ulaşmanızda bir devavantaj değil mi? Bu devavantajı nasıl telafi ediyorsunuz?
> Bu anlamda dostlarımın evini iyi kullanıyorum. Yani kütüphanelerini. Dostlarımın hepsinin kütüphaneleri bana açıktır. Birkaç arkadaşım da sınırsız kitap alma özgürlüğü tanıdı bana. “İstediğin kitapları al, bizim adımıza yazdır” diyen dostlarım vardı. Gelir düzeyi yüksek bu dostlarımın tekliflerini önceleri biraz nazlandım. Ama baktım, çok içten söylüyorlar. Ben de bunu fırsat olarak kabul ettim. Bazıları da istediğin kitabı sen al, oku, sonra bize devret diyenler oldu.

Bir de arkadaş grubu olarak aldığımız kitaplar vardı. Her birimiz bir kitap alıyorduk. Kitapların hepsi önce bana geliyordu. Ben onları okuduktan sonra dağıtıyordum.

> Şimdi üniversiteye giden çocuğunuz olduğuna göre, dergilere yazılar gönderdiğiniz dönem, evliliğinizin başlangıcı ile denk geliyor sanıyorum.
> Ben 1986 mezunuyum. Okul bitene kadar dergilere hep bir şeyler yolladım.

> Yazarlık maceralarınız evlilik hayatınızı nasıl etkiledi?
> Evlilikten sonra, çok daha sağlam mesnetler aramaya başladım. Sonra kendi adıma bir karar verdim: En az birkaç tefsir bitirmeliyim. Hiç olmazsa Kütüb-ü Sitte’yi okumalıyım.

> Bu kararı alma gerekçeniz ne idi?
> İnancımın temelini oturtmak istedim. Ben bir Türküm, bir Müslümanım… Türk olduğum noktasında kökenimi inceleme dururum yok. En fazla birkaç kuşak öteye gidebilirim. Ama bilebildiğim kuşakların hepsi “Biz Türküz” diyor. Bunu öylece kabul ediyorum. Ama Müslüman olmanın gerektirdiği bazı şeyler vardı. Bu noktada da, biz hepimiz bu toplumun evladıyız. Elimizi attığımız her yerden, birbirinden çok farklı, bazen da birbirine düşman haline gelmiş yapılanmalar vardı. Biri ile ters düşmüş, birbirinin okuduğunu okumayan, birinin doğru dediğine öbürünün yanlış diyenler çoktu.
Ben bu tür tartışmaların içine hiç girmek istemedim. Bunları dinledim ama bana hiçbir zaman güzel gelmedi. Ben şunu bütün ömrüm boyunca düşünce dünyamın temeline oturtmaya gayret ettim: Ehl-i kıble tekfir olunmaz.

İslam bana bu hakkı vermemişse, o zaman bu kişi Müslümandır. Bunu sorgulamak da bana kalmamıştır. Onun Rabbi ile arasındaki bir konu. Dolayısıyla, bir Müslümanın, bir başka Müslüman’ı bu noktada ameliyat masasına yatırma gibi bir hakkı yok. Ben kendimi böyle bir çizgiye getirdim. Ben, burada bir mü’min kardeşimin ne kadar dindarlığını tartışamam. Bana düşen, “Ben neyim, nasıl bir yerdeyim?” bunu sorgulamak.

> Yani size göre ameliyat masasına kendimizi mi koymalıyız? Bütün bunları kendi üzerimizde mi uygulamalıyız?
> İşte bunlardan dolayı, Kütüb-ü Site bitmeden konuşmayacağım, yazmayacağım dedim. Ama çevre pek rahat bırakmadı.

> Bir dakika. Verdiğiniz karar, yazmama üzerine mi idi, konuşmama üzerine mi?-
> Şöyle diyeyim. Düşüncelerimi paylaştığım birisi hep vardı. Okumayı bitirmeden paylaşmayacağım dedim. Ama bunu yapamadım. Birileri sürekli etrafımda var idi. Daha sonra hem okudum, hep paylaştım. Bana göre de bu doğru oldu.

> Bir anlamda laboratuar çalışması yapmış oldunuz?
> Şöyle diyeyim. Nasılki malda bir zekat payı vardır. Bana göre, hafızaya alınanın da helal olması için onun da zekatının verilmesi gerekir. Zekatını vermediğimiz bilgi bize helal olmuyor.

> Buna bilgi de dahil.
> Evet. Bilgi de dahil.

> Sizin yazdıklarınızda enteresan bir çizgi var. Sanki, yazdığınız konular, çocuklarınızla birlikte büyümüş, gelişmiş gibi.
> Siz bizim son kitabımızı gördünüz. Evlendim, “Eşiniz Sizden Ne İster?”i yazdım. Çevre ile fazla haşır neşir olduk, “Geçimsizliğin Çözümü Var”ı yazdık. Tabii biz de bir takım sıkıntılar yaşadık. 12 Eylül, 28 Şubat… Bunların bizim üstümüzde etkisi var.

28 Şubat’ın dalgasının ardından “Hayatın Önsözü”nü yazdık. Ondan sonra, bir seferinde de taşınacaktım. Eldeki bütün kitapları elden geçirmiştim. Bir baktım, ben aile eğitimi ile ilgili gördüğüm her kitabı almışım. Anne baba hakkı ile ilgili bolca kitap almışım. Piyasada bu hususta çok kitap var zaten. Sonra düşündüm, özellikle okuduğum hadisler beni bu noktaya getirdi. Bu iki kitabıma “evlat hakkı” diyorum. Allah’ın Resulu, çocukların hakları ile ilgili o kadar çok şey söylemiş ki… Garip olan bu hususta hiç kitap yazılmamış olması.

-Biz hep tersini biliyoruz. Anne baba hakkını…
-Ben annemin karşısında öyle bir köşeye sıkışmış durumdayım ki, “Sütümü sana haram ederim” dediğinde akan sular duruyor. Ben anneme, “Benim de senin üzerinde şöyle bir hakkım var” diyemiyorum.

Burada şunu tespit ettim. Kitapları hep büyükler yazdığı için, onlar da hep anne baba olduğu için madalyonun bir yüzünü göstermişler.

> Yani anne bababalar bir anlamda çocukları bu konuda biraz sömürmüşler mi?
> Genç bir insan, “Benim de bir evlat olarak, senin üzerinde şöyle bir hakkım varmış” diyemiyor. Bu kitaplarda şaşkınlık veren bir geri dönüşüm aldık. Bu kitapların ilk maddesi, “Evlilik öncesini temiz tutunuz” idi. Bu bir evlat hakkıdır. Bir erkek veya bir kadın, evlilikten önce, bir sürü kimse ile düşmüş kalkmış ise, çocuğu da dünyaya geldikten sonra, annesi ile birlikteyken diyelim ki bir erkek, bir başka kadını hayal ediyorsa, çocuğunun annesinin ilk olması hakkını yerine getirmemiştir.

Buna benzer pek çok husus var. Onlara yapılması gereken infak, eğitimi noktasında gösterilmesi gereken titizlik var. Bu noktalara ben tersinden bakmaya çalıştım. Alışık ve bildik olmayan yüzüydü bu. Evlat Hakkı diyebileceğimiz bu iki kitabımız dünyaya geldi. Bu normalde tek kitap olarak hazırlanmıştı. Yayınevimizin isteği üzerine bunu ikiye ayırdık.

Çalıştığım dönemde de etkili çalışmalar yaptım. 200 dolayında öğrencimiz vardı. Onlara, “Haydi arkadaşlar, anne babalarınıza mektup yazalım” dedim. “Şikayetçi olduğunuz ve memnun olduğunuz yönlerini yazıya dökün” dedim.

Bunlar, benim elime kompozisyon olarak geldi. O sırada benim çocuklarım daha küçüktü. Anne olarak ben de bunlardan kopya almak istedim. Bu iki kitabın arkasında da “Çocuklar anne babalarından ne ister?” diye bölüm var. Bunları ikiye ayırdık.

Mesela bizim en çok unuttuğumuz şeylerden bir tanesi şu: Yaşımız kaç olursa olsun, anne babamızdan alacağımız moral destek vardır.

Ayrıntılı bilgi ve yazarla iletişim için:

e-mail: a.durmus@mynet.com

www.nesilyayinlari.com

YORUMLAR 46
  • Genç Osman 16 yıl önce Şikayet Et
    Allah yar ve yardımcısı olsun. Gerçek miliyetçi ve gerçek ülkücü başkan, inşaalah 23 temmuzda sizi mecliste görürüz. Bu milleti en iyi şekilde temsil edeceğinize hiç şüphemiz yok.
    Cevapla
  • bir türk 16 yıl önce Şikayet Et
    bbp. şöyle yorumlara göz gezdirdim de.bütün yorumlar muhsin başkanı övüyor.ama bbp hala bağımsız olarak seçime gidiyor.sandıkdaki milletle yorumlardaki millet birbirini tutmuyor.
    Cevapla
  • Fatih KOÇTÜRK 16 yıl önce Şikayet Et
    Özüde bir Sözüde bir. Özü sözü bir olan gerçek bir idealist gerçek bir ülkücü gerçek bir lider olan Sn. Muhsin YAZICIOĞLU inşallah 22 Temmuzda bağımsız olarak meclise sen gireceksin.. CHP\'nin değirmenine su taşıyan bahçeli barakın altında boğulacak ve gerçek davayı gerçek ülküceleri inşallah 22 temmuzdan sonra seninle beraber şahlanacaktır Allah yar ve yardımcın olsun..
    Cevapla
  • mehmet payas 16 yıl önce Şikayet Et
    işte bu liderlik. biz genelbaşkanımızı zaten çok yakından tanıyoruz burda yazara teşekür ediyorum anlamayanlar inşallah ilerde anlar muhsin yazıcıoğlu türkiye nin birdegeridir allah yolunu yolumuzu acık eylesin.
    Cevapla
  • mehmet ercis 16 yıl önce Şikayet Et
    yakışır. cumhurun gonlündeki başkan Yazıcıoğlu Allah yar ve yardımcısı olsun
    Cevapla
Daha fazla yorum görüntüle
DİĞER HABERLER
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan İranlı mevkidaşıyla görüştü
KAAN için yeni aşama! Teslim tarihi öne çekildi