'Tarsuslu Paul'ün memleketinde bir gün
Aziz Paul ya da Saint Paul yılının son gününde Tarsus'ta bir dizi etkinlik yapıldı. Etkinlikler Hristiyan dünyasının odağı oldu. Bir başka açıdan Tarsus izlenimlerini Feyza Tanık yazdı.
Feyza TANIK'ın izlenimleri
Papa 16. Benedictus’sun, 28 Haziran 2008 ve 29 Haziran 2009 tarihleri arasındaki bir yılı Saint Paul yılı ilan etmesi üzerine Tarsus’ta çeşitli etkinlikler yapıldı.
Önce bizim toplumumuzda Aziz Paul, Batı dünyasında ise Saint Paul olarak bilinen ismin kim olduğuna bakalım. Hristiyanlar için 12 havariden daha üstün tutulan Aziz Paul Hristiyanlığın da ilk papası. İncil'in son bölümünde yer alan mektuplarında kendinde, "Ben Tarsuslu Paul" diye bahseden Saint Paul, Tarsus’ta bakırcılıkla uğraşan Yahudi bir ailenin oğlu. Eğitim için gittiği Kudüs’te ilk zamanlar Hristiyanlık düşmanı olsa da vatanına bir Hristiyan olarak döner ve Hristiyanlığın yayılmasında önemli rol oynar.
İşte, Hristiyan dünyasının bu önemli ismi Aziz Paul yılının son gününde Saint Paul kilisesinde kapanış ayini düzenlendi. Müze olarak kullanılan kilisedeki ayine; Vatikan’dan gelen Papanın elçisi Tauran'ın yanı sıra, çok sayıda Hristiyan din adamı ve yurtdışından gelen Hristiyanlar katıldı.
Etkinlikler için Tarsus Belediyesi'nin Türk basınını daveti üzerine biz de Tarsus’a gittik. Kilisedeki ayini izledik, sonrasında dinler arası diyalog isimli barış paneline katıldık. Dünya basınında daha çok yankı uyandıracak organizasyonda Papa 16. Benediktus’un gönderdiği mektup okundu, 3 dinin temsilcileri bir araya geldi. Dinler arası diyalog, anlayış ve barış üzerine mesajlar verildi.
Ancak Tarsus gezisi bir Güney ve Güneydoğulu olarak bana topraklarımızda var olan mirası ne kadar bilmediğimi gösterdi. İnsanın sahip olduğu veya yakın olduğu değerler nasıl kanıksanıyor ve görmezden geliniyor bir kez daha anlamış oldum.
Tarsus; 230 tescilli tarihi esere sahip. Gerçek anlamda tarihi miras üzerine kurulu bir kent ve kesinlikle tanıtım yetersizliğinden hak ettiği ilgiyi göremiyor. Tarihi 10 bin yıl önceye dayanıyor. Kentte insanlar kazı yapmaya korkuyor. Çünkü oturduğu evin altını kazsa tarihi eser çıkabilir.
DONUKTAŞ
Mesela benim en çok ilgimi çeken ve büyük bir muamma olan Donuktaş Mabedi. Yapının dünyada bir eşi daha yok. Ne amaçla yapıldığı, kim tarafından ne olarak yapıldığı bilinmiyor.
100 metre uzunluğunda 43 metre genişliğinde 6 metre duvar kalınlığı olan bir taş kütlesi görünümünde. Duvarlar konglemera ve Roma harcıyla inşa edilmiş. Büyük bir rampadan girilen alana yakın zaman önce kapı yapılmış. Ne olduğu bilinmediği için yapı bugüne kadar ilgisiz ve bakımsız kalmış.
Ancak Donuktaş’la ilgili birkaç olasılık mevcut. Bunlardan en çok ilgiyi çekeni bir Mitra Tapınağı olma olasılığı. Çünkü Mitra dini Hristiyanlık öncesi Tarsus’tan o zamanki bilinen dünyaya hızla yayılmış ve M.S. 4. yüzyıla kadar etkisi devam etmiş bir din.
Yapılan araştırmalara göre askerle yayılan ve otoritenin pek onay vermediği Mitra dini batıda Hristiyanlığın hakimiyetiyle günümüze ulaşamamış.
Araştırmacıların dediğine göre Mitra erkek egemen bir din, ayinleri ise yeraltında yapılıyormuş. Donuktaş Mabedinde daha önce yapılan kazı çalışmalarında çok sayıda kandil bulunmuş olması da buranın bir tapınak olma ihtimalini destekliyor.
Bir rivayete göre Tanrı Mitra bir kadından değil Tanrının üflemesiyle bir bakireden dünyay gelir ve iki kere dünyaya gelir. Son akşam yemeğinde Mitra’nın yanında 12 kişi vardır. Bölgede anlatılan hikaye Hristiyanlığa oldukça yakın.
Hatta biraz daha bilgi edinmeye çalıştığımızda asker kökenli yayılan Mitra’nın; Siyon Tarikatı ve tapınak şövalyelerinin temellerini oluşturduğu bile düşünülüyor. Tabiî ki bunlar uzak tarih için birer varsayım.
Dünyada Mitra Kongreleri yapılıyor, ilki 1970’li yıllarda Manchester’da yapılmış. Donuktaş, Tarsus’ta doğan Mitra dininin tapınağı olsa kongrelerin bir kısmı anavatanında yapılsa? Ki Mitranın doğduğu topraklarda bir tapınağının olması hiç de garip bir rastlantı olmaz. Bölgeye ve dolayısıyla Türkiye’ye dünyadan gelecek ilgiyi artırmaktan başka da bir zararı olmaz.
Yıkılmaya yüz tutmuş Donuktaş’a gereken ilgi ve alaka gösterilmeden merak uyandırması veya ziyaret edilmesi beklenemez çünkü oldukça kötü durumda.
Şimdiye kadar yazdıklarım bölgede gördüklerim ve duyduklarımdı. Bir de bunların zihnimde şekillendiği renkler kokular ve senaryolarından söz etmek istiyorum. Gittiğim yerde oraya ait bir şeyler var bende hissine kapılmadığımda yaşananların lezzetine varamıyorum.
Tarsus benim için 28 Haziran 2009’dan itibaren gizemli bir kente dönüştü. Saint Paul kilisesinin kapısında çeşitli ülkelerden gelen Hristiyan din adamlarının seramoniyle girişini izlerken yakın zamanda 2 kere seyrettiğim öğrenciyken kitabını okuduğum Melekler ve Şeytanlar filmi belirdi. Sanki bir an karşımdaki manzaranın etkisiyle Vatikan’a gittim.
Hoşgörü temelli Hristiyanlığın aslında Hristiyanlarca o kadar da hoşgörüye yer vermediğini hissettim. Bölgede yaşayan Hristiyan bir kadının gazeteci bir arkadaşımın dediğini anlamamakta ısrar ederek bir de üstüne hakaret etmesini yadırgadım.
Elbette bütün bir Hristiyanlık alemini bir tek kişinin davranışıyla ele alıp karar veremem. Ama onlar için böylesi anlamlı bir günde anlayış ve hoşgörü içinde görmüş olmayı tercih ederdim. Akşam Şelale’nin yanı başında yemek yerken masadan birinin “Maria Magdelana’nın kabri de Tarsus’ta” demesi üzerine o çakan şimşekleri herhangi bir yazın diliyle anlatmam mümkün değil.
Dünya son birkaç yıldır kutsal kase tartışmaları yaparken bunlara temel sağlayacak araştırma bölgesinin bizim ülkemizde yer alması oldukça heyacanlandırdı ve birden Tarsus’un yurtdışından milyonlarca turistin akına uğradığı gözümün önüne geldi.
Türkiye din turizminde yepyeni bir açılım kocaman bir adım atsa hem de bütün dünya 2008 finansal krizinde ne yapacağını şaşırmışken güzel olmaz mı?
Tarsus notlarından bugünlük bu kadar Bir sonraki Tarsus yazımda sizlere yine tarihi yerlerden Danyal (Daniel) A.S.’ın kabri, Ulu Cami ve hemen yanındaki Kırk Kaşık Bedesteni hakkında bilgiler paylaşacağım.