Bahadıroğlu: Nursi'nin naaşı karada

Yavuz Bahadıroğlu, Hürriyet'in Soner Yalçın'ın Efendi 2'deki iddiasını sürmanşetten vermesini ağır eleştirdi ve mezarı defnedenlerle yaptığı konuşmayı anlattı.

Bahadıroğlu: Nursi'nin naaşı karada
Bahadıroğlu: Nursi'nin naaşı karada
GİRİŞ 21.06.2006 15:55 GÜNCELLEME 21.06.2006 15:55

Nurcuların önde gelen yayın organlarından Moral FM'de günlük yorumlar yapan Nur Cemaatinin önde gelen yazarlarından Yavuz Bahadıroğlu, Soner yalçın 'ın Efendi 2 kitabında yer alan iddiayı Hürriyet'in sürmanşetten veriş tarzını kınadı ve içerikteki iddianın mesnetsiz olduğunu söyledi. Bahadıroğlu, bugün Moral FM'de şu konuşmayı yaptı;


 









Menderes’i astıran cunta, Said Nursî ’nin naaşını nereye kaçırdı?
 


Seda Sayan’ın sevgilisiyle bozuşması, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girip girmemesinden daha çok önemseniyor, Hülya Avşar’ın boşanması tüm “ciddi” haberlerin önüne geçiyor, ya da evli bir prodüktörün televizyon ekranlarından şarkıcı sevgilisine ilân-ı aşk etmesi Türkiye’nin demokratikleşmesinden daha çok konuşuluyorsa, hayat magazinleşmiş, iman, ilim, sanat ve gerçek gibi “özgür” kavramlar da magazinleşmenin gölgesi altına girmiş demektir…


Önce bir kuralı hatırlatalım: Hayat magazinleştikçe iman, ilim, sanat ve gerçek tehdit altına girer…


Türkiye’de uzun zamandan beri hayat magazin kokuyor. En “ciddi gibi” duran gazeteler bile, kışkırtıcı magazine birinci sayfalarında, hattâ sürmanşetlerinde yer veriyorlar…


Dolayısıyla çoktan beridir iman, ilim, sanat ve gerçek gibi özgür ve kutsal kavramlar magazinin tehdidi altında, tazyik altında bulunuyor…


İlmin ve gerçeğin yerini git gide kurgu, hayal, spekülâsyon ve komplo teorileri alıyor: Artık gerçeği arama cehdi bitmiş, hayat “zevk” ve “eğlence”den ibaret bir kavrama dönüşmüştür!


Elbette hayatın içinde zevk ve eğlence vardır, ancak hayatın tümü bunlardan ibaret değildir. Hayatı bunlardan ibaret hale getirmek, tekdüzeliğe indirgeyip renksizleştirmek anlamına gelir ki, tekdüzeliğin sonu bıkkınlık, bıkkınlığın neticesi ise intihardır: “Zevk”in ve “eğlence”nin bittiği yerde hayat da biter…


Toplumu magazine kışkırtanlar bu noktalardan da sorgulanmalıdırlar.


Bediüzzaman Said Nursi’ye iliştin haberi Hürriyet’in sürmanşetinde okuyunca, aklımdan bunlar geçti.


Düşündüm: Bediüzzaman’ı tüm fikri birikimi, ufku, niyeti ve mahiyetiyle ortaya koyan eserlerinin reklâmını “yayın iilkelerine aykırı” düştüğü gerekçesiyle almayan Hürriyet Gazetesi, Bediüzzaman’a ilişkin ispatsız bir iddiaya neden dört elle sarılmış, neden sürmanşetine çekmiş olabilirdi?


Amaç bir olaydan ve bu olayı açıklayan bir kitaptan toplumu haberdar etmek olsaydı, zahmet edilip bu konu azıcık araştırılır, Bediüzzaman hakkında tarafsız imzaların yaptığı çalışmalar gözden geçirilir, Bediüzzaman’la yıllarını paylaşmış insanlarla konuşulurdu.


Kimseye gazetecilik dersi verecek değilim, (ama aslında 35 yılını mesleğe vermiş bir gazeteci olarak bunu pekalâ yapabilirim) ama gerçek habercilik budur. En azından konuya ilişkin tüm iddialar tarafsız bir biçimde yansıtılır.


Ama galiba amaç gerçeği aramak, bilimsel olgulara uygun yayın yapmak, gazetecilik ilkelerine sadık kalmak filan değil, spekülâsyon yapmak, kışkırtmak, merakları yanlışa yönlendirmek ve bu sayede çok gazete satıp çok para kazanmaktır!


Maksadınız spekülâsyon olunca, tutar bir iddiayı sürmanşetinize taşırsınız: “Cesedi (Bediüzzaman’ın) Kıbrıs’ta denize mi atıldı?”


Gerçek diyor ki: Hayır! 27 Mayıs 1960 darbesini müteakip Bediüzzaman’ın naaşı Urfa/ Halilürrahman’daki türbesinden alınıp Isparta civarına kaçırıldı ve oralarda bir yere defnedildi.


Bir görgü şahidiyle bizzat konuştum. O tarihte askermiş. Birkaç askerle birlikte Urfa’ya götürülmüşler. Önce tüm Urfa askeri kuşatmaya alınmış. Sokağa çıkma yasağı konmuş. (Çünkü, halk yerine silaha dayanan diktatörler, silah açısından ne kadar güçlü olurlarsa olsunlar, halktan korkarlar) Gece vakti Bediüzzaman’ın kabrinin mermerleri balyoslarla kırılıp mezardan çıkarılmış. (bunu yazarken bile, insan olarak, acı duyuyorum)


Bediüzzümün Hazretlerinin rahmetli kardeşi Abdülmecid Ünlukul, olayı şu şekilde anlatıyor:


“Temmuz ayının başlarında ve abimin vefatının dördüncü ayı idi. Kon­ya ’da Mevlânâ Türbesi civarında kira ile oturduğumuz eve, öğle namazı vaktinde ismini sonradan öğrendiğim Birinci Şube Şefi İbrahim Yüksel geldi: “Sizi Vali Bey çağırıyor” dedi. Kendisiyle beraber vilayete gittik. İçeri girdiğimizde üç general vardı. Biri Cemal Tural, diğeri Refik Tulga idi. Refik Tulga o zaman İkinci Ordu Kumandanı ve geçici Konya  Valisi’ydi.


“Cemal Tural bana ‘Abinizin kabrini Şark ahalisi ve güney sınırımızdan kaçak gelip ziyaret edenler var. Nazik bir zamandayız. Sizin de işti­rakiniz ile kabrini İç Anadolu’ya nakledeceğiz. Şu kâğıdı lütfen imzalayın’ diye benim ağzımdan yazılmış bir dilekçe uzattı.


“Bunu okudum. ‘Benim böyle bir isteğim yok. Ne olur hiç olmazsa kab­rinde rahat etsin’ dedim.


“’İmzalamaya mecbursun. Bizi zor du­rumda bırakma’ dediler. (Bu olayın 12 Temmuz 1960 geçesi yaşandığını başka bir hatıradan öğreniyoruz)


“Dilekçeyi imzaladıktan sonra, bizi havaalanına götürecek vasıtaya bindik… Aynı uçakla Ur­fa ya gittik… Akşam olduktan sonra bir ciple beni bir yüzbaşı refakatinde ve bazı erlerle beraber Halilürrahman Dergâhı’na götürdüler. Caminin avlusunda iki tane tabut vardı. Bazı askerler dolaşıyordu. (Necmeddin Şahiner, Bilinmeyen Taraflarıyla Bediüzzaman Said Nursi, Nesil Yayınları, 473-474)


“Yanıma bir doktor geldi. ‘Fazla merak edip üzülme­yin. Üstad’ı Anadolu ’ya naklediyoruz. Onun için sizi buraya getir­diler’ dedi. Doktorun bu sözl­eri üzerine sinirlerim tamamen bozul­muştu ve ağlıyordum.


“Doktor askerlere, ‘Bu tabutu açıp Üstad’ı öbür tabuta alacağız’ dedi. Fakat erler çekiniyor ve korkuyorlardı. ‘Biz yapamayız, çarpılırız’ dediler. Fakat doktor, ‘Kardeşlerim biz emir kuluyuz. Ne yapalım mecburuz’ dedi. Hep beraber tabutu açtık. İçimden ‘Seyda’nın kemikleri birbirine karışmıştır’ diyordum. Fakat elimi kefene sürünce sanki yeni vefat etmiş gibi bir hâl vardı. Yalnız kefenin ağız kısmı biraz sararmıştı, dışında da bir su damlası şeklinde bir leke vardı. Doktor kefenin ağzını açtı; yüzüne baktım, âdeta tebessüm ediyordu. (Aynı ifadeleri o gece görevli olarak orada bulunan bir askerin ağzından ben de duydum)… Bütün işler bittikten sonra, bir askerî cemseye bindik. Doğru uçağın yanına… Caddelerde hep süngülü askerler geziyordu.


“İlk uçak tabutu almadı. Saatler sonra ikinci uçak geldi, tabutu bunun içine uzattık. Ben de yanına oturdum. İçimi hüzün, gözlerimi yaş kaplamıştı. (Mary F. Weld, Bediüzzaman Said Nursi, Etkileşim Yayınları)


Abdülmecid Ünlukul , bir başka eserde daha fazla ayrıntı veriyor (bak, Abdülkadir Badıllı, Bediüzzaman Said Nursi, Mufassal Tarihçe-i Hayatı, Timaş, 3: 2197-2198)


Kısacası, gerçekler tüm ayrıntısıyla ortada. Buna rağmen magazin tutkunlarının spekülâsyonunu engellemek mümkün değil.


YAVUZ BAHADIROĞLU / MORAL FM / 21/06/2006


 

YORUMLAR İLK YORUM YAPAN SEN OL
DİĞER HABERLER
Türkiye'nin en iyi işverenleri belli oldu! 600’den fazla şirket analiz edildi...
İmamoğlu'ndan tepki çeken Hamas çıkışı!