Bakan ikn TIR şoförü gibiydim!

Eski Milli Eğitim Bakanı Nimet Baş, bakanlık yaptığı dönemden, ailesine ve daha birçok konuda sorularını yanıtladı..

Bakan ikn TIR şoförü gibiydim!
Bakan ikn TIR şoförü gibiydim!
GİRİŞ 23.09.2013 17:01 GÜNCELLEME 23.09.2013 17:01

Hülya Okur'un röportajı

"O ahenk ile okunan bir şiir gibi...Sanki şairin 'muhabbet menba gibi kevserinden içeli' dediği...Sanki bir başka şairin sırrını her gün bir parça veren fakat hiçbir zaman büsbütün teslim olmayacak diye yazdığı gözler gibi...Çocukların salıncaklarını  sallayan gizli bir el gibi...devrilen ağaçların zarif kalmayı başarmış yaprakları gibi...ılımlı havasıyla beşinci mevsimi bulmuş biri gibi...Bence herşeyden öte kendisi gibi...Nimet Baş(Çubukçu) sizlerle"

“GÜZEL BİR AİLEDE BÜYÜDÜM”

1965 Karaman doğumlusunuz. Nimet Baş, ülkesi için nasıl bir nimetti onu biliyoruz ama ailesi için nasıldı, onu biraz anlatabilir misiniz?

Bu konulardan konuşmaktan yana değilim ama kısaca “Güzel bir ailede büyüdüm” demek istiyorum.

Oğlunuz Çağrı'ya rağmen, eski eşiniz Birol Çubukçu'dan 2011'de boşandınız. Sizi bağrına basan, içlerinden biri olduğunuz ailelerin çokluğu, kendi yaşamanızdaki aile ihtiyacınızı azaltmış olabilir mi?

 (Cevap yok)

“BANA VERİLEN İŞLERİ, YARIM ZAMANLI VE YARIM TABANLI YAPMADIM”

İstanbul'da avukatlık yaparken Ak Partinin kuruluşunda yer aldınız. Parlamentoya girip, Bakan oldunuz, önce Kadın ve aileden sorumlu Bakandınız, sonra Mili Eğitim Bakanı. Türkiye'nin aralıksız Bakanlık yapan ilk kadınısınız. Bunca başarıyı taşımak zor olmadı mı?

İnsanın kendisi için başarılı veya başarısız gibi tanımlamalar yapması zordur. Siyaset, kamuoyunun taktiri veya teveccühü ile sürdürülebilen bir şeydir, inşallah o dönemlere ait güzel bir iz bırakmışımdır. Bana verilen işleri, yarım zamanlı ve yarım tabanlı yapmadım. Bütün hayatımı o işe adayacak şekilde yaptım, dolayısıyla emaneti o anlamda dikkatle koruduğumu düşünüyorum, umarım bıraktığım iz de öyle olmuştur. 

“MİLLİ EĞİTİM BAKANLIĞI GÖREVİ, KADIN VE AİLEDEN SORUMLU BAKANLIKTAN DAHA YOĞUNDU”

Rauf Tamer, “Milli Eğitim'den bahsediyoruz...?Çocuk yetiştiriyoruz. Talim-Terbiye ne güzel lâf, değil mi? Ama terbiye, talim'den daha mühim.” diye yazmıştı. Kadın ve aileden sorumlu bakan iken daha mı az ağırlık hissetiniz üzerinizde?

Yok, hayır. Hiç birisi birbirinden daha kolay değil. Kadın ve aileden sorumlu olduğum dönemde aynı zamanda engelliler, kimsesiz çocuklar gibi toplumun en dezavantajlı ve toplumun en yoğun ilgi göstermesi gereken alanlarıyla ilgilendim. Yoğunluk duygusu, sizin adanmışlık duygunuzla koşut bir şeydir, yaptığınız işle çok ilgili değildir, ben başka bir şey de yapıyor olsam, aynı duyguyla hareket ediyorum. Dolayısıyla ikisi, kıyaslanabilecek bir şey değil. Ama teknik olarak(duygu olarak söylemiyorum)şunu söyleyebilirim ki, “Elbette Mili Eğitim Bakanlığı sorumluluk açısından, hitap ettiği kitleler açısından, toplumsal etkileşim açısından en yoğun bakanlık. O manada biraz daha farklıydı.

“İLK KADIN MİLLİ EĞİTİM BAKANI OLMAM, BAŞBAKANIN KADINA VERDİĞİ ÖNEMİN BİR GÖSTERGESİ”

“BİR KIZ ÖĞRENCİNİN HAYALLERİNİ DEĞİŞTİREBİLDİYSEM, NE MUTLU BANA”

Meclis albümünde eski görevleriniz yazılırken Milli Eğitim'de ilk kadın bakan olduğunuz vurgulanmamıştı. Türkiye'nin ilk kadın Milli Eğitim Bakanı, duygusallık açısından erkek bakanlara göre daha mı dezavantajlı konumdaydı? 

Yok, öyle bir farklılık hissetmedim. Kadınların, cinsiyet farklılığından kaynaklanan farklı bakış açıları var elbette. Ama açıkçası “kadınlar daha duygusal yaklaşır” yaklaşımı toplumda zayıflık olarak da sunuluyor. O yüzden ben bunu reddediyorum. Elbette duygusal bir insanım, elbette olaylara yaklaşımım böyle ama benim gibi düşünen ve davranan erkek siyasetçiler de var. Bu farklılık olumlu anlamda kullanılmak istenirken, dezavantaja da dönüştürülüyor kadınlar üzerinde. İlk olmak kavramı çok büyük bir onur benim için. Sadece çocuğuma değil, torunlarıma da bırakacağım olumlu bir miras. Bu, Ak Parti'nin, Başbakanın kadınlara verdiği önemle de ilgili bir şey. Ülkenin en büyük Bakanlığı ile ilgili bir görevlendirmeydi bu. Buradan baktığınız zaman, önemli bir mesajın verildiğini düşünüyorum. Bir aylık Mili Eğitim Bakanı iken, Ardahan'da bir kız öğrenci yurdunu ziyaret ettim, kız çocuklarına ne olmak istiyorsunuz sorusu soruluyordu, bir tanesi şöyle dedi: “Önce hukuk okumak istiyorum, sonra da Milli Eğitim Bakanı olacağım” Ben de hukuk mezunuyum, deyince, “Evet biliyorum, sizin öz geçmişinize baktım” dedi, aslında benim özgezmişime bakarak, bunların yapılabilirliğini görmüş. Anadolu'nun en ücra ilinde, bir kız yurdunda, bir kız öğrencinin hayallerini değiştirebildiysem ne mutlu bana.

“MUSTAFA KEMAL ATATÜRK, BU ÜLKE İÇİN SON DERECE ANLAMLI”

“TÜM KESİMLER CUMHURİYETLE BARIŞMALI”

“ATATÜRKÇÜLÜK ÜZERİNDEN YAPILAN AYRIŞTIRMAYI RAHATSIZ EDİCİ BULUYORUM”

“KONUMUMUZU “BORÇLUDUR, ALACAKLIDIR” DİYE TARİF ETMİYORUM”

Başbakanın kadına verdiği öneme dikkat çektiniz de…Tufan Türenç sizin için; ”Nimet Hanım cumhuriyetin ürünü modern bir kadın. Kendisi bugün o koltukta oturuyorsa bu Atatürk ilke ve devrimleri sayesindedir.” demişti. Size duruşunuzu ve özgürlüğünüzü kazandıran şeyde Atatürk'ün payı nedir?

Aslında bazı meseleleri bağlamından kopararak tartıştığımızı düşünüyorum, asıl sorunumuz da bu. Mustafa Kemal Atatürk, bu ülke için son derece anlamlı.  Hem ülkenin kurtuluşu hem de milli mücadeledeki rolünü hiçbirimiz yadsımıyoruz. Ama Mustafa Kemal Atatürk'ün ülkenin kurucu bir değeri olarak, bu toplumun birleştirici unsuru olması gerekirken, herkesin birbirini Atatürkçülük üzerinden yıllarca üretilen bu resmi ideoloji çerçevesindeki ayrıştırıcı tanımlamalardan çok rahatsız oluyorum. Kadınların görünüşleri veya onların nasıl giyindikleri onların Atatürkçü olup olmadığını belirlemediği gibi ilkesel yaklaşılmasını da doğru bulmuyorum, başka birinin yaklaşımı böyle olabilir ama benim yaklaşımım asla böyle değil. Ben bulunduğumuz konumu “Borçludur, alacaklıdır” gibi tanımlamalarla tarif etmiyorum. 2013 yılındayız ve rica ediyorum insanlar bu tür dogmalardan, kavramlardan, kalıp yargılardan bir an önce kurtulsunlar. Benim başarım tartışılabilir ama bunu fazla ideolojik yaklaşım olarak görüyorum. Benim bulunduğum yerde, benim gibi görünmeyen, tercihleri farklı olan bir kadın da en az benim kadar başarılı olabilir. Ben kadın meselesine de böyle bakıyorum. İşte o zaman toplumun tüm kesimlerinin aslında cumhuriyetle barışması veya bu tür insanların herkesle ilgili değerlerini gözden geçirmesi gerekiyor. Bu tür tanımlamaları yapanların, doğru değer yargılarıyla hareket ettiğini düşünmüyorum. 

“28 ŞUBAT'TA HAK VE ÖZGÜRLÜKLERDE YANA TAVIR ALDIM”

“İNANÇLARINI SAMİMİ OLARAK YAŞAMAK İSTEYENLERİN YANINDAYDIM”

Wikileaks'te sizden söz edilirken, konusuna odaklanan, oldukça azimli sözlerinin ardından İslamcı MÜSİAD'ı savunduğunuz vurgusunda bulunulmuştu. İslam, siyasi çizginizin üzerinde mi, altında mı kaldı? 

İslam üzerine belirleyici veya anlatıcı bir role bürünmem, haddi aşmak olur. Ben kendimi dahi bu konu ile ilgili tanımlamaktan kaçınan bir insanım. 28 Şubat süreci, hak ve özgürlükler anlamında, toplumun büyük bir kesimini tedhiş altına alan, denetleyen ve bireysel hayatlarında kişilerin ne yapıp ne yapmaması gerektiğini söyleyecek kadar ağır geçen bir postmodern darbe dönemiydi. O dönem ben tutumumu hak ve özgürlüklerden yana aldım. Ve sadece MÜSİAD değil, düşünce dünyamızda önemli rolleri olan basın mensuplarını ve farklı insanları da savundum. O dönem benim açımdan onur vericidir, en azından avukatlık mesleğini icra ederken temel hak ve özgürlüklerine yönelik bir yerde durduğumu düşünüyorum. Özellikle darbe dönemleri, toplumsal kırılmaların, tarafların değiştiği kaygan dönemlerdir. Çok hızlı bir şekilde bugün yazdığını yarın değiştirebilir insanlar, veya bugün durduğu yeri yarın değiştirebilirler, o yüzden önemsiyorum. Bence samimi şekilde inançlarını yaşamak isteyen insanların mücadelesinde idim. Yani o irade ile oradaydım. Hala da tam olarak bu sağlanmadığı için daha da mücadele edilmesini gerektiğini düşünenlerdenim. 

“TAYYİP ERDOĞAN'IN DAVETİ BENİM İÇİN ÖNEMLİYDİ”

“BEN DİNDARIM DEMEK GÜZEL BİRŞEY DEĞİL”

Belki onun için Ak Parti'yi kurma fikri oluştu veya Ak Parti'ye bu nedenle dahil oldunuz. Siyasete Tayyip Bey olduğu için girdim, demiştiniz. 

Önemli bir etkendi daveti elbette ama din tanımlamaları (dindarlık veya dindar olmamak veya az dindar olmak) üzerinden gidince, bu sınıflandırmaları reddediyorum ben. Bu konuda benim düşüncelerim başka birisine göre çok daha radikal algılanabilir. Ben kendi inançlarım üzerinden kendimi tanımlamayı da yakışık bulmam. “Ben dindar biriyim” demek de güzel bir şey değil. Siyaset söz konusu olduğu zaman kendimle ilgili kişilik tamlamalarından uzak bakıyorum işe. 

“AK PARTİ SİYASETİNE, ONUN LİDERİNE YÜREKTEN İNANDIM”

“AK PARTİYE İLİŞTİRİLMİŞ BİR SİYASETÇİ DEĞİLİM”

Kendinizi tanımlamak istemeyebilirsiniz ama ortaya koyduğunuz bir siyasi duruş mutlaka vardır.4 Mayıs 2009'da Milli Eğitim Bakanlığı koltuğuna oturduktan sonra yayınladığınız ilk mesajda öğretmenlere maaş müjdesi vermiştiniz. 

Maaş müjdesi vermemiştim galiba, bu yanlış bir bilgi. Öğretmenlerin maaşlarını ben belirlemiyorum, Maliye Bakanlığı belirliyor çünkü. Şunu söyleyebilirim belki, Ak Partideki varlığım, belki de dış görünüş sınıflandırması nedeniyle her iki kesim tarafından da, hep başka bir şekilde algılandı. Ben Ak Parti siyasetine yürekten inandım. Ak Partiye inandım, onun liderine yürekten inandım ve içinde bulunduğum partinin program tüzüğünün hazırlanma safhasında bulundum, kurucusuyum çünkü ben inandığım yerdeyim ve inandığım değerleri savunuyorum. Bu çok insan açısından başka türlü yorumlandığı için altını çizerek vurguluyorum. Ak partiye iliştirilmiş bir siyasetçi değilim. Başta Başbakanımız olmak üzere hiçbir yöneticisi dışarıda algılandığı gibi algılamadı beni. Bir çok insanın Ak Partilileri bu tür zihinsel sorgulamalarıyla rahatsız ettiğini düşünüyorum. 

“BEN İYİ BİR AK PARTİLİYİM”

Kozmetik tabirini kullandıkları Çiller'den bile sizi ayıranlar oldu aslında. Çünkü siz bu partiyi özümseyenlerdendiniz. 

“OLCAY HANIM KONUSU ÖZEL YAKINLAŞMA DOĞURMADI”

Ben iyi bir Ak Partiliyim.

Tayyip ve Emine Erdoğan ile kurduğunuz gönül bağı, Olcay Hanım krizine bağlanır. Emine Hanım ve türban tartışmalarının alevlendiği bir dönemde, Deniz Baykal'a, "Sizin eşiniz Olcay Hanım nerede? Onu neden yanınızda göremiyoruz?" dediğiniz için, Hem Başbakan Erdoğan'ın, hem de Emine Hanım'ın gözdesi olduğunuz söylenir, doğru mu, bu refleksin bir karşılığı oldu mu?

Yakışıksız bir tabir bu. Kişisel olarak ele aldığım bir konu değil, şahsi bir savunma değildi. Bir kadına yönelik son derece ileri düzeyde, son derece rencide edici bir tutum söz konusuydu ve şiddetli tepkim de bunaydı, o günkü koşullarda verdiğim tepkiyi bugün de veririm. Başbakanımız ve değerli eşiyle ne bu olayla ilgili özel bir yakınlaşma doğmuştur ne de bu sebepler üzerine yakınlığımız gelişmiştir. Bu tür nedenle özel bir yakınlaşma olmaz. Nihayetinde benim orada ne söyleyeceğim hakkında az çok fikir sahibi insanlar zaten. Ben orada Kadın ve Aileden sorumlu devlet bakanıyım ve Başbakanın eşine son derece rencide edici ve kadın kimliği üzerinden bir söz söylenmişse, ben ona o gün de aynı şiddetle tepki gösterim, bugün de gösteririm. Bakış açım buydu. 

“DÜNYA KADINLAR GÜNÜ, SADECE KADINLARIN MESELESİYMİŞ GİBİ ALGILANMAYA DEVAM EDİYOR”

Yeri geldiğinde Ak Partiyi bile eleştirmiştiniz. Gülsüm Bilgehan'ın kürsüde konuşma yaptığı bir Kadınlar gününde, Bakanlar kurulu sandalyelerinde bir tek sizin oluşunuza üzülmüştünüz. 

8 Mart dünya kadınlar günü münasebetiyle mecliste oturum yapılmıştı, ve maalesef sadece bakanlar değil, erkek egemen bir meclis olduğu için milletvekilleri de gelmemişti. Çok trajik bir tabloydu. Bu mesele sadece kadınların meselesi gibi algılanmaya devam ediyor, onun da bir işaretiydi. İnsan bu konulardaki mücadelesini sadece muhalefete karşı vermez. Objektif bakmanız gereken konulardır. Bu konuda muhalefetle aranızda bir ayrılık oluşmaz, bazen muhalefetteki kadın milletvekilleri ile ortak bir nokta bulup, tüm erkek milletvekillerini hedef alan tutumlar da olabilir, orada tablo acıklı oldu. Ama gerçeği göstermesi açısından da iyi oldu.

“BAŞBAKAN KABİNE DIŞI KALMAM KONUSUNDA EN DOĞRU KARARI VERDİ”

‘Proje ve Operasyonel' ağırlıklı 61'inci hükümette kabine dışı kalmanızı: “Ben hiçbir şeyi sürpriz bulmam. Sürpriz olması için olağanüstü bir durum olması lazım. Bu çok olağan bir şey” diyerek karşılamıştınız. Bırakma kararı size bırakılsaydı, yolun neresinde dururdunuz?

Bırakma kararı, bana bırakılsaydı….ben olmayan şeyler üzerine hayal empatisi geliştirip, yorum yapan birisi değilim. Ben olsaydım diye bir cümle kurmamayı çok genç yaşlarda öğrendim. Ama gerçekten o dönem için olması gereken oldu. Nasıl ki Başbakanımızın Bakan olması yönündeki kararını olumlu kabul ediyorsanız, onu da edersiniz. Çünkü onlar hayatınız boyunca nihai sürdüreceğiniz işler değil. Bence en doğru kararı verdi Sayın Başbakan.Benim hakkımda en hayırlı karardı diye düşünüyorum.

“BENDEN MEMNUN OLMAYANLAR AZINLIKTAYDI”

“Ömer Dinçer'i Anlamak” başlığıyla yayınlanan bir yazıda, tükürdüğünü yalamakla suçlanmanız üzerine, “Ne benim ne ekibimin zaafı oldu. İhale derdi, rant derdi, para derdi, hırsızlık, namussuzluk bilmedik. Eş, kardeş, akraba, çocuk, hısım ne Bakanlıkta cirit attı ne de ihale işlerine bulaştı. Makamlara şerefle geldim, aynı onurla da ayrıldım.” diyerek kendinizi savundunuz. Aşk ile yaptığınız hizmet, en çok kimin beklentilerini karşıladı ya da karşılayamadı?

Olur ama bu çok doğal. Memnun ettikleriniz de olabilir, memnun olmayanlar da olabilir. Şükür ki onlar azınlıktaydı zaten. Yüzde yüz herkesi memnun etmeniz mümkün olmaz ki hayatta, siyasette de olmaz. 

“BAKAN OLURSUNUZ, OLMAZSINIZ BENİM AÇIMDAN BU KADAR BASİTTİR”

“AK PARTİDE EN YÜKSEK DÜZEYDE BEN ONORE EDİLDİM”

“MAKAMLARA ÇALIŞARAK DEĞİL, ‘NASİPSE' GELİRSİNİZ”

CHP, Meclis Başkanlığı için adınızın geçtiği dönemde, sizi başarısız ve taraflı buldukları için Cemil Çiçek'i destekleyeceklerini açıklamıştı. Yaptığınız işleri CHP gibi başarısız kabul edersek, Başarısızlık, Ak Partinin kendi içinde öğütebileceği bir mevhum mu?

 Bu konularda kriter, her zaman başarı veya başarısızlık değildir. Sayın Başbakan kabine değişikliğinden sonraki ilk gurup toplantısında bizlere teşekkür etti ve başarılı bir dönem geçirdiğimizi söyledi. Kamuoyunun taktiri de bu yöndeydi, her kabine değişikliğinden sonra yapılırkenki ve sonrasındaki sorgulamalar, o taktire ilişkin değer yargılarından çok vakit uzak oluyor. Bakan olursunuz, Bakan olmazsınız, benim açımdan bu bu kadar basittir. Sizlerin irdelediği gibi sebepleri irdeleyen birisi değilim. Tüm samimiyetimle söylüyorum, tek bir kişiye bile tek bir soru sormadım ben. Mesele yaptığım bir konu olmadı. Asıl zor olan, o sorumlulukları taşıdığınız dönemdir. Yaklaşık 7 yıl, Bakanlık yaptım, cumhuriyet tarihinin en uzun dönemli bakanlığını yaptım, ilk kadın Milli Eğitim Bakanı oldum, eğer siyasette bir kadının onore edilmesi ise, en yüksek düzeyde Ak Partide ben onore edildim. Dönüp de, böyle bir taktirde bulunan Sayın Başbakana karşı “Niye öyle oldu?”yu sormayı büyük bir haksızlık olarak görürüm. Ben minnettarım ve güzel bir şekilde helalleşerek ve iyi bir iz bırakarak ayrılmaktır önemli olan. Aranacak bir cevap da yok, sebep de yok. Bakan olduğum zaman da, “Şu yönünüzle mi?” diyorlardı, Bakan oldum çünkü şu şu becerilerim var gibi cümleleri de kurmadım o zaman. Bunu da çok yakışıksız bulurum, onu da. İstediğiniz kadar başarılı olun, istediğiniz kadar çalışın, bu tür makamlar çalışılarak gelinecek makamlar değil, nasip olursa gelirsiniz, Allah size nasip ederse olur, etmezse olmaz. Kadere inanan birisi olarak, kader çizgimdeki izlere dair sorgulama hayatımın hiçbir döneminde yapmadım, teslimiyetçi bir duygum vardır. 

“AK PARTİNİN SİYASETİ KONFORMİST BİR SİYASET DEĞİL”

Ama sanki nasıl çalıştığınızı vurgulama ihtiyacı duyduğunuz zamanlar oldu…Seçim günü için “Bölgemdeki 38 seçim mekanını gezdim. 510 sandığı tek tek dolaştım. Her biri için en az 10 basamak çıkmak gerekiyordu. Yani bu amaçla en az 5 bin basamak çıktım” ifadelerini kullandınız. Bu yorgunluğa değdi mi?

Kabine sonrasında söylemedim ki ben, seçim çalışmalarımızla ilgili söyledim. Ak Partinin başarısı dedikleri zaman, bütün milletvekillerinin, bakanların, teşkilatların çalışmasına örnek olarak verdim. Gerçekten biz bu tempo ile çalışarak başardık. Bir yerde oturup bekleyip, seçmen ayağımıza gelsin, demedik. Ak Partinin siyaseti konformist bir siyaset değildi, o yüzden de çok zorlu bir süreçti.

“ÇOCUK DEYİNCE AKLIMA MASUMİYET GELİYOR”

Elektronik ortamda öğrenci kaydı, 25 gün özürlü okula gitmeme hakkı, internet üzerinden eğitim hakkı, Yabancı Dil Öğretiminin Geliştirilmesi Projesi, İnternete teşvik için ‘TeknoKadın' Projesi, Haydi kızlar liseye projesi, İş için öğrenmek projesi..daha sayamadığım bir sürü yenilik. Sizin için söz konusu olan ülkenin geleceği miydi, çocukların mı? Hangisi daha büyük hassasiyetinizdi?

İkisinin geleceği zaten aynı. Dünyanın her yerindeki çocuğun hüznü titrerir, gülümsemesi gülümsetir beni. Çocuklara, milletleri, inançları bazında bakan birisi değilim. Çocuk deyince masumiyet geliyor aklıma. Masumiyet deyince de zaten başka şeyler gelmiyor. 

“ÇOCUĞUM MALATYA OLAYLARI SIRASINDA ÇOK YIPRANDI”

Malatya'daki çocuk yuvasında işkence olayından sonra, “Ben insan olarak, yapı olarak bir tek çocuğun gözyaşına bütün makamları feda ederim” demiştiniz. Böyle düşünmenize rağmen neden suçlandınız?

O dönemde şöyle bir vicdan sorgulaması yapılmıştı. Herkes gaddarlıkla, vicdansızlıkla suçluyordu. “Sen nasıl annesin, sen nasıl kadınsın” Bir yerde durmak adına bütün bunlara göz yuman bir insan olarak görüldüğüm, vicdansızlıkla suçlandığım bir dönemdi. Bazen kadın yazarların da, “Siz nasıl annesiniz, ben anneyim” diyerek, annelikle vicdan yarıştırması söz konusuydu ve çok ağır bir şekilde üstüme geliniyordu, henüz 3,5 aylık Bakandım. O tartışmaların sonrasındaki gelişmelere baktığımız zaman Türkiye'de çok önemli mesafe kat ettik, ama bir şeyi yapıp yapamayacağınızı bilmeden tamamen ideolojik şeylerle üzerime gelindi, açıkçası politika ve muhalefet üzerinde yapılan eleştirileri anlayabilirim ama insanların şahsi hayatını ve duygularının bu kadar acımasızca ve hoyratça hırpalanmasını hiçbir zaman doğru bulmadım.  Kaldı ki, çok ağır eleştirileri göğüslemiş insanlarız. Bunun da; kırılganlık, alınganlık, kadın siyasetçi ekseninde değerlendirilmesini istemiyorum, bu erkeklere de yapılsa, kim yaparsa yapsın hoş görmüyorum. Vicdandan, insanlıktan söz edenler sizin çocuğunuz üzerinden size saldırırlar, o zaman sen nasıl annesin sorusunu ben çok daha kolay sorabilirim, benim çocuğum o dönemde inanılmaz derecede yıprandı. Şunu söyleyebilirler: “Sizin çocuğunuzsa katlansın” -Hayır, değil, siyaset benim seçimim, benim çocuğumun seçimi değil, onu hedef alamazsınız, aldıkları zaman da tabi ki sertleşiyorsunuz. 

“TÜRKİYE, ENGELLİLER ALANINDA YAPILANLARLA, EN HIZLI GELİŞEN ÜLKE SEÇİLDİ”

Çocuklarınız konusundaki hassasiyetinize, engelliler eklenmişti. Bakanlığınız döneminde Türkiye'de bir ilke imza atarak, kartvizitlerinizi görme engelliler için özel olarak "brail alfabesi" ile bastırmıştınız. Somutlaştıramadığınız, hayata geçiremediğiniz hassasiyetleriniz de oldumu?

Benim geçiremediğim projeden ziyade, hepimizin Türkiye ile ilgili çok daha iyi idealleri ve hayalleri var elbette. Keşke Türkiye imkanları çok daha geniş bir ülke olsaydı, bu kadar uzun zamanda değil kısa zamanda yapabilseydik. Ama çok şey yapıldı. Özellikle engelliler alanında yapılanlarla, Türkiye en hızlı gelişmeyi gösteren ülke seçildi Avrupa Birliğinde. O dönemki yapılanlar, yasal alt yapı, verilenler Türkiye'nin kendi imkanlarını da çok zorladığı bir dönemde yapıldı. Başbakanın bu konudaki bakışını da çok önemsiyorum. Gerçekten onun lider olarak bu konudaki engelleri aşmamıza da yardımcı oldu. Elimizde sihirli değnek yok, dolayısıyla bizdeki imkanların en iyisini yaptığımızı düşünüyorum. 

“TAZİYE ZİYARETİ BENİM İÇİN SİYASİ GEREKLİLİK DEĞİL”

“TÜRKAN SAYLAN'IN CENAZESİNDE BULUNMAMDAN MEMNUNİYET DUYMAYACAK İNSANLAR VARDI”

Bülent Arınç, Türkan Saylan'ın cenazesine katılmayışınızı "Milli Eğitim Bakanı, Türkan Saylan'ın cenazesine gitmeliydi" diye yorumlamıştı. Hayatını eğitime vakfetmenin tek başına bir değeri olmaz mı sizin için? Örneğin İngiltere Kraliyet ailesinin eski gelini Sarah Ferguson'un engelli çocuklar için merhametli görünüp, rüşvet alırken görüntülenmesini çok sert eleştirmiştiniz, balonu söndü demiştiniz. Bu işi para için yaptığını ifade ettiniz.  Bunu ayırt etmekte ne kadar başarılısınız, insanların duayen gördüğü bir konuda Türkan Saylan'ın samimiyetini görebiliyor musunuz?

Hülya Hanım ben birkaç konuda siyasi gereklilik ile hareket etmedim. Onlardan birisi de, taziyedir, bu bir samimiyet testidir kendi açımdan. Kendimi samimi görmediğim hiçbir yerde bulunmam. Vefat eden bir insana üzülüp üzülmeme meselesi değil. Orada bulunmam durumunda o taziyeye katılan ve baş sağlığı dilemem gereken insanların dahi benim orada bulunmamdan memnuniyet duymayacaklarından adım kadar eminim. Dolayısıyla taziye biraz da, acıya ilişkin duyguların paylaşıldığı mekanlardır. Sizin orada olmanızdan rahatsız olacak insanların bulunduğu yere baş sağlığı dilemeye gitmem. “Ben her düğünde, her cenazede bulunayım, bu bir siyasi gereklilik” diye düşünmem. Bulunmamın samimiyetimi şüpheye düşürmeyeceği cenazelerde bulunurum. Bu konuda Türk geleneklerine de riayet ederim. Benim yetiştiğim yerde kadınlar cenazeye pek gitmez. Benim siyaset tarzıma çok uymuyor.

“EĞİTİM POLİTİKALARI ÇOK SIK DEĞİŞİYOR ALGISI YANLIŞ” 

“AK PARTİDE EĞİTİM POLİTİKALARINA, EĞİTİM BAKANLARI KARAR VERMEZ”

İcraatlarınız hala tartışılıyor…. CHP Kocaeli Milletvekili Haydar Akar, '4+4+4' eğitim sisteminin görüşüldüğü ve tartışmaların yükseldiği bir sırada, “Hüseyin Çelik, Nimet Çubukçu, Ömer Dinçer reform yapıyor. Ama yaptıkları reformu kimse anlamıyor” demişti. Aslında siz projelerinizi hep zamana yaymayı tercih ettiniz. Reformlarınızın anlaşılması zaman gerektirdiğinden mi?

Ben eski dönem bakanlıkları hakkında konuşmayı sevmiyorum. Ak Partide Milli Eğitim politikalarına sadece Eğitim Bakanları karar vermez, hükümet projesidir ve Bakanlar kurulunda tartışılır hemen her konu. Ak Parti hükümetlerinin eğitim politikaları konusunda süreklilik kılar. Her ne kadar kamuoyunda, “Hergün bir şey değişiyor” deseler de, gerçekler böyle değildir. Hüseyin bey döneminde de çok yapısal, ciddi değişiklikler yapıldı, bir çok çalışma benim dönemimde devam ettirilmiştir, benden sonra Ömer Dinçer bey döneminde de devam eden projelere baktığınız zaman sınav sistemi üzerinde Türkiye'nin yürüttüğü tartışmalar sistemin sürekli değişiklik yaptığı konusunda bir yanlış algıya sahip, aslında eğitim çok sık değişiyor, eğitim politikaları çok sık değişiyor konusuna çok kapsamlı cevap verdiğimde nasıl öyle olmadığını anlatabilirim. Eski bir milli eğitim bakanı olarak eğitim politikaları konusunda uzmanlık alanımmış gibi konuşmayı doğru bulmuyorum. Burası bir temsil makamıydı, ben yaptım ve bitti. 

“ELBETTE HATA YAPMIŞIZDIR”

Ak Partinin içinde Milli Eğitim'e getirilen isimler; Erkan Mumcu, Hüseyin Çelik, Ömer Dinçer, Nabi Avcı ve siz oldunuz. Sistemin en iyisini arama ve uygulama telaşında iken ne gibi hatalar yaptınız?

Hatadan münezzeh olan bir tek Allah. Elbette hata yapmışızdır ama hatadan dönmek gibi bir şey var, siyaseten ben bunu yaptım diye inat eden birisi değildim tabi ki. “Ben yaptım oldu, ne de güzel oldu” diye kendi yaptığına hayranlık duyan birisi değildim, elbette hata yaparım. 

“MİLLİ EĞİTİM BAKANI İKEN TIR KULLANIYOR GİBİYDİM”

Geçmişte alınan kararlar bugüne uzandığı için güncel soruların ucu size dayanıyor. 2010'da aldığınız kararların 2013 dönüşümünü yaşadığımız Anadolu Lisesi mevhumunun geldiği noktada kendinizi nasıl hissediyorsunuz? Bu kararlar iyi ki alınmış diyor musunuz?

Benim dönemimde alınmış, projelendirilmiş, sürdürülen ve olumlu sonuç alınan her şey ile ilgili “Tabi ki iyi ki yapılmış” diyorum. Bu kadar öğrenci sayısı olan bir ülkede, üzerinde taşıyabileceğinden çok daha fazla yük olan bir tırı kullanıyormuş gibiydim. Süratinizi ayarlayamazsanız, viraja hızlı girerseniz bütün yükü devirirsiniz, o yüzden çok daha temkinli olmak zorundasınız, onlarca kez teyit ettirirsiniz, yüzlerce kez üzerinde duruyorsunuz, yap-boz gibi hemen geldim oturdum, şu kararı verdim şeklinde olmuyor. Mili Eğitimin çok iyi de bir bürokratik kadrosu vardı. Çok düşünerek, her aldığınız kararın sayısız maliyeti var, hem maddi, hem manevi maliyeti var, hızlı karar veremiyorsunuz, o yüzden güzel sonuçlar aldığımızı düşünüyorum.

“BAKANLARLA ARAMIZDA KARDEŞİLİK HUKUKU VAR”

İlköğretim öğrencilerine dağıtılan ders kitaplarının “Alkollü baskı olmasından dolayı uzun vadede kanserojen etkisi olduğu” iddialarına “Mürekkebimiz doğa dostudur” yanıtı vermiştiniz. Eğitime halel karıştırmamanın birinci şartı nedir? Siyasetçiler bu alana leke getirmemek için maksimum ne tür tedbirler almalıdır?

Her işin anahtarı; objektif ve adil olmaktır, hakka-hukuka riayet etmektir. Nasıl bir eğitim politikası izlenmelidir diye sorunca bir düşünür gibi buradan bakıp, şöyle yapılmalıdır diyecek, büyüklük taslayacak birisi değilim ben.  Ben kişisel duygularını, bu tür konuları değerlendirirken, içinden çıkarıp başka bir şeye bürünme becerisine sahibim.  Ben uzakta biri değilim ki, sonraki Bakanlarla da kardeşlik hukukumuz var bizim, Nabi ağabeyi de arar konuşurum, onlar da sorabilirler, ben Bakan iken Hüseyin Çelik beye sorardım, Milli Eğitim hakkında kime ne sorabilirdim ki kendi Bakanımız dışında. Dışarıdan algılandığı gibi hasmane tutum yok aramızda, aramızda dayanışma var, hemen her konuda bir araya gelebiliriz, aynı masa etrafında meseleler üzerine konuşabiliriz, başka türlü duygulara sahip olsanız, siyasette yapamazsınız zaten.  

Yukarıdan bakan değil de, dışarıdan bakan biri olarak yorumunuzu almak istedim.

Dışarıdan da baksam; olumlu, olumsuz tepkiler olsa, arayacağım ilk kişiyi ilgili Bakanıdır. Derim ki: “Bu konu toplumda böyle anlaşıldı, şöyle bir izahta bulunsanız veya değişim olabilir mi?”  olumlu bir şey olduğu zaman, “Şu konu ile ilgili çok olumlu tepkiler geliyor” da derim. Bundan da çekinmem. 

“AK PARTİNİN HİKAYESİ, MÜTHİŞ BİR BAŞARI HİKAYESİDİR”

“BAŞBAKANIN SİYASİ TARZI; DÜRÜSTLÜK VE SAMİMİYET”

Yapılan iyi şeyleri dile getirdiğiniz oldu. “Hükümetimiz döneminde 142 bin 600 derslik tamamlandı, bu Cumhuriyet tarihinin rekoru.” demiştiniz. Bu kadar devrim, bu kadar köklü değişiklik, bu kadar risk…Sizce tüm sektörleri içine alan bu yapılanmalar Ak Partiye ağır bir fatura çıkartmaz mı?

Yo, niye ağır fatura olsun? Halkın her seçimde desteği artarak devam eden bir, sadece Türk siyaseti açısından değil, dünya siyaseti açısından da müthiş bir başarı hikayesidir, Ak Partinin hikayesi. Halk bunu taktir ediyor, millet bunu destekliyor. Beni milletim vicdanına, adalet duygusuna her zaman çok güvenmiş bir siyasetçiyim. İyi şeyler yaparken çok büyük riskler de alırsınız, bazen toplumun geniş bir kesimini karşınıza almayı da gerekli kılabilir ama dürüstlük ve samimi siyaset, hakikaten bu Sayın Başbakanın siyasi tarzı. Ondan öğrendiğimiz şeyler, benim kendi adıma ondan öğrendiğim şeyler. Biz hak için, adalet için bir şeyler yapıyorsak, onun karşılığını hem millet taktir eder, hem Allah bilir diye düşünüyorum. 

“TÜRKİYE, SİYASETÇİLERİN KARAR ALMASINA VE UYGULAMASINA ALIŞKIN BİR ÜLKE DEĞİL”

“İdam cezasına taraftar olanlar, karşı olanlardan fazladır” deseniz de, idam cezasının kaldırılmasını savundunuz. Peki şu anda istemeye istemeye, sırf dünya düzenine uymak için Ak Parti'nin uyguladığı yanlış-zorunlu politikalar var mı? Ör/terörle mücadele

Hiç düşünmüyorum. Hiç bir şeyi istemeyerek yapmaz. Onun kabulü demek, Türkiye'nin bağımsızlığa sahip olmayan, vesayet altında bir toplum algısını oluşturur ki, öyle bir şey yok tabiî ki.  Türkiye'de siyasetçilerin karar almasına ve o kararları uygulamasına çok alışkın değil bu ülke. Vesayet sistemi ile yönetilen, vasilerin karar verdiği, derin devletin karar verdiği süreçlerden geçti bu ülke. O yüzden siyasetçiler de karar verirken, acaba mı, hangi derin güçler bunu istiyor algısı çok çabuk oluşuyor, bu da toplumdaki daha önce oluşmuş kalıp yargıların eseri, hepimizde var ama öyle bir şey yok. 

“ATAMA, BÜTÜN MİLLİ EĞİTİM BAKANLARININ BAŞINI AĞRITAN BİR KONU”

Antalya Ataması Yapılmayan Öğretmenler Platformu'ndaki öğretmenler bir video hazırlamışlardı, '7 yaşından küçüklerin izlemesi sakıncalıdır' sözleri ile başlayan, '55 bin atama gerçekti, hayal oldu' sözlerinizle izleyicileri güldürmeyi hedefleyen bir video. Ataması yapılmayan öğretmenler sorunu en çok sizin başınızda mı patladı?

Bir tek benim değil, bütün Milli Eğitim Bakanlarının başını ağrıtan bir konu. Konuyu şahsileştirmeyelim. Bu konu çözülemiyor çünkü devletin öğretmen ihtiyacı ile atanmayı bekleyen öğretmenlerin sayısı arasında çok büyük bir fark var. Eğitim fakültesini bitirmiş bütün öğretmenleri devletin atama imkanı yok, onların hepsinin atanma talebi var, tek çelişki budur. 

“KAMU BEKLENTİLERİ TÜRKİYE'YE ÖZGÜ BİR MESELE”

O zaman hiçbir zaman çözüme ulaşmayacak bir konu da diyebiliriz. 

Sayısal olarak, yapısal tedbirler alınıyor tabi ki, YÖK'te, eğitimin fakültelerinin kontenjanlarının düşürülmesi, daha az mezun verilmesi, ihtiyaca göre planlanması gibi çalışmalar yapılıyor. Bu bir yığın meslek için geçerlidir. Lisan eğitimi aldınız, yüksek öğrenim gördüğünüz alanda çalışma isteğiniz çok doğal olabilir ama bu illa kamuda gerçekleşecek şeklinde bir beklenti, biraz da Türkiye'ye özgü bir mesele. 

“PEYGAMBER EFENDİMİZ KONUSUNDA BİLGİLENDİRMEYİ DOĞRU BULUYORUM”

“KUTLU DOĞUM HAFTASI ÇALIŞMASI, MİLLİ EĞİTİM BAKANLIĞININ GÖREV ALANINDADIR”

Kutlu Doğum Haftası nedeniyle “Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed” diye başlayan bir genelge yayımlamış olmanız, alevi öğrenciler açısından hak ihlali olarak karşılandı. Sizce İslam'ı, yetişen nesiller açısından nereye koymalıyız?

Milli Eğitim Bakanlığı dönemimde, Kutlu Doğum Haftası nedeniyle “Peygamber Efendimizin doğumunun kutlanması veya bu yönde ayırt edici ve çocukların bu konuda bilgilendirilmesini sağlayacak bir çalışmanın yapılmasını o gün de doğru buluyordum, bugün de doğru buluyorum. Bunlar yapılmalı, bu ülkede. Milli Eğitim Bakanlığının yaptığı bu çalışma, kendi görev alanıyla ilgilidir aslında. Çok doğal bir şey. Çok az, sınırlı bir kesimi rahatsız etmiştir, üstünde durmaya değmez. 

“NABİ AVCI, SUNULMAYA ÇALIŞILDIĞI GİBİ BİR KİMLİK DEĞİL”

Nabi Avcı'nın okulların açıldığı ilk günde, şair Cahit Zarifoğlu'unun yazdığı çocuk kitaplarını dağıtması hedef alınarak, cihat konulu şiirlerin çocuklara okutturulduğu şeklinde bir yaygara kopartıldı, bu da olması gerekendi sizce?

Bilmiyorum, bilmediğim konularda görüş açıklamak çok doğru değildi. Dağıtılan kitaplar nasıldı, üzerindeki fotoğraflar nelerdi bilmiyorum, Sayın Bakan ile de programımın yoğunluğu nedeniyle görüşemedim.  Ama Nabi Avcı da, sunulmaya çalışıldığı gibi bir kimlik değil. Ben bir şeyin ne olduğundan ziyade kimin yaptığı ile de ilgiliyim. Böyle bir şey var ise de, onun zihin dünyasında bir karşılığı yoktur. “Böyle bir insan değil Nabi bey, bu konu ile haksızlık yapılıyor” diye düşünürüm.

“İNSANLARIN DİN DÜŞMANLIĞI,  FOBİK BİR YAKLAŞIMDIR”

“KENDİ DİNİNDEN NEFRET EDEN İNSANLARIN OLMASI, GARİP”

Ülkemizin iyi nesiller yetiştirme zorunluluğunu şu cümlelerle dile getirmiştiniz: “Değişen dünya koşulları, eğitimi ve bilgiyi her şeyin önüne geçirmiş durumda. Ülkemizde bu koşullara uyum sağlayan, yaratıcı, üretken, bilgiyi hayatın içinde kullanabilen nesiller yetiştirmek durumundadır” “Dindar Nesil” bu temenninin bir parçası mı? Burada hiç dini öğelere yer vermemişsiniz çünkü.

İnsanlar dindar veya dindar nesil kelimelerini duyunca, niye bu kadar reaksiyon gösteriyor, anlamakta güçlük çekiyorum, dinimiz bizim açımızdan çok önemli bir değer ve insana emrettiği şeylere baktığınız zaman, insanın gerçekten değerli insan olmasını sağlayacak şeyler. Bu mesajların verilmesi veya insanların dindar olması neden bu kadar rahatsız edici, ben de bunu anlamakta güçlük çekiyorum. İnsanların dini değerleri olabilir. Dini değerlere karşı, genel ve koşulsuz, dinlemeden düşmanlık besleyen insanların biraz islamofobik olduklarını düşünüyorum. Kendi dininden bu kadar çok nefret eden insanların olması da garip geliyor. İnsanlar inanmayabilir, az inanabilir, dini uygulamaları yapmak istemiyor olabilir, bunları da temel hak ve özgürler kapsamında görürüm ama insanların din düşmanlığı biraz fobik bir yaklaşımdır. Öyle yapılan her şey kötüdür diye olumsuz yaklaşımı da doğru bulmuyorum. Negatif bir ayrımcılık bu o zaman, objektif bir tutum değil, kişisel duygularıyla hareket ediyor bazıları. 

“SÖZCÜNÜN DÜŞÜNCESİ İSLAMOFOBİK”

Sözcü'nün manşetinde, Mescit Ataklı ilköğretim okulunda, çarşaflı bir öğretmenin görüntülendiği haber vardı. “Dindar nesil için dindar öğretmen yetiştiriliyor” başlığı altında. 

Sözcü ve sözcü düşüncesindeki insanları kastettim bir önceki cevabımda zaten. Bu, islamofobik bir yaklaşım. Oransal olarak çok fazla sayıda kadının dini inançları nedeniyle örtündüğü bir ülkede kadınlara yönelik bu kadar ağır ve uzun yıllar süren bir ayrımcılığın hala savunuluyor olmasının da temel hak ve özgürlükleri savunan insanlar açısından çok yadırgatıcı buluyorum ben. 

“VERİLER ÜZERİNDEN POLİTİKA ÜRETMEK, GELİŞMİŞLİK GÖSTERGESİDİR”

Kadından sorumlu olduğunuz dönemde, AB fonlarından yararlanılarak, 24 bin 48 haneye girilip kadına şiddet oranını araştırdığınız dev bir projeye imza atmıştınız. Teşhisi siz koydunuz ama tedavi için Fatma Şahin'in politikalarını ve koruma yasalarını uygun görüyor musunuz?

O proje 5 yılda bir yenilenecek. Çünkü ne mesafe alındı, ne yapıldı ve ne yapılması gerekiyor'un politik sağlamasının yapılması açısından da önemliydi. Arada atladığınız için söyleyeceğim Selma Aliye Kavaf vardı, benden önce de Gülten Hanım vardı, onları da anmak gerekir. Her şeyden önce kadınlara yönelik şiddet konusunda istatistiki veri yoktu elimizde. Bir kadın, kocası tarafından yaralanıyordu ama basit yaralama olarak geçiyordu, adli kayıtlardaki durumda da, kadına yönelik şiddette neredeyiz'i görmekte güçlük çıkartıyordu. Herkesin çok arttığı dönemde istatistik yoktu, şimdi veriler üzerinden politika üretebiliyoruz. Veriler üzerinden politika üretmek, gelişmişlik göstergesidir, o dönemde yapılan buydu. 

“KADINLARIN GÜÇLENMESİ, GÜÇLÜ BİR TOPLUMUN TEMELİDİR”

O dönemde yapılanları belli bir çatı altında topladınız, mesela ‘Hedefe kadınla çok daha kısa sürede ulaşılır' dediniz ve Nar Taneleri: Güçlü Genç Kadınlar, Mutlu Yarınlar' projesini başlattınız. Kadını korumak mı güçlendirmek mi daha zor?

İkisini birlikte yaparak ilerleyebileceğimiz bir dönemdeyiz, kadınları tamamıyla güçlendirdiğimizde korunmaya ihtiyaçları elbette kalmayacaktır ama şimdi korunmaya ihtiyacı olan kadınlarımız, kız çocuklarımız var. Daha pozitif desteklerle ilerliyoruz, pozitif ayrımcılık anayasaya son referandumda geldi, bunu çok önemsiyorum. Pozitif ayrımcılık nedir, toplumsal anlamda negatif ayrımcılığa uğramış, dezavantajlı kitleleri olumlu desteklerle güçlendirmek, eşitlemek. Hak ve adalet önünde onları eşitlemek. Bugün ben de her kadın cinayeti haberi okuduğumda kahroluyorum. Bu nasıl bir şeydir diye. Bir insan, çocuğunun annesini, çocuklarının gözü önünde hunharca nasıl öldürebilir, vahşetin en ileri noktası. İnsan elbette şiddete meyyal bir varlıktır ama aynı zamanda insana hiç yaklaşmaması gereken bir tehdittir, tehlikedir. Kadınların güçlenmesi, güçlü bir toplumun temelidir. Kadının güçlenmediği,  hak ve eşitlik mücadelesinde hak ettiği yeri almayan hiçbir ülkede gelişmiş ülke değildir bana göre.  

“SAVAŞLARIN BEDELİNİ KADINLAR VE ÇOCUKLAR ÖDÜYOR”

“O MASALARDA KADINLAR OTURSAYDI, SAVAŞ KARARI VERİLMEZDİ”

Sadece gelişmişlik için değil, savaş için de kilit görüyorsunuz kadınları. “Savaşlara karar verilen masalarda kadınlar otursaydı, bu kadar kolay savaş kararları verilemezdi” diye konuşmuştunuz. Suriye veya diğer ortadoğu ülkeleri için kadın figürünün öne çıkması mümkün mü?

Elinin hamuruyla erkek işine karışma, dendiği için bu noktadayız. Onlar temiz, hamursuz elleriyle kan ve gözyaşı kararları verirken, kadınlar hamurlu elleriyle savaşların, çatışmaların yaralarını sarmaya çalışıyorlar, her savaşın ve çatışmanın bedelini kadınlar ve çocuklar ödüyor. Mültecilerin sayısının %80'i kadın ve çocuklardan oluşur. Her savaş ve çatışmanın bedelini de kadınlar öder, o yüzden o masada kadınlar otursa, bu kadar kolay savaş kararı verilemez. Ben her zaman genel değerlendirme yapayım, ülke özel örneği ile değil, bütün çatışma ortamları için yine söylüyorum: karar mekanizmalarında kadınların sayıları arttıkça, bu kararların verilmesi güçleşecektir diye düşünenlerdenim. 

“SURİYE MESELESİNİ AİLE ODAKLI YORUMLAMAK DOĞRU DEĞİL”

Özelleştirmemek elimde değil. Bakanlığınız döneminde Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad'ın eşi Esma Esad ile bir araya geldiğiniz oldu, Esad, Esma Esad'a rağmen kötülük yapıyorsa, olumlu etkisini eşi üzerinde kullanmadığını düşünerek Esma Esad'ı suçladığınız oldu mu?

Kadın konulu, kadınların güçlendirilmesi adına çok proje yürüttük Suriye ile Türkiye arasında. Yok, ben kadınları suçlamak konusunda o kadar cömert değilim. Kadının eşine öyle demesiyle şöyle olurdu diye, Suriye meselesini aile odaklı yorumlamayı da doğru bulmuyorum. Meseleye miyop bir gözle bakmak olarak görürüm. Ülke meseleleri söz konusu olduğu zaman, o kadar  “ev eksenli” bir yorum domestik bir yorum olur. Ben o kadar domestik bir kadın değilim zaten. Ayrıca Beşar Esad'ı, Beşar Esad olarak değerlendirmeyi daha çok tercih ederim. 

“GEZİ PARKINDA OLANLARDAN DERS ÇIKARTMALIYIZ”

“KEŞKE GEZİ'DEKİ GENÇLER ÖLMESEYDİ”

Srebrenitsa soykırımında katledilen 8 bin 372 kişi anısına Taksim Gezi Parkı'nda oluşturulacak anıt için ayakkabılarınızı vermiştiniz. Gezi Parkı olaylarının bir karşılığı olsaydı, olaylar o noktaya varmadan vereceğiniz şey ne olurdu?

Olanlardan hepimizin bir ders çıkartma zamanı. Srebrenitsa soykırımı hiç kıyaslanacak bir şey değil, öncelikle onu söyleyeyim, o olayı farklı bir cephede değerlendirmek daha sağlıklı olabilir. Srebrenitsada kadınların ve çocukların ağırlıklı olduğu ve gerçekten masum insanların hedef alındığı, gözümüzün içine baka baka bu yüzyılda yaşanan bir soykırımın adıdır bana göre. Orada anneler çocuklarını, kadınlar eşlerini tanınmayacak kadar korkunç bir şekilde buldular. Onları tanımak için ayakkabıları üzerinden kimlik teşhisi yapıldı, o bir acının simgesidir, onu anmak adına ayakkabıları vermek başka bir şeydi bana göre. Gezi Parkı olaylarını kısa zamanda değerlendirmek mümkün değil ama keşke o gençlerimiz ölmeseydi, keşke anneleri bu acıyı yaşamasaydı, acılarını paylaşıyorum ve her zamanda provokasyonun zemin bulabilmesi açısından acı bir tecrübedir, bütün bunları geride bıraktığımız bir dönemde karşılaştığımız bir hadise oldu ve maalesef toplumsal olaylar, barışçıl eylemler, barışçıl eylem olarak gelişmiş demokratik toplumda olması gerektiği çerçevede yürümedi. Henüz kaydetmemiz gereken aşamalar var, onun farkındayım. 

“İSTENEN O DUR Kİ, EYLEMLER BARIŞÇIL DÜZEYDE KALSIN”

“TOPLUMSAL KUTUPLAŞMANIN ÜRETTİĞİ NEFRETTEN ORTAYA İYİ BİRŞEY ÇIKMAZ”

Temel hak ve özgürlüklerini savunan insanların çığlığı olarak da baktınız mı?

Bireysel olarak şöyle bakıyorum, demokratik hak ve özgürlük taleplerini barışçıl eylemler yoluyla duyurulması demokratik toplumun bir gereğidir. İstenen o dur ki, eylemler barışçıl düzeyde kalsın ve oradan yola çıkarak bir kutuplaşmaya, bir nefret söylemine gitmesin ve maalesef gitti, herkes birbirini, 30 yıllık dostlarınız bile sizi boğazlayacak duruma geldi, bu her iki taraf için de geçerli bir kutuplaşma. Peki bu kadar kutuplaşmanın, kamplaşmanın ürettiği nefretten ortaya iyi bir şey çıkmasını nasıl bekleyebiliriz ki, çıkmaz. İyi şeyler iyi şartlarda yürür, bataklıkta gül bitmiyor. Sonuçta ortaya çıkan şey, toplumsal barışımıza katkı sağlamadı, tam tersine toplumsal kutuplaşmayı, nefret dilini, ötekileştirmeyi, korkularımızın üzerinden ürettiğimiz nefreti, ayrışmayı tetikledi. Çıkan sonuç, hiçbirimiz için iyi bir şey değil. 

Dershanelerin kaldırılması konusuyla başlayan hükümet- cemaat ayrışması buna bir örnek belki de. 

Bu konu benim yorum yapabileceğim bir konu değil.

“ÖZGÜRLÜKÇÜ BİR ANAYASA HER ŞEYİ KARŞILAR”

"Dünyanın hiçbir yerinde siyasi partiler yasasında, Anayasa'da kadın kotası düzenlemesi yoktur..." Yeni Anayasada belirleyici olan ne olmalı? 

Hiçbir yerinde değil, çok kısıtlı ülkelerde var dedim. Çok gelişmiş bir demokrasinin tüm unsurlarını içinde barındıracak, sivil, demokratik, özgürlükçü bir anayasa talebim var. Bir darbe Anayasası ile yönetilmekten duyduğum rahatsızlığa karşılık gelebilecek bir düzeyde sivil-demokratik bir anayasa. Özgürlükçü bir anayasa her şeyi karşılar. Toplumda yaşayan herkesin her türlü farklılığını gözetecek, her türlü negatif ayrımcılığa maruz kalan insanların durumunu güçlendirecek ve iyi ki bu ülkede yaşıyorum dedirtecek bir anayasa…zor değil!

“AK PARTİ YEREL SEÇİMLERDEN ÇOK GÜÇLÜ ÇIKACAK”

“HEPİMİZ YÜKSEK PERFORMANSLA YEREL SEÇİMLERE ODAKLANDIK”

Başkanlık sistemi neredeyse hiç konuşulmuyor. Yerel seçimlerde Ak Partinin gücünü devam ettirecek bir sonuca ulaşılır mı?

Ak Partinin yerel seçimlerden çok güçlü bir şekilde çıkacağını düşünüyorum. Her türlü hesaba, oyuna, plana rağmen çok güçlü çıkacağını düşünüyorum. Zaten Başbakanımız açıkladı: “Başkanlık sistemi olmazsa olmazımız değil, Anayasa görüşmeleri bu sebeple tıkanmaz” diye. Ak Parti, toplumdan aldığı desteğe, oy oranına rağmen Anayasanın yapımı sürecinde siyasi duruş olarak gereken tüm fedakarlığı göstermiş bir partidir. Parti olarak hepimiz şu anda yüksek performansla yerel seçimlere odaklandık. Çünkü çözüm mekanizması olan siyasetin devamlılığı gerekli. O yüzden de, bütün bu yaşadığımız ve oluşturulmaya çalışılan çatışma ortamlarında, en önemli çözüm yerinin siyaset olduğu konusundaki düşüncemiz pekişir. 

Sizin yerel seçimlerde alacağınız bir pozisyon var mı peki?

Hayır, şahsımla ilgili değerlendirme yapmam bu konularda. 

“ÇOCUKLARI GÜLDÜREBİLMEK HEPİMİZİN ORTAK PAYDASI”

Yine çok sevdiğiniz çocuklarla tamamlamak isterim röportajımızı…Aydın'da küçük çocuğa ayakkabı boyattığı için eleştirdiğiniz Oktay Vural, “Asıl o tablodan utanması gereken biri varsa, o da Nimet Çubukçu'dur, Başbakan oyuncak dağıtırken utanmıyor mu?” demişti. Sizce bu ülkenin çocukları en çok neden mahrum? Oyuncağı olup da, mutlu edemediğiniz bir çocuk tanıdınız mı?

Ben twitter'da bir fotoğraf paylaştım, iki tane çöp tenekesinin ortasına kendisine salıncak yapmış, ayağında ayakkabı yok ama neşe ile gülümseyen bir çocuk. Mutluluğun ve neşenin varlıkla çok ilgisi olmadığını göstermesi açısından çok önemli, şiir gibi. Aslında gülümsemeyi beceremeyen bütün yetişkinlere gelsin o fotoğraf dedim. Bu milletin, millet olma duygusu; sevinçte, bizi gülümseten haberlere bakmakta, aynı yerden baktığımızı, duygudaşlığımızın aslında ne kadar yoğun olduğunu gösteriyor. Geleceğe dair umutlarımız artıyor, ne kadar birbirimize mağlup olsak da, yeter ki düşman olmayalım, yeter ki karşı kamplarda yer almayalım, birleştirici çok unsuru olan bir milletiz biz, inşa edeceğimiz şey sadece barış ve huzur, birbirimizi anlamak, dinlemek, yakın olmak. Aslında tanımadığımızdan korkuyoruz, tanımadığımızı ötekileştiriyoruz diye düşündüm. Ben yeniden Sayın Vural ile bir tartışmanın içine girmek istemem, çünkü o her şey cevap veren bir siyasetçi. Ben, Başbakan oyuncak verirken  o çocukların gözündeki gülümsemeyi de gördüm, ayakkabı boyayan çocuğun gözündeki hüznü de gördüm. Hissettiğim şey, yetişkin bir insanın, ayakkabısını çocuğun burnuna dayaması, bugün de kabul edebildiğim bir şey değildir. Onu o hale getirenler utansın derken, kendileri de siyasi sorumluluk makamında oldukları oldu, iktidar oldukları dönemler oldu, siyasi kıyaslamalarla cevap verebilirim ama ikisi arasında bir fotoğraf farkı var, ve bunu o toplumun gördüğünü düşünüyorum. Kendi adıma doğru yerde bulunduğumu düşünüyorum, özellikle belli bir yaş altındaki çocukların çalıştırılmasını istemiyoruz, okullarında olmalarını istiyoruz. Her şeyleriyle ilgileniyoruz. Çocuklarının kazançlarını kullanan aileler var, “Napıyorsun paranı?” dedikleri zaman, “Babama götürüyorum” “Baban ne yapıyor?” “Evde” yetişkin bir babanın çocuğunun çalışmasına ve kendisinin çalışmamasına hiç mi itiraz etmeyeceğiz, hiç mi isyan etmeyeceğiz? Her şeyin devletin sorumluluğunda olduğunu düşünmek, ebeveyn sorumluluğunu ortadan kaldırır mı? Buna yönelik bir hatırlatmaydı benimkisi. Bütün tartışmaları siyaset çerçevesinde yapmayabiliriz, ortak noktalarımız üzerinden konuşabiliriz. Çocukları güldürebilmek hepimizin ortak paydası. Anne-baba olalım veya olmayalım, bir gülümseyen çocuk hepimizin içini ısıtıyor. Güne güzel başlamak, bir çocuğu mutlu etmek, sevindirmek gibi ortak konularda birleşmeye hamur mayası sağlam bir milletiz. Onu inşa etmek lazım, onun üzerinde durmak lazım. 

Haberx

YORUMLAR İLK YORUM YAPAN SEN OL
DİĞER HABERLER
Dünya bu görüntüyü konuşuyor! Üniversitenin binasına keskin nişancı yerleştirdiler
Meteoroloji'den 35 ile son dakika uyarısı: Dikkatli ve tedbirli olun!