Markar Esayan: Tek hedefleri Erdoğan'ı devirmek!

AK Parti İstanbul Milletvekili gazeteci yazar Markar Esayan 'Haber 7 Gündem Masası'nın konuğu oldu ve gündeme dair birbirinden önemli açıklamalarda bulundu.

GİRİŞ 28.01.2019 10:54 GÜNCELLEME 28.01.2019 14:35
Bu Habere 17 Yorum Yapılmış

Haber 7 Gündem masasının bu haftaki konuğu AK Parti İstanbul Milletvekili gazeteci yazar Markar EsayanHaber7.com Genel Yayın Yönetmeni Osman Ateşli, Yayın Koordinatörü Tarık Dağlı, Haber Şefi İbrahim Günay ve  Gündem sorumlusu Serkan Üstüner  ile  yaklaşan yerel seçimleri, ABD’nin Venezuela’da yapmaya çalıştığı postmodern darbeyi ve Türkiye gündemine dair önemli başlıkları konuştu. 



İşte Markar Esayan'ın Haber7'ye özel açıklamaları

ABD’nin Venezuela’da yapmaya çalıştığı postmodern darbeye dünyadan tek tepki veren lider Cumhurbaşkanı Erdoğan oldu. Türkiye’de de kendini solcu olarak tabir eden bazı kesimlerin ise sessiz olduğunu görüyoruz. Bunu nasıl yorumluyorsunuz?


Şu anda Venezuela’da seçilmiş bir devlet başkanının yetkisi yok sayılıyor ve ABD’nin tanımasıyla beraber seçilmemiş bir muhalefet lideri devlet başkanı olarak tanınıyor. Maalesef bakıyorsunuz ABD’nin yanında Avrupa Birliği, Kanada, Brezilya, Arjantin gibi birçok ülke bu tanımayı gerçekleştiriyorlar. Bunun karşısında yine en yüksek sesi çıkaran Türkiye oldu. Türkiye, demokrasinin ve seçilmiş liderin arkasında olduğunu, Venezuela’nın geleceğine yalnız Venezuela halkının karar verebileceğini, bunun bir darbe olacağını ve bir ülkenin başka bir bağımsız ülkeye devlet başkanı tayin edemeyeceğini en güçlü şekilde dile getirdi. Rusya gibi, Meksika gibi, Küba gibi buna destek veren ülkeler oldu.



"AVRUPA BİRLİĞİ BİZİ YİNE HAYAL KIRIKLIĞINA UĞRATTI"

Avrupa Birliği yine çok büyük hayal kırıklığına uğrattı bizi. Aynı tepkileri Mısır darbesinde de gördük. Avrupa Konseyi Başkanı Donald Tusk muhalif lideri devlet başkanı olarak tanıdıklarını, Maduro’nun diktatör olduğunu belirten bir açıklama yaptı. İnanılır gibi değil, inanmakta zorlanıyorum. Bunun bu kadar normal karşılanması da beni hayrete düşürüyor. Bir ülkede bir seçim yapılmış, devlet başkanı seçilmiş, bir hükümet var. Bu hükümet devrilmeye çalışılıyor, bir süper güç -ABD- bir ülkenin içişlerine müdahale ediyor, “Sen artık devlet başkanı değilsin” diyor. Ve bu sanki demokratik bir gelişmeymiş gibi dünyada demokrasi konusunda kendisini şampiyon ilan eden Avrupa Birliği, Kanada gibi ülkeler buna destek çıkıyor.



"TÜRKİYE BU ANLAMDA DÜNYANIN SÜPER GÜCÜ"

Aynı Filistin meselesinde olduğu gibi, Arakan meselesinde, Suriye meselesinde olduğu gibi Türkiye en gür sesi çıkarıyor. Büyük devlet tanımını artık böyle yapmamız gerekiyor. Türkiye belki dünyanın en büyük ihracatçısı değil ama dünyanın en büyük değer ihracatçısı haline gelmiştir. Dünyanın ahlaki süper gücü Türkiye olmaktadır. Bence bizlerin de artık büyüklük kavramını oturttuğumuz kriterleri sorgulamamız gerekiyor. Siz bir ülkede darbeye kalkışıyorsanız, bu darbeyi de kendisine demokratik diyen ülkeler destekliyorsa ve gerçekten bu ülkeler zengin ülkelerse büyüklüğü zenginlikte aramamak lazım, büyüklüğü maddi unsurlarda aramamak lazım. Bu anlamda dünyanın süper gücü Türkiye’dir diyorum ben. Kendi içimizde de bir ülkede darbe yapılmasına en çok karşı çıkmasını beklediğimiz, veyahut sosyalist bir başkana emperyalist bir gücün darbe yapmasına sempati ile bakan solcularımız varsa demek ki bizdeki solculuğu da, solculuğun da sorgulanması gerekiyor. İdris Küçükömer penceresinden baktığımızda ‘Türkiye’de sol sağdır, sağ da soldur’ Türkiye’de. Belki bu olanları da bu açıdan müspet görmek gerekiyor, yaşananlar bize biraz da turnusol kâğıdı oluyor.

"BU DÖNÜP DOLAŞIP BATI'YI VURACAK"

AB’nin verdiği izahat şu, yapılan seçim zaten soru işaretleri ile doluydu, şeffaf değildi, o yüzden zaten meşruiyetini kabul etmiyoruz. Bu söylemleri bir kısım her seçimde burada da dile getiriyor. Aman seçime gölge düşürelim de Avrupa o meşruiyeti kabul görmesin diye…

Buna kim karar verecek? Venezuela’nın petrolüne göz dikenler mi? Hayır, bir sorun varsa buna o ülkenin halkı demokratik şekilde karar verecek. Halkın içine sinmeyen, meşruiyeti eksik olan bir yönetimin bir ülkeyi yönetmesi mümkün değildir. Peki o zaman, Maduro’yu desteklemek için sokaklara inen yüzbinlerce Venezuelalıyı nereye koyacağız? Dış müdahalelere destek olmayan Venezuelanın muhalif kesimleri de var, onları nereye koyacağız? Bu işin altyapısı bu şekilde döşeniyor: 16 Nisan referandumundan önce Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile ilgili anayasa komisyonuna geldiğinde biz orada göğüs göğse mücadele ettik. Fiziksel anlamda muhalefet tarafından şiddet de gördük. Orada da işlenen de buydu iç muhalefet tarafından.  Şu anda da 31 seçimleri için de aynı oyuna başladılar. Seçimlerde şaibe olacak diyorlar. Daha olmamış bir seçimde şaibe olacağına dair altyapı çalışmaları yapıyorlar. Hepsi yalan dolan. Dilimizde tüy bitti. Ben en başta safça “Neden böyle yapıyorlar?” diye şaşırıyordum ama belli ki en baştan daha sonradan planlanacak şeylerin meşruiyeti oluşturulmaya çalışılıyor. Böyle bir teknik var. Bunu Mısır’da da uyguladılar, Ukrayna’da da aynı mantıkla içişlerine müdahale edildi. Darbe için bir altyapı oluşturup zaten bu seçimler meşru değildi diyorlar. Mursi devrilirken de bizler biliyoruz, çöpler toplanmıyordu, akaryakıt krizi vardı, bir kuruş kimse kredi vermiyordu. Mursi ne zaman indirildi, bir gün içinde petrol krizi bitti, hemen S. Arabistan’dan 20 milyar Dolar sıcak para akıtıldı, AB’den krediler gelmeye başladı, Sisi yaşatılmaya başlandı. Batı, demokrasi iddiasını kuşkulu, şüpheli, karanlık müdahalelerine tamamen bir gerekçe haline dönüştürmüş durumda ve bu dönüp dolaşıp en çok Batı’yı vuracak. Siz demokrasi iddialı ambalajı, basın özgürlüğü, ifade özgürlüğü, insan hakları, seçim şeffaflığı gibi değerli konuları darbeleriniz için, bir ülkeyi kontrol etmek için araçsallaştırıyorsanız, bu dönüp dolaşıp Batı’yı vuracak bir şeydir. Batı bizzat demokrasi iddiasını sakatlıyor bunu da belirtmek lazım.

Önümüzde bir yerel seçim var. Bu seçimde de karşımıza iki ittifak çıkıyor.  Sizce Cumhur İttifakı’nı Millet İttifakı’ndan ayıran nedir? Ve önümüzdeki seçimde hangi ittifakın adayları seçimin kazananı olacak?

Cumhur ittifakına Sayın Cumhurbaşkanımız da Sayın Devlet Bahçeli de beka ittifakı, 31 Mart seçimlerine de beka seçimleri diyorlar. Buna da Millet İttifakı ya da Sayın Bahçeli’nin ifadeleri ile Zillet ittifakı çok bozuluyor. Ben Meclis’te de gözlemliyorum bunu. Ama bu gerçekten bir beka ittifakıdır. Cumhur ittifakı herhangi bir seçim öncesi “Hadi bir araya gelelim güçlerimizi birleştirelim, seçim kazanalım” diye kurulmuş bir ittifak değil. 15 Temmuz gecesi sokaklara dökülen halkın bedeniyle, hatta kanıyla meydanlarda kurulmuş bir ittifak. Ve bu Yenikapı’da bir toplumsallık kazandı. Daha sonra bu ittifak kendi yolunda ilerledi ve Türkiye’nin o sıradaki saldırıdan sıhhatle çıkmasını sağladı. Aslında milletin kurduğu bir ittifak. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi referandumu, bu ülke için hele FETÖ’nün saldırısına uğradığımız bu dönemde ülkenin yönetimsel bir zaaf yaşamaması için bir beka seçimiydi. Bu beka seçim, Sayın Bahçeli’nin ön açması ile iki partinin gücü ile geçildi. Daha sonraki genel seçimler ve Cumhurbaşkanlığı seçimleri bu sistemin ilk kez gittiği seçimlerdi. Türkiye burada yolunda devam mı edecekti? Yoksa bir fetret dönemine bir kaos noktasına mı savrulacaktı? Çünkü karşısında oluşan ittifak ağız birliğiyle aynı şeyleri söylüyordu; Cumhurbaşkanlığı sistemini ortadan kaldırmak, mültecileri geri göndermek, Suriye meselesine sırt dönmek gibi konulardan bahsediliyordu.



"TEK HEDEFLERİ ERDOĞAN'I DEVİRMEK"

Bu tam da Türkiye’nin bir ölüm kalım savaşında aldığı kararlardı. Cumhur ittifakının karşısındaki partilere baktığımızda HDP, İYİ Parti, CHP ve ufak tefek partiler var. Bunlara baktığınızda hiçbirinin kendi başına planı programı yok, tek hedefleri Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı devirmek. Topluma veya dünyaya verdikleri başka anlamlı hiçbir teklifleri yok. 31 Mart için de yok. Peki siyaset böyle mi yapılır? Siyasetin amacı birilerine engel olmak mıdır, ülkeye hizmet etmek midir?

"FETÖ VE CHP SÖYLEMELERİ ARASINDA TAM BİR ÖRTÜŞME VAR"

Bakın bizim Emre Cemil Ayvalı diye bir arkadaşımız var. Tanıtım Medya Başkan Yardımcımız. O “Yönünü Şaşıran Ok” diye bir kitap çalışması yaptı ve MİT krizinden yakın tarihe kadar CHP ve FETÖ’nün söylem analizini yaptı. FETÖ gündeme bir söylem sokuyor, mesela ’15 Temmuz tiyatrodur’ FETÖ’nün elebaşları bunu bir yerlerde söylemeye başlıyor, saniyesinde bunu muhalefetten duyuyorsunuz. Tam bir örtüşme söz konusu. FETÖ operasyonunun kırılma noktalarından birisi MİT TIR’ları kumpasıydı. MİT TIR’ları kumpasının siyasal söylemi tamamen muhalefet üzerinden. 15 Temmuz ihaneti yaşandı, FETÖ deşifre oldu. İddianameler hazırlandı, bunları tertipleyenlerin FETÖ’cü olduğu ortaya çıktı ama bunu Meclis’te ifade etmekten bıkmadılar. Muhalefetin sıkça tekrarladığı ‘Erdoğan Lahey’de yargılanacak’ sözünü hatırlıyorum. Burada mesele sadece Erdoğan mı? Senin istihbarat örgütün hedef alınmış. Amacı ne? Türkiye’nin DAEŞ’e yardım ettiği iftirası. Bu durumda biz Suriye’deki bütün operasyonlardan geri durmak zorunda kalacağız, önümüz kapanacak. Türkiye’nin lideri Erdoğan Lahey’de yargılanacak. Suriye’nin kuzeyinde Türkiye’nin Güneydoğu’suna uzanacak bir terör devleti kurulacak. Bu örtüşmenin bir rastlantı olması mümkün değil. İnsan oturur düşünür, tamam ben Erdoğan ve AK Parti’ye rakibim ama bu ülkenin altını oyan bir komplo, bu bir kumpas. Buna destek veremem denmesi lazım. Asla denmedi.



"NORMAL BİR SEÇİMDEN BAHSETMİYORUZ"

Bizim burada artık konuştuğumuz şey, sıradan bir seçim değil. Ülkeyi bu zor dönemeçten geçirmeye çalışanlarla, böyle bir hassasiyeti olmayan partilerin Cumhur İttifakını engelleme seçimi bu. Onların seçime yaklaşımı ile 31 Mart bir referanduma dönüşüyor, neden, ne gereği var? Nihayetinde biz Cumhurbaşkanımızı seçmedik mi, hükümet, yeni Meclis kurulmadı mı? Biz yerel yönetimleri, belediye başkanlarını seçmiyor muyuz, neden bunu referanduma dönüştürüyorsunuz, neden seçimde şaibe iddiaları yayıyorsunuz, amacınız ne? Siz halka proje götürmeye, hizmet götürmeye, belediyeleri kazanmaya bakın. Neden Muharrem İnce çıkıp “Ankara, İstanbul, Mersin’i, Adana’yı aldıktan sonra erken seçim yapacağız ve ben Cumhurbaşkanı olacağım” diyor? Ekrem İmamoğlu ise “Tayyip’ten vazgeçmem” diyen teyzemize “Canım bu belediye seçimi, bu seçimde bize ver, Cumhurbaşkanlığında ona verirsin” diye milletin aklıyla alay ediyor. Peki neden bunlara ihtiyaç duyuluyor? Demek ki biz normal bir seçime gitmiyoruz. Cumhurbaşkanı Erdoğan ‘Beka Seçimi’ dediğinde neden kızıyorsunuz, kızmayacaksınız o zaman.  Sayın Bahçeli demiş ya ’10 bin kez beka diyeceğim’ diye haklı. Ben de aynı şekilde düşünüyorum.

 

 

"CHP HER SEÇİMDE BUNU YAPIYOR"

CHP'nin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayı Ekrem İmamoğlu’nun, seçim çalışmaları kapsamında sürekli farklı inanç grupları temsilcileriyle bir araya gelmeye çalıştığını görüyoruz. Siz İmamoğlu’nun bu davranışlarını samimi buluyor musunuz?

Açıkçası CHP her seçimde bunu yapıyorlar. Çarşaflı hanımlara rozet takılır, sonra o hanımlar teşkilatta görev alamazlar. Her gün Cuma’ya giderim türünden absürt işler oluyor.CHP anlayışına bir örnek vereyim. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk kez Yeşilköy’de sıfırdan bir kilise inşa edilecek. Bunda bütün irade Sayın Cumhurbaşkanımıza ait. Süryani vatandaşlarımızın kilise ihtiyaçları var, bir tane kiliseleri var ama yetmiyor. Yıllar önce bu konuyu açtıklarında Cumhurbaşkanımız yer tahsisine kadar her türlü iradeyi gösterdi. Ben buna bizzat şahidim.  Bu aşamalarda çok şükür benim de bazı katkılarım oldu. Süreç bir noktaya geldi, arsa tahsisi yapıldı, bir mülkiyet sorunu çıktı o da aşıldı. Bu Mart ayında temel atma töreni yapılacak. Programları müsait olursa Sayın Cumhurbaşkanımız, TBMM Başkanımız da katılacak diye ümit ediyorum.  Buna tabi ki ilçe belediyesinden ruhsat verilmesi gerekiyor, verildi de. Ruhsatı vermek için Süryani cemaatinin değerli ruhani önderini arayıp demişler ki “Biz sizi ruhsatı vermek için belediyeye kadar yormayalım, gelip makamınızda verelim.” Bunun için bütün hazırlıklar yapılmış, medyayı da oraya yığmışlar. Cemaatin ise bu piardan haberi yok, sonradan çok üzüldüler. Sanki bu kiliseyi CHP yapıyormuş gibi gösterdiler halbuki sadece prosedürel bir şey. Ne yapacaksın, bir ruhsat başvurusu var: Ya vereceksin ya vermeyeceksin.



MANSUR YAVAŞ TEPKİSİ: SAHTEKARLIK BU, BÖYLE BİR ŞEY OLAMAZ

CHP budur işte.  Sahtekarlık bu, böyle bir şey olamaz. Daha sonra cemaat açıklama yaptı, ben de bunu köşemde yazdım ama CHP her zaman bunu yapıyor. Sayın İmamoğlu muhafazakarların da oyuna ihtiyacı olduğunun farkında. Cumhurbaşkanımızı ziyaret etti, tamam güzel bir şey ama bizi burada rahatsız eden şey bunun samimi olmaması. Öte yandan bakıyorsunuz ittifakın Ankara adayı “Hayvanlara en çok dindar ailelerin çocukları eziyet ediyor” diyor. Ben onu gördüğümde çok üzüldüm, çok yaralandım. Ankara’ya aday olan bir şahıs nasıl böyle bir zihniyete sahip olabilir ve bunu nasıl bu kadar rahat dile getirebilir. Bu bir lapsus. Bazen gerçek düşüncelerimizi kontrol altına alabiliriz ama bazen ağzımızdan kaçırırız. Bizi rahatsız eden şey bu yapaylık. Halkın kandırılabilir olduğunu düşünen üstenci bakışa biz güvenmiyoruz aslında ve CHP’nin tavrı da bu şekilde. Nasıl olsa bunlar “göbeğini kaşıyan adamlar“, nasıl olsa bunlar “oylarını makarnaya satıyorlar” onların lafları ile söylüyorum tırnak içerisinde biz biraz dindar görünerek “her gün Cuma namazına giderek” biz bunları kandırabiliriz diye halkın aklıyla alay ediyorlar. Halbuki bu halk zaten sağduyusunu ve zekasını kanıtlamıştır ve mert insana oy verir. Çıkıp dese ki “Kardeşim ben çok dindar biri değilim ama ben bu şehre güzel hizmetler vereceğim. Sizde farklı yaşıyorum ama ben dindarların da oylarına talibim” bunu söyleyen kişi daha çok oy alır.

"80 VE 90'LARDA NASIL KABUS İÇİNDE YAŞADIĞIMIZI İYİ BİLİYORUZ"

Hükümetin mevcut azınlık politikasını nasıl buluyorsunuz? Özellikle son 17 yılda azınlıklar konusunda Türkiye nasıl bir yol aldı?

17 yılda Ermeniler noktasında diğer farklı dinlerden vatandaşlarımız konusundaki değişim 2002 öncesi ile bakıldığında siyah ve beyaz gibi. Mukayese etmek bile haksızlık olur. Bunu da son derece tarafsız söylüyorum, abartmaya ihtiyaç yok, her şey ortada. Biz 2002 yılı öncesi 90’larda, 80’lerde nasıl bir kâbus içerisinde yaşadığımızı çok iyi biliyoruz. Hem ülkenin durumu kötüydü ondan etkileniyorduk hem de azınlık olmanın getirdiği artı sorunlardan, ayrımcılıklardan etkileniyorduk. Bir devlet dairesine gittiğinde farklı karşılanıyorsun. Vakıfların var. Bu vakıflar 3-5 akara sahip. Bu gelirlerle kilisenin, okulların, mezarlığın açık kalması, bakımı sağlanıyor, devlet Tek Parti zihniyeti ile tamamen kanunsuz bir şekilde bu akarların üstüne çöküyor.  Burada maksat, vakıflar cemaatin kimliğini korumasını sağlayan hizmetler sunuyor, bunlar zayıflarsa azınlıklar giderler ki öyle de olmuş. Kalmış topu topu 50 bin tane Ermeni, 3-5 bin Rum, ülkede toplamda 100 bin gayrimüslim var.

"2002 YILINDAN SONRA FARKLI BİR TÜRKİYE İLE KARŞILAŞTIK"

Bunlar 2002 yılından sonra çok farklı bir Türkiye ile karşılaştılar. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan liderliğinde gerçekten tarafsız, eşit bir yönetim zihniyetinin ortaya çıktığını, devlet anlayışında değişim olduğunu, zihniyetin değiştiğini fark ettiler. Bunun pratik sonuçları oldu. Bahsettiğim Vakıflar Yasası değişti, el koymalar durdu. El konmuş malların iadesi başladı. (Bu yasayı Kılıçdaroğlu Anayasa Mahkemesi’ne götürdü.) Bir kere korkuları sonra erdi, mallarımıza ne zaman el konacak diye. El konulan malları için dava açıp geri aldılar.



"ESKİ TÜRKİYE'Yİ TANIYANLARIN ÇOĞU OYUNU AK PARTİ'YE VERİYOR"

Bununla da kalmıyor, bizim kilisemize bir çivi çakılmasına izin verilmezdi. Kiliseler 200-300 yıllık kiliseler, damı çökmüş onaramıyorsun. Ben hatırlıyorum, Yenikapı Kilisesi’nin onarımında bir bayram günü bir gecede kiliseye çatı yapmıştık.  Bayram günü kiliseye çatı yapıyorsun bunu da korkarak, kaçarak, rüşvetle yapıyorsun. Şimdi gökdelen dikiyoruz vakıf arazilerine, oradan gelir geliyor onunla fakir çocukları okutuyoruz. Bunlar şimdi parasal gibi görünüyor ama öyle değil. Bizim parayla işimiz olmaz. Gerektiğinde bırakın parayı, vatanımız için canımızı seve seve veririz. Bu bir ülkenin sizin de ülkeniz olduğu hissi ile alakalı, haysiyetle alakalı. “Devlet benim de devletim” demeye başlıyorsunuz. Bu noktada özellikle orta yaş ve üzerinde olanlar, eski Türkiye’yi tanıyanlar bu konuda bana hak verirler ve çoğu oyunu AK Parti’ye verir. Gençlerin bir kısmı eski Türkiye’yi tanımıyorlar. Buldukları Türkiye’yi hep olan Türkiye olarak biliyorlar. Öyle olmadığını, kimin ne yaptığı herkes bir arşiv çalışması yapmayacağına göre pek bilmiyorlar. Bir de çok uzun süre baskı altında yaşandığı için değişime uyum biraz zaman alıyor. Ben cemaatimin daha görünür her alanda daha etkin olmasını istiyorum, potansiyel de var. İstiyorum ki daha çok siyasetçi, sivil toplumcu vd çıksın.

"ERDOĞAN ÇOK BÜYÜK DEVRİMLER YAPTI"

Ben 1960’dan sonra ilk kez parlamentoya giren Ermeni vekillerden birisiyim mesela. AK Parti’nin açtığı yollarla oldu bu. Cumhurbaşkanı çok büyük devrimler yaptı, büyük tabuların üzerine çok büyük bir özgüvenle gidiyor. Mesela taziye mesajı yayınladı. 1915 yılında hayatını kaybeden Ermeniler için her 24 Nisan’da Cumhurbaşkanlığı’ndan taziye mesajı yayınlanıyor. Bunlar öyle basit şeyler değil, bunun bir oy karşılığı da yok. Ahlaki bir mesele bu. Birleştirici, bütünleştirici, kucaklayıcı, adil, şefkatli bir devlet anlayışını biz 2002’den beri görüyoruz. Bunu takdir etmemek ancak ideolojik anlamda çok sert önyargılı bir yerde durmakla olur.

"BUNLARDA AHLAK, VİCDAN DENEN BİR ŞEY YOK"

Mesela içime ukde olmuş olaylardan birisi, bunu yeri geldiğinde ölene kadar söyleyeceğim. Şu “Affedersiniz Ermeni” meselesi. O kadar çirkin bir operasyon yaptılar ki… Ben o yayını canlı dinledim, çok net hatırlıyorum. Bu Cumhurbaşkanımıza takıntılı kesimde ahlak denen bir şey, vicdan denen bir şey yok. Cumhurbaşkanımız orada soru üzerine şunu ifade ediyor; “Biz gelmeden önce bu ülkede Alevi Aleviyim demekten, Kürt Kürdüm demekten korkardı bunları biz kaldırdık. Hatta bu kimlikler dezavantaj gibi kullanılıyordu. Affedersiniz bazı şeylerle bana da Ermeni, Gürcü diyenler oldu. “Burada “affedersinizi ona söylenen o sinkaflı sözü canlı yayında tekrarlamamak için kullanıyor, Ermeni sözü için değil. Tam tersini anlatmaya çalışırken, ırkçılığın ne kadar kötü bir şey olduğunu, bir ırkın adının küfür olarak kullanılmasının ne kadar ayıp olduğunu ve buna kendi dönemlerinde tavır koyduklarını anlattığı konuşmasını ‘Affedersiniz bana Ermeni dediler’ diye kesip biçip sundular. Hala da öyle devam ediyor.

"ERDOĞAN'I SAVUNDUM DİYE BANA YILLARDIR BANA DA SALDIRDILAR"

Erdoğan’ın ırkçılık yaptığını savunanlar ben onu savundum diye yıllardır bana ırkçılıkla saldırırlar. Bu kampanyaları yakından takip etmeyenler de, ya da bunları sadece bir kesimden dinleyenler de arkasına bakmadan etkisi altında kalabiliyorlar ama güneş balçıkla sıvanmaz. Eylem bakidir. Ortaya konan pratikler belli. Biz Cumhuriyet tarihi boyunca böyle adil ve rahat bir dönem yaşamadık. Bu açıdan da çok üzülüyorum, en güçlü olunan bir noktaya saldırıp tam tersi bir propaganda üretiyorlar ama dediğim gibi güneş balçıkla sıvanmaz.



Son günlerde kamuoyunda azınlıklar üzerinden Türkiye’de bir karışıklık çıkarma çabaları olduğunu görüyoruz. Kimi zaman Suriyeliler, kimi zaman Alevi- Sünni konusu üzerinden, kimi zaman ise Kürt-Türk argümanlarını kullanıyorlar. Hatta bu tartışmaların odağına gün oldu sizi koymaya çalıştılar. Siz bu çabaları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu kötücül bir alışkanlık, aslında bir Batı kolonyal tekniğidir. Bunu yaptılar başarılı oldu 19. Yüzyıl ve 20. Yüzyıl başında. Böl-Yönet mantığının içeriği bu. Bir bölgeye gidiyorsunuz, oraya okullarınızla, kültürünüzle, paranızla gidiyorsunuz. Orada yüzyıllarca beraber yaşayan kardeş çocuklarının arasına girip diyorsunuz ki “Bak bu senin düşmanın al sana para, al sana silah, ülkeyi sen yönet veya bağımsız ol”. Onları savaştırıyorsunuz, sonra ülke ve kaynakları size kalıyor. Mesela güçlü bir devlet var, Osmanlı gibi. Bir imparatorluk bünyesinde yüzlerce etnik kesim söz konusu ki Osmanlı’nın zenginliği buradan geliyor. Fatih mantığıdır bu. İstanbul Ermeni Patrikhanesini Fatih Sultan Mehmet kurmuştur. Bizim İstanbul’daki patrikhanemizin kurucusu bir padişahtır. Bu kadar büyük bir özgüven ve çoğulculuk anlayışı var o döneme göre. Osmanlı en güçlü olduğu bu noktaya Batı saldırdı ve Şark Sorunu üzerinden Osmanlı’yı çözmeye çalıştılar ve uzun çabalardan sonra ve bizim de hatalarımızın yardımıyla bu mümkün oldu. Gerek içerideki batıcılar üzerinden, gerek etnik yapılar üzerinden bu çözülmeyi sağladılar.

"TÜRKİYE KADAR ÜZERİNE UĞRAŞILMIŞ BAŞKA BİR ÜLKE YOK"

Aynı şey, Türkiye ne zaman başını kaldırsa ne zaman bir atılım yapmaya çalışsa, boyunduruklarından kurtulmaya çalışsa hemen bir şeyler tezgahlanır. Çünkü görünmez prangalara sahibiz, onlar darbelerde görünür olur avını alır, her şey normalmiş gibi görünür ama ülke aslında yerinden değil, başka yerlerden yönetiliyordur. İşte FETÖ de onun son halkasıydı. Şimdi alışmışlar buna ne zaman Türkiye başını kaldırsa ya PKK’yı tekrardan karşımıza çıkarırlar ya ülkede kültürel bir çatışma için Gezi gibi şeyler organize ederler ama çok şükür burada bunun mayası yok. Türkiye kadar üzerinde uğraşılmış başka bir ülke yoktur diye düşünüyorum. 15 Temmuz gibi bir şeye dahi biz teslim olmadık. Halk bütün kesimleri ile sokağa çıktı, ülkesini savundu. Dünyaya birarada yaşama pratiğini ve modelini biz gösterdik. Çünkü Avrupa’da bir arada yaşama pratiği gelişmemiştir.  Ben bunu Avrupa karşıtlığı olarak söylemiyorum, bu bir tespit. 

"AVRUPA TÜRKİYE SAYESİNDE AYAKTA DURUYOR"

Avrupa şu anda mülteci krizi ile baş edemiyor, çünkü Avrupa hep kendine benzeyenlerle bir arada yaşadı. İşte  60’lı yıllardan beri mülteci alıyorlar. 2. Dünya savaşı zaten etnik temizlikti biliyorsunuz. Herkes kendi azınlığından kurtuldu. Ve şu anda göçmen meselesini kabullenemiyorlar. Biz 3,5 milyon Suriyeli mülteciyi kabul ettik. Evet bazı sorunlar yaşıyoruz ama 4 milyon mülteci Avrupa’ya gitse, bakın Avrupa gibi bir yer kalacak mı, ayakta durabilecekler mi? Şu anda Avrupa ayakta duruyorsa Türkiye sayesinde.  Dolayısıyla Türkiye’de bunlar tutmuyor ama bunu denemeye devam edecekler. Bizim de bunlara karşı ayık ve uyanık olmamız. O yüzden birlik beraberlik, demokrasi, adalet ve refah diyoruz. Siz müdahaleye açık hale gelmişseniz, bana niye saldırıyorlar diye yakınmaya hakkınız olmaz.

"VATANDAŞIMIZ RAHAT OLSUN FETÖ'NÜN BELİ KIRILDI"

Ülkemizde her gün çok sayıda ismin FETÖ ile bağlantısı ortaya çıkarılıyor ve gözaltına alınıyor. Sizce Türkiye’de FETÖ tehlikesi sona erdi mi?

FETÖ’nün biz yurtiçinde de yurt dışında da belini kırdık. Artık yaralı bir yaratık. Herhangi bir ahlaki sınırları olmadığı için herhangi ilkesel bir çerçeveleri olmadığı için her şeyi yapabilecek bir yozluğa sahipler. Böyle değişik bir terör örgütü ile karşı karşıyayız. Bir kere vatandaşlarımız rahat olsun bu terör örgütünün beli kırıldı. Türkiye’de bir daha iflah olmazlar, dünyada da peşlerindeyiz. Amerika’dan da kovulacaklar. Pensilvanya’da da, çok kötü durumlara düşecekler. Yaptıklarının bedelini hem hukuk hem kader önünde ödeyecekler. 1960’lardan beri bu iş için örgütlenmiş ve çok ciddi sayılarda topluma ve devlete sızmış bir örgütten bahsediyoruz. Tabi ki bu sürecin bir süre daha devam edeceği anlaşılıyor.  Son örgüt üyesi de temizlenene kadar biz bunda asla geri adım atmayız, öyle bir lüksümüz yok. Hukuk ve adalet çerçevesinde hareket ediyoruz ve bu işi çok iyi götürüyoruz. Bu büyüklükteki bir ihanete, bu büyüklükte, bu kadar ciddi destek alan bir örgüte karşı yargımız da siyasi irademiz de kolluk kuvvetlerimiz de çok iyi mücadele veriyor. Bu anlamda rahat olalım ama bunun bugünden yarına bitecek bir bela olmadığını da bilelim. Biz bunun artçı etkilerine göğüs gereceğiz.




Ergenekon davaları konusunda ne düşünüyorsunuz?

Geçtiğimiz günlerde değerli dostum Hrant Dink suikastının 12. yıldönümüydü. O dönemde hatırlıyorum 2006’da Rahip Santoro öldürülmüştü, sonra o dönemi hatırladığımda kendimi Truman Show’da gibi hissediyorum. Bu FETÖ öyle bir simülasyon kurmuş ki, o dönemin şartlarında rahip öldürülüyor, Hrant öldürülüyor, Zirve yayınevi katliamı oluyor ve birdenbire 12 Haziran’da da Ümraniye’de bir gecekonduda seri el bombaları bulunuyor. Oradan bir Ergenekon soruşturması başlıyor. Zekeriya Öz diye birisi çıkıyor, Veli Küçük gibi asla gözaltına alınmayacak kişiler gözaltına alınmaya başlıyor, daha sonra paşalar gözaltına alınıyor.  O zamanki ruh halimle, Hrant cinayetinin aydınlanması, Türkiye’nin derin devletinden kurtulması anlamında hepimiz ciddi bir nefes almıştık ve büyük bir sempati duymuştuk. Bundan daha fazlası değildi, o dönemde desteklemeyen yoktu, herkes bu ülkenin faili meçhullerle yüzleşmesini, demokrasinin güçlenmesini istiyordu ve bu davaları da bunların bir aracı olduğunu düşünülmüştü. Burada çok ciddi bir FETÖ prodüksiyonu kurulduğunu görüyoruz. 

"PATRON AYNI, SADECE MAŞA DEĞİŞMİŞ"

Mesela Hrant Dink FETÖ olayında kanıtlanmış ilk suçtur. Hrant Dink’in nasıl öldürüldüğü ortaya çıkmıştır ve burada FETÖ merkezdedir. Şimdi orada bir Ergenekon paslaşması var mı bilmiyorum. Ama Hrant Dink olayının örgüsü ve davanın daha sonra nasıl kapatıldığına baktığımızda FETÖ’nün merkezde olduğunu görüyoruz. Şüpheli birçok dava daha var. Muhsin Yazıcıoğlu var, Hablemitoğlu var. Karlov cinayeti zaten suçüstü. Kim bilir daha neler var. Ben bunun bir derin devlet olduğunu, bu derin devletin de tırnak içerisinde de FETÖ olduğunu, Ergenekon operasyonlarının da eski derin devletle yer değiştirme ve yurtsever unsurları tasfiye etme operasyonu olduğunu düşünüyorum. En nihayetinde şunu görmek lazım; Türkiye’nin bir derin devleti var. Bu derin devlet dışarıya bağlı, bu belli ki NATO’ya girdiğimizde içimize girmiş iyice çöreklenmiş, 60 darbesi de bununla alakalı. Bu derin devleti bu noktada sözde muhafazakâr kimliği ile “siyah odada siyah kedi” gibi sosyoloji ile uyumlu, eski derin devlet gibi halkla kavga etmeyen sözde dini bir cemaate teslim etmişler. Eski derin devletten böyle bir derin devlete geçmişler ama patron aynı, sadece maşası ve işgücü değişmiş."

YORUMLAR 17
  • mrt 5 yıl önce Şikayet Et
    inadina reis inadına akp
    Cevapla
  • vatandaş 5 yıl önce Şikayet Et
    reis reis yine reis başka bilmeyiz o kadar.
    Cevapla
  • mazlum 5 yıl önce Şikayet Et
    chp var olduğu müddetçe,ak parti iktidar olur,
    Cevapla
  • yavuz 5 yıl önce Şikayet Et
    bi de belediye başkanına bakmadan reis için oy veriyoruz. yeter ki o başta olsun.
    Cevapla
  • LOKMAN çelebi 5 yıl önce Şikayet Et
    Amerika neden Fransa’ya istifa et makronu tanımıyoruz demiyor
    Cevapla
Daha fazla yorum görüntüle
DİĞER HABERLER
Saraçhane'de 1 Mayıs provokasyonu: 210 şahıs gözaltına alındı
Şanlıurfa'da inanılmaz olay! Bir şehre yetecek elektriği kaçak kullanırken yakalandılar