Bakan Fidan'dan Sumud açıklaması: Cumhurbaşkanımızın talimatıyla MİT harekete geçti
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, İsrail tarafından alıkonulan Küresel Sumud Filosu'ndaki aktivistlerin İstanbul'a getirilmesiyle ilgili, "Cumhurbaşkanımızın talimatıyla MİT harekete geçti. Türkiye koordinasyona öncülük etti." dedi.
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, TRT Haber'de katıldığı programda gündeme ilişkin soruları yanıtladı.
İsrail tarafından alıkonulan Küresel Sumud Filosu'ndaki aktivistlerin İstanbul'a getirilmesiyle ilgili, "Cumhurbaşkanımızın talimatıyla MİT harekete geçti. Türkiye koordinasyona öncülük etti." dedi.
Başka ülkelerinde tahliye için talepte bulunduğunu belirten Fidan, "Filistin hassasiyetimizi dünya biliyor. Filistin için ortak bir çaba yoktu, harekete geçilmesi şarttı. Bu eyleme katılan kardeşlerimizi tebrik ediyorum. Sumud eylemi sahipsiz eylem değil dedik. Birçok devleti bir araya getiren bir eylem olması önemliydi." diye konuştu.
İsrail'de kalan Türk aktivistlerle ilgili prosedürel bir mahkemeleri olacağını söyleyen Fidan, "Belki birkaç gün içerisinde de en geç onları ve diğer kardeşlerimizi tahliye ettirmiş olacağız inşallah." ifadelerini kullandı.
HAMAS'IN YANITI
Trump'ın Gazze Planı'yla ilgili de konuşan Fidan, "Netanyahu'nun sabote etme ihtimali her zaman var. Bunun için ABD'nin kararlılığına ihtiyacımız var. Onun için belli liderlerin, Cumhurbaşkanımızla beraber Trump'ı hatta tutmaları dünya barışı için önemli.
Burada Hamas'ın buna bakışı; iyi olanları iyi diye kabul edip, kabul edilemez olanları neden kabul edilmeyeceğini izah etmesi önemliydi. Müzakere tekniği, cevap şekli gerçekten takdire şayan bir husus. Kategorik bir reddiye değil burada uzlaşmayı arayan, arabulucunun emeğine saygı duyan ama Filistin halkının kabul edemeyeceğini de gören bir Hamas yaklaşımını görüyorum. Trump'ın ilhaka izin vermeyeceğini söylemesi dönüm noktası." dedi.
Bakan Fidan'ın açıklamalarından öne çıkanlar şöyle;
Tabii burada ilk önce bu eyleme katılan kardeşlerimizi, arkadaşlarımızı gerçekten tebrik etmek istiyorum. Yani bu asil bir eylem. Filistin davasını, Gazze’de devam eden soykırımı önlemek için bir uluslararası farkındalık oluşturmak şu anda bizim en büyük silahımız. Biz de uluslararası diplomaside açıkçası bunu yapıyoruz.
Tabii bu organizasyon faaliyetine başladığı zaman, bu sefer geniş ölçekli başlıyor, çok uluslu bir katılım var. Çok sayıda insanımız, çok sayıda gemi katılıyor, çok ülkenin vatandaşı burada. Bizim birkaç tane hedefimiz vardı bu önümüze geldiği zaman. Birincisi bunun başarıya ulaşması. Yani bu etkinlik barış içerisinde, kimsenin burnu kanamadan ve bölgede yeni bir çatışmanın fitili ateşlenmeden bunun hedefine ulaşması ve kardeşlerimizin, vatandaşlarımızın sağ salim ülkelerine dönmesi.
Bu tabii yukarıda koyduğumuz hedefler. Bunun altında çok husus var. Bir defa İsrail’e düzgün mesaj gitmesi için uluslararası baskının oluşturulması gerekiyordu. İlk etapta filo limanlardan ayrılır ayrılmaz biz belli ülkelerle bir koordinasyon mekanizması kurduk. Bunu çok fazla kamuoyuna yansıtmadık. En son belki 16 Eylül’de bir ortak, 17 ülkenin beyanıyla ortak bir bildiri yayınladık ama onun gerisinde İspanya, Latin Amerika, Asya Pasifik ülkeleri olmak üzere birçok ülkeyle yakın bir siyasi koordinasyon kurduk. Ortak mesaj verdik ve buradan bir baskı ürettik, uluslararası baskı.
"İLK KEZ BU DEVLETLERİ BİR ARAYA GETİRMEK ÖNEMLİYDİ"
Yani, bu insanlar sahipsiz değiller. Fakat diğer taraftan da bir sivil eylem ama biz devletler olarak uluslararası hukukun, uluslararası insancıl hukukun bize alan açtığı ölçüde biz buna sahip çıkıyoruz mesajını vermek önemliydi. Daha da önemlisi, ilk kez bu devletleri bir araya getirmek önemliydi. Yani bunların vatandaşları bir araya gelmiş, hareket ediyor ama devletlerinin geride bir diplomatik birliktelik içerisinde olması gerekiyordu. Türkiye olarak biz ona öncülük ettik. Sağ olsun İspanya bu konuda gerçekten çok ciddi bir rol oynadı. İspanya Dışişleri Bakanı'na da burada huzurlarınızda teşekkür etmek istiyorum hassasiyetinden dolayı.
Daha sonra gemiler yola çıktıktan sonra tabii seyir sefer güvenliği önemli. Çok fazla sayıda tekne var; küçük, orta ölçekli. Bunların yolda kalanı var, daha farklı güvenlik sorunları olabilirdi. Tabii bölgede bulunan deniz kuvvetlerimiz, özellikle havadan izleme unsurlarımız, İspanya, İtalya başta olmak üzere bölgedeki diğer deniz kuvvetleriyle de bir koordinasyon içerisinde oldular.
"CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN'IN TALİMATIYLA MİT DEVREYE GİRDİ"
En sonunda bu asil aktivistler gözaltına alındıktan sonra da biz bir an önce onların esaretine son verecek bir operasyonel hamleye girmemiz gerekiyordu. Yani Cumhurbaşkanımızın da bu konuda kesin talimatı oldu. İsrail makamlarıyla, güvenlik makamlarıyla Milli İstihbarat Teşkilatımız üzerinden temasa geçtik. Yereldeki büyükelçiliğimizdeki maslahatgüzarlığımız da ilgili makamlarla temasa geçti ve geri planda gerçekten çok fazla insanın emeğinin olduğu bir operasyonla da bugün kardeşlerimizi ülkemize getirdik.
Tabii başka ülkelerin de bu konuda bizlerden talepleri oldu açıkçası. Bu taleplere de yanıt verebildiğimiz için açıkçası memnunuz. Çünkü başlangıçta da ifade ettim, bu gerçekten eşine ender rastlanan asil bir eylem. Yani bu eyleme devletler mümkün olduğu her ölçüde sahip çıkmak durumundalar. Geride bir miktar kardeşimiz daha kaldı. Onların prosedürel bir mahkemesi olacak. Belki birkaç gün içerisinde de en geç onları ve diğer kardeşlerimizi tahliye ettirmiş olacağız inşallah.
"FİLİSTİN MESELESİNİ CİDDİYE ALAN BİR HÜKÜMETİZ"
Biliyorsunuz bu kriz başladığı andan itibaren bizim bir duruşumuz vardı, bir tespitimiz vardı. Yani Filistin meselesini ciddiye alan, ciddiyetle takip eden bir hükümetiz. Cumhurbaşkanımızın bu konudaki hassasiyeti en üst düzeyde. Kamuoyumuzun sahip olduğu vicdani hassasiyeti, duygusal hassasiyeti bizim gerçek hayat politikasına mümkün olan en iyi şekilde yansıtmamız gerekiyor.
Şimdi şu tespitimiz vardı: Uluslararası toplum Filistin meselesini ortak bir sorun olarak görüyordu her zaman için. Ortak bir duygudaşlık da belli bir noktada vardı ama ortak bir çaba bir türlü olamıyordu. Bizim yaptığımız, başta İslam ülkelerinin kendi aralarındaki ortak çaba sorunu. Şimdi bir defa bu ortak çabayı harekete geçirmek gerekiyordu. Biliyorsunuz, İslam İşbirliği Teşkilatı, Arap Ligi zirvesinde kriz başlar başlamaz, ilk defa örgüt tarihinde olmayan bir şekilde bir grup kurduk, temsili en iyi şekilde yapan. Türkiye bu yedi üye ülkeden birisi. İslam dünyasını Filistin meselesinde temsil eden, bu konuda gündem oluşturan, gündem ilerleten ve gündem belirleyen bir durumda tutmayı amaçlayan.
Çünkü bugüne kadar İslam dünyasının esas itibarıyla ne nüfus gücü ne ekonomik gücü ne diğer güç parametreleri, herhangi bir verili sorunda, bölgesel veya diğer sorunlarda, ortak bir ağırlık oluşturucu unsura dönüştürülemiyordu. Bunun yapısal sorunları var, liderlik sorunları var, düşünsel sorunları var, stratejik idrak sorunları var. Bütün bunların hepsini aşmayı mümkün kılan tabii ki Cumhurbaşkanımızın bölge ülkeleri nezdindeki bu ağırlığı, etkisi ve liderlik vasfı oldu.
"TRUMP'IN CİDDİ MESAJLARA MUHATAP OLMASI GEREKİYORDU"
Şimdi biz burada başlattığımız dinamiği öyle bir noktaya getirdik ki, Trump'ın aslında bu noktada ciddi mesajlara muhatap olması gerekiyordu. Bunun için sekiz ülke, 800 milyon Müslümanı temsilen; sekiz lider New York'ta Trump'la bir araya geldiler ve dediler ki: "Sayın Trump, biz sizin barış insanı olduğunuzu biliyoruz. Ukrayna'da barışı sağlamaya çalışıyorsunuz, Afrika'da yapmaya çalışıyorsunuz. Burada da barışa ihtiyaç var, yoksa bu gidişat iyi değil. Netanyahu'nun durdurulması lazım. Siz burada Netanyahu ve İsrail üzerinde etki oluşturabilecek tek aktörsünüz. Bunu kullanın her iki taraf lehine."
Tabii Başkan Trump'ın bu sorunu sahiplenmesi önemliydi. Daha sonra liderlerin olduğu yerde bir mutabakata varıldı. Başkan Trump orada Batı Şeria'nın ilhakına izin vermeyeceğini beyan etmesi aslında tarihi bir dönüm noktası oldu. Amerika, Filistin ve İsrail üçgenindeki ilişkiler açısından ve İslam dünyasına ve dünyanın geri kalanına Filistin meselesinde Amerika'nın verdiği mesaj açısından.
Fakat diğer taraftan bu liderler bu iradeyi oluşturduktan sonra, biz bakanlara bir müzakere alanı açtılar. Amerika ortada, İslam dünyasını temsil eden bakanların önüne bir liste, bir plan verildi. Daha sonra bizim buna itirazlarımız, değişiklik tekliflerimiz oldu. Daha sonra bunları İsraillilerle muhtemelen görüştüler, geldiler. Ortada bir deklare ettikleri plan oldu. Bu plan bildiğiniz gibi 20 maddelik Trump planı olarak deklare edildi.
Buraya kadar olan süreçte altını çizmek istediğim nokta tekrar, yani Amerika'nın bunu kayıtsız şartsız İsrail'i destekleyen pozisyondan, bir barış yapıcı pozisyonuna evriliyor olması, altı çizilmesi gereken bir nokta. Bunu da hani belli bir diplomatik güçle ilerletmek gerekiyordu. Cumhurbaşkanımızın, Türkiye'nin o konuda diğer İslam dünyasının liderleriyle büyük bir açıkçası işbirliği oldu. Bugüne kadar gösterilmeyen bir duyarlılık ve koordinasyonla bu iş yürütüldü.
Daha sonrasında da ortaya çıkan kağıdın müzakere süreçleri var. Yani bir bizler üzerinden var. Tabii asıl, biz her zaman söylüyoruz, bunun muhatabı Filistin halkıdır ve daha sonra Hamas'la olan müzakere süreci başladı.
"(NETANYAHU'NUN) SABOTE ETME İHTİMALİ HER ZAMAN İÇİN VAR"
Yani sabote etme ihtimali her zaman için var. Bu niyetin de ben orada olduğunu düşünüyorum. Bunun için Amerika'nın ciddiyetine ve kararlılığına açıkçası ihtiyacımız var. Yani aslında diplomatik ağırlık noktası bizim için Amerika'nın bu hatta tutulması. Onun için belli liderlerin, Cumhurbaşkanımızla beraber Trump'a bu noktada telkinde bulunmaları, onu bir hatta tutmaları gerçekten önemli. Dünya barışı için, bölge barışı için.
Burada Hamas'ın buna bakışı, iyi olanları "iyi" diye kabul edip takdir edip, kabul edilemez olanların neden kabul edilemeyeceğini izah etmesi açısından önemliydi. Bence buradaki ortaya konan müzakere tekniği, cevap kağıdındaki cevap şekli gerçekten yani takdire şayan bir husus. Burada kategorik bir reddiye değil, burada uzlaşmayı arayan, arabulucunun emeğine saygı duyan ama Filistin halkının kabul edemeyeceğini, yalanda da mümkün olmayanları da açıkça dile getiren bir Hamas yaklaşımı görüyoruz. Bence olması gereken en ideal yaklaşım da bu.
"İNSANLIK VİCDANI BUNU TAŞIMAZ"
Şimdi bakın, Gazze'de devam eden soykırıma baktığınız zaman aslında somut bir şey hala var gibi gözükmüyor. Ama diğer taraftan Filistin meselesinin uluslararası sahiplenilmesi, devlet olarak tanınması, farkındalığın yükselmesine baktığınız zaman, bu konuda hiç olmadığı kadar bir uluslararası sahiplenme ve bilinçlilik var. Maalesef bu olayların başında şehitlerimiz olurken Gazze'de, biz bunu da söylemiştik. Bu şu an için bunu durdurmayabilir ama başka hayırların kapısını muhakkak açacaktır. Çünkü insanlık vicdanı bunu taşıyamaz. Bu taşınmamazlık kendisini bir politik olgu olarak bir yerde ortaya çıkartacak ve o da çıkıyor. Yani başkentlerde farklı şekilde ortaya çıkıyor, Batı hükümetlerinde bölünmelere neden oluyor, istifalara neden oluyor, Amerikan sağı bile kendi içerisinde bu nedenden dolayı fikir ayrılığına düşebiliyor. Birçok konu var.
Yani bütün bunların olma sebebi, aslında bu problemin devam ediyor olması ve bizlerin de bu problemi yani mümkün olan en büyük ciddiyetle ve olgunlukla ve profesyonellikle uluslararası kamuoyuna ve ilgili aktörlerin gündemine organize bir şekilde getirebilmemiz. Yani bu gerçekten kesintisiz bir faaliyet istiyor, bu çaba istiyor, çalışma istiyor. Yani bu konuda Cumhurbaşkanımız gerçekten çok yoğun faaliyet içerisindeler. Yani bizim görünür diplomaside yaptığımız inanılmaz konular var. Bazen görünmeyen, Milli İstihbarat Teşkilatı'nın var, İbrahim Bey'in çok çalışmaları var. Yani herkes yoğun bir mesai içerisinde, yoğun bir koordinasyon içerisinde Türkiye'de bu konuda. Ama bunun bir kısmını, çoğunu da kamuoyuna yansıtmadan, geri planda devam ettiriyoruz. Hassas konular. İnşallah bunu daha da ileri taşırız.
Önemli bir konu. Gerçekten hani taktik sorunlarla, cari sorunlarla uğraşırken, yani mecburuz bunlarla uğraşmaya ama bölgenin sorumlu ve kadim bir devleti olarak kalıcı bir çözüm getirmeyle de ilgili yoğunlaşmalarımız olmalı. Bunun neticesinde tekliflerimiz olmalı. Bir taraftan da buna uğraşıyoruz. Aslında bizim taktik meşguliyetlerimiz, stratejik vizyon geliştirmekten bizi alıkoymuyor. Tam tersine, bütün bu taktik uğraşılarımız, bizim yapacağımız stratejik önermelerin olgusal zeminini hazırlıyor. Yani bir teorik zemini inşa edebilmeniz için çok fazla dünya verisine ihtiyacınız var.
"TOPRAK BÜTÜNLÜĞÜNE TAAHÜTTE BULUNACAĞIMIZ BİR ANLAŞMA OLMALI"
Şimdi burada bizim gördüğümüz şu: Bunu anlattığımız zaman da herkes kabul ediyor. Birincisi, bölgede, biz bunu tabii siz Ortadoğu olarak... Yani Ortadoğu, buna girmeyelim tanımlamaya, hani Batısentrik bir coğrafi tanımlama. Hani biz kendi bölgemiz diyelim, kendi doğumuz diyelim, kendi güneyimiz diyelim. Buradan baktığımız zaman, bizim kendi coğrafyamızda uzun yıllardır devam eden çatışmaların, bölgesel, bölge dışı müdahalelerin temelinde yatan konu, bölge ülkelerinin kendi aralarında iş birliğini sağlayamamaları ve belli bir miktar güvensizliğin olması. Bu güvensizliği baştan deklare edip ve hiçbir "ama"ya, "fakat"a gerek bırakmadan artık bizim bir birbirimizin toprak bütünlüğüne, egemenliğine ve güvenliğine taahhütte bulunacağımız bir anlaşmanın altına imza atmamız gerekiyor.
Yani bölgesel bir istikrar paktına, platformuna, anlaşmasına, konvansiyonuna ihtiyacımız var. Bunun birinci amacı caydırıcılık değil. İkinci amacı caydırıcılık. Birinci amacı bunun, bölge ülkelerinin birbirine karşı olan güvenini mutlak hale getirmek, bu anlaşmaya taraf olan ülkeleri mutlak hale getirmek ki kimse daha sonra bu güvensizlik ortamında dışarıdan müdahalelere zemin hazırlanmasın veya terör örgütleri bundan istifade etmesin veya başka türlü istikrarsızlık oluşturucu hususlar bölgemizde istikrarsızlık oluşturmasın. Bu platforma, bu anlayışa bizim ihtiyacımız var bölgede ve bunu öncülüğünü Cumhurbaşkanımız yapıyor.
Şimdi temas ettiğimiz görüşmelerde biz belli kümelenmelerin, belli oluşumların kendi aralarında konuştuğunu, bunu bizimle herkesin tartıştığını görüyoruz. Bizim önermemiz, dediğim gibi, son derece açık. Bir defa kendi sorunlarımızı bölgede kendimizin sahiplenmesi gerekiyor. Bunun için bir yeterlilik göstermemiz lazım. Dışarıdan aktör çağırdığınız zaman dışarıdan aktör gelir, sorununuzu çözer gibi yapar, faturasını ortaya koyar ve çoğu zaman bölgeyi bıraktığı hal, geldiği halden daha kötü olur. Biz bunu 50 defa bu bölgede gördük, hala görüyoruz.
Şimdi eskiden tabii yapısal sorunlarımız vardı, böyle bir dinamiğin içerisinden geçmek gibi. O bizi zorluyordu ama şimdi baktığımız zaman bölge ülkelerindeki ulus-devletleşme belli bir noktaya, olgunluğa ulaşmış durumda. Herkesin artık sınırı oluşmuş durumda. Herkes, özellikle İsrail dışında, artık ülkelerin hiçbirinin, birkaç tane ufak tefek sınır sorunları olan ülke hariç, bir sorunu yok. Yani burada artık makul bir iş birliği platformunun iyi niyet temennisinin önüne geçip, ötesine geçip ciddi bir şekilde ortaya çıkması gerekiyor ki artık hem birbirine güveni tam olan hem de bölge dışı aktörlerin bölgeye yönelik olumsuz, negatif heveslerine karşı caydırıcılık üreten bir yapı ortaya çıksın.
"İSRAİL'İN KAYITSIZ ŞARTSIZ DESTEKÇİLERİ BİLE ARTIK BU KONUDA ORTAK GÖZÜKMEK İSTEMİYORLAR"
Fazlasıyla. Yani bu gizlenebilecek bir gerçek değil. Yani artık bir çılgınlığa dönüşmüş bir akım. Yani İsrail'in kayıtsız şartsız destekçileri bile artık bu konuda ortak gözükmek istemiyorlar. Yani hiç kimsenin destek vereceği bir konu değil. Bakın, Amerika İsrail'in Doha'ya saldırmasından sonra, bir hafta sonra şimdi bir başkanlık kararnamesiyle Katar'ın güvenliğini kendi güvenliği olarak deklare etti. Ben dedi bunu koruma altına alıyorum, bir daha kimse buraya saldıramaz. Bu ağır bir mesaj esas itibarıyla.
Şimdi bölgede Suudi Arabistan, Pakistan ittifakına bakın. Şu anda gün yüzüne çıkmamış başka konuşmalar var, görüşmeler var, onlara bakmak gerekiyor. İsrail'in bölgedeki saldırganlığı ve buna mukabil Amerika'nın klasik, geleneksel olarak bölgedeki aktörlere vermiş olduğu taahhüdün geçersiz olduğunun ortaya çıkması, bölgede, yani Türkiye zaten bunun hep farkındaydı da, bazı aktörlerin artık Cumhurbaşkanımızın tabiriyle "kendi göbeğimizi kendimiz kesmemiz gerekiyor" yani "bundan sonra da bölgede kim ne yapacaksa beraber yapmamız gerekiyor" noktasına getirdi. Yani bu türden arayışların ben artık normal olduğunu düşünüyorum. İsrail saldırganlığı da bölgede bu konuda çok ciddi bir hatırlatıcı.
CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN'IN WASHİNGTON ZİYARETİ
Yani inanın bu ziyaret, Türkiye-Amerikan ilişkilerinde, özellikle liderler diplomasisi açısından tarihi bir ziyaret olarak nitelendirilebilecek bir ziyaret. Çünkü aslında geri planda birtakım olumsuz çevresel şartların olduğu bir dünyada, iki liderin kendi liderlik özelliğini kullanarak bütün bu sorunların çok üstüne çıkıp, çok daha büyük bir stratejik perspektifle bu alana bakmaları yukarıdan ve buna göre bir ilişki sadece kendileri arasında değil, ülkeler arasında dizayn etmeye çalışmaları, yani bu ender rastlanan bir durum.
Herkes Cumhurbaşkanımızın gerek New York'taki toplantısında gerek Washington'daki basın görüşmelerinde veya diğer görüşmelerde bir aksama olacağını, farklı bir türden davranış olacağını hep bekleyen ve uman kesimler vardı. Ama ortaya çıktı ki, yani Sayın Cumhurbaşkanımızın büyük bir mütevazilikle yıllardır taşıdığı, yani gerçekten "küresel lider" unvanının bu türden durumlarda, küresel lideri küresel ülkeler anlarlar. Yani onlar liderlerin kendi dünyasında birbirlerine bir davranış durumu var. Orada ben çok ciddi bir saygı ve ağırlama gördüm. Yani Sayın Trump'ın Cumhurbaşkanımıza olan saygısı, Sayın Cumhurbaşkanımızın bu ilişkiye olan ehemmiyet vermesi, saygısı da fevkalade önemli.
Tabii her iki taraf da bunu kendi ülkelerinin lehine yapıyorlar. Yani büyük liderler zaten kendi ülkelerinin lehine kayıtsız şartsız, tavizsiz tavır alabilen insanlardır. Bunlar birbirlerini gördükleri zaman anlarlar ve saygı duyarlar ve birden o alandan bir iş birliği oluşmaya çalışırlar. Cumhurbaşkanımızın Türkiye'nin menfaatleriyle ilgili tavizsiz duruşu ve çok ince bir diplomatik hat takip etmesi... Zaman zaman onun takip ettiği sofistike hattı, ince diplomatik hattı başka olumsuz, negatif kavramlarla gölgelemeye ve yaltalanmaya çalışan bazı muhalif çevreler var. Tabii onları dikkate almamak gerekiyor ama günün sonunda herkesin üstünde ittifak kaldığı konu, bu ziyaret bütün yönleriyle başarılı bir ziyaretti.
Ortaya konulmuş çok büyük bir irade var liderler arasında. İki ülke arasındaki sorunlu alanları kaldıralım, ilerletelim ve varsa da başka çıkan alanlar ona bakalım. Yani biz kabinede de bu konuyu görüştük. Orada da ifade edildi. Bundan sonrası artık ilgili bakanlara, kurumlara düşüyor. Çünkü liderler arasında oluşmuş ciddi bir irade var. İki ülke arasındaki ticareti, enerji başta olmak üzere, savunma sanayi alanı başta olmak üzere iş birliği alanlarını ilerletecek, başka sorunlu alanlar varsa onları ileri taşıyacak ne varsa yapmak gerekiyor.
Nitekim iki lider arasındaki bu güvene dayalı ilişki, bu Filistin meselesinde, şu Hamas'la ateşkes ve sağlanması konusunda da buldu. Dün Sayın Trump biliyorsunuz Cumhurbaşkanımızı aramak istedi, Cumhurbaşkanımızı aradı. Cumhurbaşkanımıza bu konuda ortak dostluklarına binaen tekrar, zaten her türlü yardımını yaptığından eminim ama, tekrar bu konuya ihtimam göstermenizi istirham ediyorum, kendi durduğu yerden. Cumhurbaşkanımızın yaptığı görüşmeden 6-7 saat sonra da Hamas olumlu bir cevapla bir deklarasyonda bulundu. Şimdi iki lider kendi iş birliklerinin aslında hem iki ülke arasındaki sorunları aşmada, hem iki ülke arasındaki menfaatleri ilerletmede hem de bölgesel sorunları çözmede işe yaradığını görüyorsa, yani bu gerçekten verimli bir ilişkidir. Bence bu ilişki çok daha fayda sağlayabilecek noktalara gidebilir. Yani dediğim gibi bizim gibi belli hassas konulara bakan bakanların, kurumların kendi kurumlarıyla ilgili, görev alanlarıyla ilgili ciddi projeler ve teklifler geliştirmesi gerekiyor.
SAVUNMA SANAYİİNDE DEZENFORMASYON GİRİŞİMİ
Şimdi, dezenformasyon niye yapılır? Bu artık temel propaganda kitaplarında yer alan bir husus. Yani istihbarattayken de bununla çok şey yapardık. Aslında dezenformasyon, manipülasyon, kara propaganda ve özellikle Türkiye'deki siyasi mücadelenin bir ayağı olarak fitne çıkarma konuları hep var olan bir konu. Ben konunun önemine binaen esas itibarıyla bu alanları çok fazla şey yapmıyorum, önemsemiyorum. Bunlar kendi bulundukları seviyede ve durumda gitsinler. Aslında Türkiye'nin milli güvenliği meselesi inanılmaz derece, bunların çok üstünde bir konu. Biz o konuyu orada bırakıp bu dezenformasyon ve kara propaganda üzerinden üretilen suni tartışma alanlarına gidersek, çünkü kimsenin gerçekle alakası yok burada. Onu kullanarak üretmek istediği bir propaganda anlayışı var.
Ha burada, bu propagandaya ben önemsemiyorum dedim ama bir konusuna özellikle altını çizmek istiyorum burada. O da, yani kendisi önemli olduğu için değil, ona muhatap aktörleri... Burada özellikle savunma sanayinde bizim yerlileşmemizi ve millileşmemizi mümkün kılan emeği görmeyen ve buna saygısızlık eden de bir tartışma alanı ortaya çıktı. Bunu ben açıkçası şiddetle reddediyorum ve kınıyorum. Yani burada binlerce mühendisin, o kadar yıldır yani ben birinci elden tanığım, Milli İstihbarat Teşkilatından itibaren, ortaya koyduğu çok ciddi çalışmalar var. Aselsan'da, TAI'de, Roketsan'da, Havelsan'da, Baykar'da, BMC'de, adını sayamadığım o kadar çok firma var. Yani bunların hepsinin ortaya koyduğu, yıllardır bir mücadele var. Bakın, %20'den %80'e gelmiş bir yerlilik oranı var. Bu küçümsenecek bir şey değil.
Biz bunu yaparken bir şey daha yaptık. Bizim ürünlerimizi niye insanlar alıyorlar? Yani biz Milli İstihbarat Teşkilatındayken bu ürünlerin hemen hemen %60'ını, %70'ini kullanmak durumunda kaldık. İHA'ları kullandık, SİHA'ları kullandık, mühimmatları kullandık, elektronik harp cihazlarını kullandık, piyade tüfeklerini kullandık. Silahlı Kuvvetlerimiz, bizimle beraber, girdiği harekâtta füzeleri kullandı, biz istihbaratı verdik. Müşterek harekâta girdik, kendimiz harekât yaptık. Suriye'de savaştık, Irak'ta savaştık, başka adını söyleyemeyeceğim bir ton ülkeye gittik, oralarda savaştık. Hâlâ daha operasyonların içerisindeyiz. Buradan aldığımız bütün verileri biz her zaman için kendi mühendislerimizle, firmalarımızla paylaşarak buraya geldik.
Yani ben bunun hem kullanıcısıyım hem ilerletilmesine katkıda bulunan, bir avuç yıllardır, yani son 20 yıldır, kesintisiz bu konularla uğraşıyoruz. Şimdi burada savunma sanayinin ben birinci elden tanığı olarak ne kadar fedakârlık varken, bazılarının buradaki yerlilik ve millilik çabalarını açıkçası eleştiriyor olmalarını şey yapıyorum.
Diğer taraftan şunu da söylemek gerekiyor. Yani ben bugün Türkiye Cumhuriyeti'nin Dışişleri Bakanıyım. Benim bakan olduktan sonra önüme aldığım ödev çizelgesinde bir husus var. Arkadaşlara dedim ki, yani diplomasiyle yoluyla ilerletilmesi gereken alanlar var. Yani Filistin meselesinde, bölgesel güvenlik çatısının oluşturulması, çatışmaların çözümü, yeni pazarların bulunması, yeni enerji alanlarına gidilmesi, daha onlarca konu var. Bunlardan önemlilerinden biri de Türkiye'nin görünür ve görünmez kuşatılma alanlarıdır. Görünür kuşatılma alanları Türkiye'nin aleyhine oluşturulan ittifak alanlarıdır. Akdeniz, Doğu Akdeniz'de oluşturulmaya çalışılan ittifak alanları var, bunları görürüz, bunlara diplomatik tedbir geliştiririz. Belli konularda diplomatik tedbir geliştirilmezseniz konu askerinize havale edilir, güvenlik organlarına havale edilir, daha fazla şey olur. Yani alabileceğiniz diplomatik tedbirleri önden almanız gerekiyor.
Bir de Türkiye'ye yapılan açık ve örtülü kısıtlamalar ve yaptırımlar var, diplomatik olarak giderilmesi gereken. Şimdi arkadaşlara dedim ki ben: "Türkiye'ye yönelik açık ve kapalı savunma alanında ne yaptırımlarımız var? Savunma Sanayii Başkanlığımızın bize verdiği ne listeler ve hangi ülkeler var? Kilit firmalarımızın ürettiği kilit ürünlerin kısıtlamada olduğu nereler var? Hava Kuvvetlerimizin kullandığı hangi mühimmatlarda sıkıntılar var? Deniz Kuvvetlerimizin kullandığı hangisinde var?" gibi birçok şey var yani, böyle. Bunlarda şöyle bir husus var: Bir, yerlileştirme devam ederken, cari olarak kullanılması gerekenleri de ve Silahlı Kuvvetlerin, Savunma Sanayinin bizden talep ettiği hususların da kaldırılması gerekiyor. 2 yıldır çalışıyoruz. Yani Kanada'dan kaldırdıklarımız var, Hollanda'yı kaldırdık, Norveç'i kaldırdık, Belçika'yı kaldırdık, Almanya'daki konular büyük ölçüde kalktı. Amerika'dakilerin bir kısmı kalktı, bir kısmı duruyor.
Şimdi bu benim görevim, bu yaptırımları kaldırmak. İlgili kurumlarımızdan böyle bir talep geldiği sürece bu yaptırımların kaldırılmasıyla alakalı, ben bunu kaldırılmakla yükümlüyüm. Ha ben bunu kaldırmaya uğraşırken karşı taraf herhangi bir sebepten dolayı bana mantıklı bir izah getiremezse ve konuyu ilerletemezsek benim milli güvenliğim bunu başka yerden almayı gerektirir. Ve bu muhatabın bunu bilmesi lazım. Bak ben senden bunu almak istiyorum fakat sen bunu vermezsen benim başka alternatiflerim de olacak. Buradan başta açık ve şeffaf koyalım. Bu yüksek devlet konularıdır. Şimdi bu tartışmayı buradan alıp başka bir alana taşımak gerçekten garip, garip.
SURİYE'DE SON DURUM
Suriye'de son durum, şu anda biliyorsunuz yarın bir aslında seçim olacak. Delegeler üzerinden, Parlamento Halk Meclisi seçimi olacak. Bu önemli bir adım. Yani Suriye'de yeni bir hayatın, yeni bir sistemin kurulduğuna ilişkin hükümetin ilanından sonraki ikinci önemli adım diyebiliriz esas itibarıyla kurumsallaşma olarak. Arada yapılan çok fazla işler var. Ekonomiyle ilişkin, enerjiyle ilişkin, belli kurumların altyapısının geliştirilmesine ilişkin. Bunlar daha detay konular ama stratejik düzeyde hükümetin ilanı ve şu anda seçimlerin olacak olması ve bu seçimlerin dört yıl süreyle görev yapacak olan Halk Meclisi'ni belirlemesi, bu önemli bir şey.
Şimdi diğer taraftan Suriye'nin, şu anda özellikle fiziksel bütünlüğüne yönelik tehdidi oluşturan, bölünme tehdidini oluşturan unsurların ortadan kalkması gerekiyor. Burada YPG'nin belli bir, açıktan artık niyetini ortaya koyup Şam'la anlaşması gerekiyor. Diğer taraftan güneydeki Dürzi meselesinin olumlu bir şekilde her iki tarafın da kabul edebileceği bir perspektifle ülkenin bütünlüğünü tehlikeye atılmadan çözülmesi gerekiyor.
Burada tabii ki oyun bozucu olan ve daha fazla bozma potansiyeli olan İsrail. Buraya dolaylı ve direkt mesajlar da iletiliyor. Esas itibarıyla yani burada bir oldu bitti olması, ülkenin bölünmesine yol açacak birtakım başka girişimlerin olmasını Türkiye olarak bizim kabul etmemiz mümkün değil. Yani çünkü Suriye'deki bizim sınırımız ve sınırın öbür tarafında olan her şey bizim milli güvenliğimizle de doğrudan ilintili bir konu. Burada milli bütünlüğü sağlanmış, birliği, beraberliği devam eden bir Suriye'ye ihtiyacımız var.
Diğer taraftan bölge ülkeleri, başta Suudi Arabistan olmak üzere, gerçekten iş birliğini devam ettiriyorlar. Suriye'ye olan katkıları devam ediyor. Amerika'daki yaptırımların artık daha ileri düzeyde kaldırılması gerekiyor. Avrupa Birliği'nin biraz daha ileri adımlar atması gerekiyor ki finans konusunda, yatırım konusundaki engeller kalksın. Belli miktar mülteci geri dönüşü oldu. Bu aslında ülke ekonomisinin de orada kalkınmasına ciddi katkıda bulunan bir husus. İnşallah bunu devam ettireceğiz.
Şu anda bizim gördüğümüz ve hem bölgedeki hem bölge dışındaki ilgili diğer aktörlere anlattığımız en büyük risk senaryosu bu esas itibarıyla. Yani bunu engellemeye yönelik tedbirlerin alınması gerekiyor, diplomatik açıdan. Ve buna yönelik çalışmalarımız şu anda esas itibarıyla devam ediyor. Yani bu sorunun ortadan, yani mümkün olan en az zararla geçiştirilmesi gerekiyor. Diğer türlü, az önce de söyledim, yani Suriye'nin geleceğinin tehdit altında olduğu bir yerde ne yatırım ne siyasal istikrar ne mültecilerin geri dönüşümü mümkün olur. Bu bir oynak zemin üzerinde hareket etmeye benzer. Yani bu bu büyük bir risk. Yani bunun olmaması gerekiyor. Şu an itibarıyla liderlik güçlü ve kararlı ve büyük bir uluslararası meşruiyet görmüş durumda.
50 küsur yıldan sonra ilk defa bir Suriyeli lider Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'ndan uluslararası topluma hitap etme imkanı buldu. Yani bu aslında uluslararası meşruiyetin en üst düzeyi. Yani bu fevkalade önemliydi. Orada çok önemli görüşmeler yaptı Sayın Şara. Cumhurbaşkanımızla da görüştü. Dışişleri Bakanı da ciddi görüşmeler yaptı. Sayın Şara gittikten sonra da kaldı, görüşmeler devam etti. Bizler de görüştük. İnşallah bu çarşamba günü de meslektaşımız Türkiye'ye gelecek, Suriye Dışişleri Bakanı.
Biz Suriye'nin geleceği için umutluyuz. Yani belli risk alanları var ama yönetilemeyen risk alanları değil. Türkiye'nin yani liderlik gücü, diplomatik derinliği, diğer alan araçları bu sorunları yönetmeye yeter. İlişkilerimiz buna yeter. İnşallah bu istikrar oluşturucu gücümüzü kullanmaya devam edeceğiz. Yani bizim için en önemli dış politika metodu istikrar oluşturucu adımları atmak.
"ULUSLARARASI KAMUOYU BU İKİ KONUYA KİLİTLENMİŞ DURUMDA"
Gazze'deki ateşkesin sağlanması bir, Ukrayna'daki ateşkesin sağlanması iki. Yani uluslararası kamuoyu bu iki konuya kilitlenmiş durumda. Gerçi Gazze daha aciliyet kesp ediyor. Çünkü oradaki açıktan devam eden sistemli bir soykırım ve tehcir teşebbüsü.
Şimdi Ukrayna'da gelinen en son noktada, biliyorsunuz Sayın Putin'le Sayın Trump arasında Alaska'da bir görüşme gerçekleştirildi. Bu görüşmede aslında fevkalade önemli konular da gündeme getirildi. Rusya tarafı ateşkes ilişkin şartlarını daha da netleştirilmiş, rafine edilmiş bir şekilde açıkça Sayın Trump'a söyledi. Sayın Trump bunu daha sonra Ukrayna lideri ve beraberindeki Avrupalı liderlerle yaptığı toplantıda onlarla görüştü. Hangi konu ne kadar ilerletilebilir, bu masaya yatırıldı.
Buna paralel bizim görüşmelerimiz devam etti, her iki tarafla da Amerikan tarafıyla da, Ukrayna ve Rusya tarafıyla da. Şimdi gelinen noktada gördüğümüz o ki, aslında şu anda da iki taraf da gerçekten büyük bir hazırlık seviyesini yükseltiyor. Çatışmalar şiddetini arttırdı. Bugün de yeni bombalamalar vardı. Devam ediyor.
Diğer tarafa şunu mesajı veriyor. Yani 'ben savaşmak gerekirse benim savaşacak azim, iradem ve imkanım var. Dolayısıyla sen kendine bak' mesajını veriyor her iki tarafta da. Yani savaş stratejilerinde bu bilinen bir duruştur. Bir taraf bundan taviz verdiği gözükürse üstüne diğer taraf daha fazla gelir. Bu imajı vermemek için her iki taraf da Ukrayna ve Avrupa tarafıyla Rusya tarafı, olabildikçe harp gayretlerini daha ileri taşıyorlar. Bu da daha fazla ölüm ve yıkımı da beraberinde getiriyor.
"RUSLAR DONETSK'TEKİ O BÖLGEYİ ALMAK İSTİYORLAR"
Şimdi görünen o ki, yani burada Amerikalılarla da hani konuştuğumuz zaman ortaya çıkan, belli bir süre daha, birkaç ay daha bu konunun devamından sonra bir açılım sağlanabileceği şeyi var, hususu var. Çünkü sorunun ne olduğu, nerede olduğu artık belli. Donetsk'te Rusların geri alamadığı kısım, %25-30'luk bir kısım var. Burası ne olacak? Ruslar burayı almak istiyorlar. Ukraynalılar diyorlar: "Burası bizim toprak bütünlüğümüz açısından zaten çok önemli. Savaşmadan bir yer verme şansımız yok." Ruslar da diyorlar ki: "Biz savaşmaya devam ederiz, bedeli ne olursa olsun. Burayı aldıktan sonra diğer yerlere de gideriz. Onun için başka yerleri kaybetmemek için burayı verin." Onlar diyorlar: "Hayır, biz burayı verirsek zaten başka yerleri kaybetmenin yolları açılır askeri olarak" gibi her iki tarafın da argümanları var. Bu argümanları tabii ortada buluşturmak gerekiyor. Yani benim aslında hem Avrupalı aktörlerle hem Amerikalı aktörlerle konuşurken zihnimde pratiğini yaptığım, iki tarafı da ortada buluşturacak çözümler ne olabilir diye bazı alternatifler var ama onlar çok detay, çok buranın yeri, can sıkıcı olabilir yani.
Şimdi Avrupa tabii ki ilk defa bu kadar yani ciddi bir şekilde bir konvansiyonel, yani ciddi bir tehditle karşı karşıya. Yani nükleer silahı da olan ama şu anda konvansiyonel tedbirlere başvuran bir tehditle karşı karşıya. Bunu yani ilk önce Ukrayna'ya üzerinden bu savaşa müdahil oldu. Ama şimdi görüyoruz ki son birkaç ay, birkaç hava ihlali raporlarında, bu raporlar NATO tarafından da üretiliyor, aynı zamanda ilgili ülkelerin kendi sistemlerinde de konu oluyor. Ve Rusların buna tabii farklı cevapları var, kabul etmiyorlar. Ama burada kesin olan şu: Bir artık alarm düzeyine gelme var. Bir daha fazla kendi sistemlerinde, askeri kabiliyetlerinin artırılmasıyla ilgili bir farkındalık oluşturmaya başladığını görüyoruz.
"AVRUPA'DA HALK HÜKÜMETLERE SİYASİ OLARAK MALİYET ÜRETMEYE BAŞLAYACAK"
Tabii burada şu var: Uzun yıllar sahip oldukları bütçeleri altyapıya, refaha, başka alanlara kaydıran Avrupa devletleri, ki çünkü güvenlikleri Amerika tarafından sağlanıyordu, Amerika'nın güvenlik şemsiyesiyle ilgili çok önemli sesli ve sessiz parametreler getirmesi, "artık masrafı paylaşalım, biz her yerde kayıtsız şartsız sizi desteklemeyeceğiz" ve bunun uygulama alanı olarak da Ukrayna'yı öne çıkarmaları gibi hususlar, artık bütçelerinde bir değişikliğe gitmelerine sebep oluyor. Tabii bu iktidarlar için kolay değil. Özellikle Avrupa demokrasileri, yani halkın memnuniyeti üzerinden iktidara gelip iktidardan gidiyorsunuz. Şimdi halk temel ihtiyaçlarında, altyapı hizmetlerinde, temel hizmetlerde sıkıntı olduğunu, bütçe eksikliğinden dolayı görmeye başladığı zaman hükümetlere maliyet üretmeye başlayacak, siyasi olarak.
Onun için hükümetler önceden bu farkındalığı kendi kamuoylarına sunuyorlar: "Bizim böyle bir tehdidimiz var. Hava sahalarımız ihlal ediliyor. Dolayısıyla daha fazla parayı ve bütçeyi diğer alanlardan kesip buraya aktarmamız gerekiyor." Esas itibarıyla bu, dediğim gibi, yani uzun süre devam ettiği zaman şu ana kadar zaten belli sıkıntılara sebep oldu Avrupa başkentlerinde, bundan sonra da olacak.
"SAVAŞ DEVAM EDERSE YENİ FİNANSMAN KİM OLACAK?"
Bir ara tedbir olarak şimdi Amerika'nın mali kaynakları, "ben artık vermeyeceğim" demesinden sonra Avrupalıların ara tedbir olarak el konulan Rusya hesaplarının, Avrupa'da bulunan gerek Merkez Bankası'na gerek devlette ilişkili olduklarını ifade ettikleri iş adamlarının mallarına ve paralarına el koymuşlardı biliyorsun. İlk önce bu paraların faizlerinin kullanılması teorisiyle, teklifiyle gelindi. Daha sonra bu paraların belli bir şekilde kullanılıp Ukrayna tarafından, yani çünkü şu duruma da düşmek istemiyorlar Avrupalı ülkeler: Yani bir taraftan bu parayı kullanıp kendileri para harcamak istemiyorlar, diğer taraftan da yani bu parayı kullanırlarsa, yani daha doğrusu el koymuş olurlarsa, yani dünya serbest ticareti, finansal açıklık, hareketlilikle ilgili ortaya konmuş ne kadar kutsal madde varsa, yasa varsa ihlal edilmiş olacak. Buna bazı ülkelerde yanaşmıyor. Ara formül olarak şöyle bir şey buluyorlar, şu anda bugünlerde onun tartışması var. Diyorlar ki: "Ukrayna'nın Rusya'dan savaş tazminatları talebi var. Bu kadar yıkıma bir tazminat talebi olacak. Biz hukuki olarak bir çerçeve oluşturalım. Bu paraları tazminatın toplamından düşelim, harcandıkça." Böyle bir şeye gidiyorlar.
Tabii bu paralardan sonra eğer savaş devam ederse yani finansman nasıl olacak? Bakın, sadece savaş finanse edilmiyor, Ukrayna hükümetinin de finanse edilmesi gerekiyor. Ona yönelik de ciddi fonlar ve bütçeler aktarılıyor. Dolayısıyla aslında bu çok uzun bir konu, inanılmaz derecede maliyetli. Sadece insan maliyeti yok, kaynak maliyeti de çok yüksek. Dünya ticaretine, dünya enerji dengelerine maliyeti çok yüksek. Bu savaşın, Cumhurbaşkanımızın başından itibaren söylediği gibi, bir an önce durması gerekiyor, bu saçma savaşın. Kabul edilemeyecek maddeleri var iki taraflı olarak. Ama bir formülle bu işin bitmesi lazım. O formüle de zaten ortaya çıktı, çok yakınız ama inşallah biter.
Bunu tabii çok ciddi yapısal analizi gerekiyor. Yani buna baktığımız zaman, ben hani yıllardır içindeyim. Yani bir taraftan pratisyen, bir taraftan teorisyen olarak yani hep gözetlemeye çalışıyorum. Şöyle bir husus var: Şimdi biz, yani Soğuk Savaş döneminde dış politika otomatik pilota bağlanmıştı biliyorsunuz. Yani burada otomatik pilotta olmanın hani belli şeyleri var, avantajları ve dezavantajları var. Avantajları, risk alanın sıfırdır, dezavantajı hiçbir şey gelmez. Bizim özellikle milli politikaya, 2002'den sonra yönelmemiz, özellikle Soğuk Savaş'tan sonra da Batı'nın artık tehdit tanımlamasını yeniden yapması ve yani Türkiye'nin artık o kadar fazla tercih edilen bir müttefik olarak görülmemesi, Avrupa Birliği üyelik sürecinde bize hak ettiğimiz değerin verilmemesi bizi şuna itti esas itibarıyla. Yani Avrupa Birliği biliyorsunuz çok katmanlı bir yapı, ekonomik birliği var, üstünde koruma şemsiyesi var vesaire. Burası gerçekten belli bir istikrar adasıydı bugüne kadar.
"BİZ YÜKSEK İRADELİ LİDERLİĞE DEMİR ATTIK"
Şimdi o yılları hatırlayın. Biz Avrupa Birliği'ne demir atmadık, biz başka bir ittifaka da demir atmadık. Biz nereye demir attık? Biz aslında halkın feraseti ve bilgeliğiyle güçlü ve uzun erimli ve yüksek iradeli liderliğe demir attık. İstikrarı biz buradan ürettik. Yani Cumhurbaşkanımız uzun yıllardır aynı dirayetle ve hikmetle ve fedakarlıkla, açıkçası bu yükü taşımak, bu ateşten gömleği taşımak her kulun, her insanın isteyeceği bir iş değil yani. Yani gerçekten insanın hayat tadını kaçıran, bir gün kolay ve iyi gününüzün olmadığı, sadece yaptığınız hizmetten manevi haz aldığınız bir iş yapıyorsunuz. Onun dışında yaptığınız her konu gerçekten büyük zorluklar içeriyor.
Şimdi biz böylesine bir uzun erimli, istikrarlı, halk meşruiyetine dayalı, defalarca seçimle kendini ispatlamış, onay almış bir liderliğe demir attığınız zaman, bakın, bu çok fazla kıymeti bilinen bir şey değil ama bizim gibi çok fazla büyük ittifakların içerisinde sistemik olarak yer almayan aktörler için fevkalade önemli bir şey. Türkiye gibi, bu siyasal istikrar. Biz bunu iç politikada neye dönüştürdük? Altyapının halline, temel hizmetlerin götürülmesine, demokratik standartların yükseltilmesine, eğitimin yaygınlaştırılmasına dahil olmak üzere çok fazla şeye dönüştürdük. Orta sınıfın seviyesi yükseldi. İçeride neye, dışarıda neye dönüştürdük? Güvenilir bir Türkiye, bölgede kendi gücünü istikrar oluşturmada kullanan bir Türkiye... Biz hiçbir zaman için istikrar bozucu, savaş çıkartıcı bir ülke olmadık. Terörle mücadele ettik sonuna kadar. Daha sonra ekonomik olarak, ticari olarak, sosyal olarak, teknolojik olarak her yere fayda götürmeye çalıştık.
"LİDERLİK BU NOKTADA ÖNEMLİ"
Şimdi geldiğimiz üst noktada da artık, liderlik bu noktada önemli, artık bunun kalıcı bir sistemi kurulabilir mi? Şimdi bunun zihni ve idraki Türkiye'deki liderlikte mevcut. Ve bölgedeki ülkeler de buna güveniyor. Çok kritik bir aşamaya geldik, bakın, tarihin çok kritik bir eşiğindeyiz. Biz bugüne kadar altyapıyı, tabiri caizse hafriyatı bitirdik. Artık stratejik olarak, Türkiye'deki hizmetler ayrı, ama bölgesel ve uluslararası ilişkiler dinamiği açısından, yani bu kadar kırılgan bir dünyada hem ülkemizi savaşlardan beri tutmak hem de müttefiklerimize güven vermek, tehdidi sınırın ötesinde karşılamak ve kalıcı bir sistem oluşturmak... Çok zor bir iş, gerçekten zor bir iş.
Çok kritik bir eşikteyiz. Şimdi bu kritik eşikte bizim Cumhurbaşkanımıza daha uzun yıllar ihtiyacımız var. Yani bu projenin sağ salim bölgenin lehine tamamlanması için uzun ve güçlü liderliğe ihtiyacımız var. Dediğim gibi, bizim demir attığımız pakt güçlü liderlik, uzun erimli liderlik. Avrupa Birliği bizi almıyor. Şimdi Avrupa'da istediği kadar siyasi kriz çıksın, aylarca hükümetler kurulmuyor. Hiç önemli değil. Zaten egemenliğin yarısını Brüksel... Yani enerji, gümrük tarifeleri, kimsenin banka şeyi yok zaten, Merkez Bankası yok. Faiz oranları, vize politikaları, ticaret politikaları, dış politika parametreleri, her şey bir yerden belirleniyor. Zaten önemli konuların %50'ye yakın hususun başka bir yere delege edildiği bir yerde, hükümetin güçlü veya güçsüzlüğü içerideki bazı konularda kendini gösteriyor ama genel olarak hayati konularda çok fazla şey yok ama biz öyle değiliz.
Bizim gerçekten güçlü ve istikrarlı ve halk meşruiyetine dayanan, çok güçlü halk meşruiyetine dayalı liderlikle yola devam etmemiz gerekiyor. Onun için Cumhurbaşkanımızın bu zamana kadar ortaya koyduğu bu liderlik ve çaba bize dış politikada çok şey getirdi. Yani biz de bunu elimizden geldiğince kullanmaya çalışıyoruz ve yurt dışındaki ve bölgedeki ortaklarımızla sürekli, yani bu istikrarın kaybolmaması yönünde bize telkinlerde bulunuyorlar.
-
Misafir 1 saat önce Şikayet Etİkbal Gürpınar ın gündeme getirdiği oradaki İtrail askerlerinin bazıları Türkçe biliyor ve Türk vatandaşı aynı zamanda. Bu ataştırılmalı.Beğen Toplam 8 beğeni
-
Adil 36 dakika önce Şikayet EtNe yazıkki bu Reisin suçu değil ilginç şekilde bir anlaşma yapılmış İsrail ve Türkiye çifte vatandaşlığı dahi var ne yazıkki,hatta yetmemiş İsrail'de askerlik yapanlar ne yazıkki ülkemizde yapmıyorlar uzar gider anlaşma bu eski iktidarlar koalisyonlar bu şekilde ayağımıza pranga vurmuş bilen biliyor ama bir mutabakat olsa Reis desteklense 1 günde anlaşma yırtılıp yüzlerine atılırBeğen
-
Misafir 1 saat önce Şikayet EtReis bu ülkenin ölene kdar reisi olmalı yoksa ülke sahşpsiz kalır, çok ciddiyim siysi olrk bakmıyorum gerçek buBeğen Toplam 2 beğeni
-
Diyarbakırlı 1 saat önce Şikayet Etreis var ol. aktivistlerin Türkiye'ye gelmesine çok sevindim elhamdülillah. reis Gazze acı çekiyor yardım et Gazze'yeBeğen Toplam 1 beğeni
-
Sami 1 saat önce Şikayet EtVururuz dedik..noktaBeğen Toplam 1 beğeni
-
yorgun 1 saat önce Şikayet EtSn.Fidan çok aktif ve basiretli,tebrik ediyorum.Beğen Toplam 2 beğeni