Meşhur deyimler ve öyküleri
Türk toplumunun geçmişten bu güne kadar gelen meşhur deyimlerini sizler için seçtik. İşte bazı meşhur deyim ve öyküleri

Asayiş berkemâl
Toplumda huzur ve güvenliğin sağlandığını ifade eden bu deyim, genelde "herşey yolunda" mânâsında kullanılır. Fakat hikâyesinde olduğu gibi, "aslında işlerin hiç de yolunda gitmediğini"alaycı bir dille anlatmak için de söylenilir.
SULTAN ABDÜLHAMİD'ÎN saltanatının ilk yıllarında Bağdat ve Musul vilayetlerinde anarşi olayları artmıştı. Bazı yabancı devletlerin de oyunlarıyla, Irak ve civarında sık sık soygun ve adam öldürme olayları meydana geliyordu.
Halkın huzurunu kaçırmak için tezgâhlanan bu olaylar, asayişi, güvenliği iyice bozmuştu. Bu durumu İstanbul’dan gizlemeye çalışanlar, Vilayet Gazetesi’nde her defasında şöyle manşet attırırlardı: “Saye-i asayişvaye-i padişahide, vilayetin her bir tarafında emn-ü asayiş berkemaldir…” Yani ,”Padişah’ın şahane idaresi altında, ilimizin her tarafında güvenlik ve huzur hakimdir.”
Bir gün yine böyle bir olay meydana gelmiş, ilçelerden birini basan eşkıya ortalığı birbirine katmış, çok kan akıtmış. Bu olayın ertesi günü Vilayet Gazetesinde yine aynı başlık çıkınca; bölgenin meşhur şairlerinden Kerküklü Şeyh Rıza Efendi dayanamayıp aşağıdaki beyti yazarak gazeteyi hicvetmiş:
“Kati Ünehb- eşkıyadan millet oldu payimal
Elhamdülillah yine, emnü asayiş berkemal!
(Eşkıyanın cinayet ve yağması yüzünden
millet ayaklar altında kaldı ama, Allah’a
şükür asayiş yine de sağlanmış durumda.)
O günlerden sonra, gerek işlerin yolunda olduğu, gerekse işlerin hiç de yolunda olmadığı “asayiş berkemal” deyimi ile anlatılır olmuş.
Balık kavağa çıkınca
Bu deyim, "gerçekleşmeyecek bir şeyin, gerçekleşmesi kabul edilirse, varsayılırsa" anlamında söylenir.
ESKİDEN İSTANBUL, gerçek bir balıkçı şehriymiş. Balığı da, balıkçısı da bolmuş. Tutulan balıklar, Yemiş İskelesi ve Balık pazarından satılmaya başlanır ve bu merkezlerden semt semt yayılarak mahalle pazarlarında satılırmış. Balığın çok fazla tutulduğu günlerde ise, Tophane'den Rumeli Kavağı'na ve Üsküdar'dan Anadolu Kavağı'na kadar her yere dağıtılıp satılırmış.
Rumeli ve Anadolu Kavağı’nda pazarlarda balık satılması, balığın çok bol olduğunu gösterirmiş yani.O günlerden bir günde, ihtiyar bir kadıncağızın canı balık çekmiş. Pazara çıkmış ve bir balıkçı tezgâhına yanaşmış. Şöyle bir baktıktan sonra beğendiği balıkların fiyatını sormuş balığın az bulunduğu zamanlar olduğundan fiyatları biraz pahalıymış. Haliylede balıkçının söylediği para, kadıncağıza çok gelmiş.
Kadın balıkçıya rica eder bir sesle bir daha sormuş: "Bu fiyat çok, yarısını vereyim anlaşalım olmaz mı?" demiş.Balık azlığından ve fiyat çokluğundan zaten satışları kıtlaşan balıkçı başını iki yana sallamış ve balıkların bol olup Anadolu Kavağı’nda satıldığı zamanlara gönderme yaparak: "Hanım teyze be" demiş, “O senin dediğin fiyata ancak balık kavağa çıktı olur.”
Bu deyimin anlamı biraz değişerek “bir işin hiçbir zaman olmayacağını anlatmak” için kullanılır olmuş. Ayrıca “Kurbağa ağaca çıkınca” şeklindeki türevleri de ortaya çıkmış.
Eski çamlar bardak oldu
Bu deyim, "artık devir değişti, zaman başkalaştı" anlamında kullanılır. Gariptir ki bu deyimin kendisi de değişip “eski camlar bardak oldu" şeklinde söylenir olmuştur. Çünkü cam sanayinin gelişmesiyle birlikte toplanan cam kırıkları eritilerek, tekrar cam eşyalar yapılır olmuştur.
ESKİDEN ORMAN köylerinde ağaçlardan pek çok eşyalar yapılırmış. Bunlardan birisi de çam ağaçlarından yapılan su kaplarıymış. Bunlara bardak da denilirmiş. Bu bardaklar, küçük bir testi biçiminde de yapılırmış. Tek parçadan oyulduklarından ekleri olmazmış. Bunlar yazın suyu çok soğuk tutar ve kendine has güzel bir çam kokusu da verirlermiş. "Eski çamlar bardak oldu" deyimi de böyle bir orman köyünde bir babanın sözünden yayılmış.
Anlatılır ki, büyük çam ağaçlarıyla meşhur bir orman köyü varmış. O kadar güzel ve büyüklermiş ki bu ağaçlar, seyrine doyum olmazmış. Fakat, her güzellik gibi zor yetişen, ama çabuk bozulabilen bu ağaçlar da cahil insanlar tarafından talan edilmiş.
Savaşların biri bitmeden diğerinin başladığı o zamanlar, bu köyden askere giden ve senelerce sonra köyüne dönen bir delikanlı, köyün ormanlarında o eski büyük çamları görememiş. Büyük bir üzüntüyle babasına koşmuş ve sebebini sormuş. Babası da hayıflanarak içini çekmiş ve: “Oğul, oğul” demiş, “o eski çamlar bardak oldu. ” İşte bu deyim bu yağma edilen ağaçlardan bize kalanlar bir ibret olmuş. İnsanlar da değişen bazı şeylerden üzüntü duyduklarında bu sözü söyler olmuşlar.
Hapı yutmak
Bu deyim, "olumsuz ve kötü bir duruma düşmek" anlamında kullanılır.
OSMANLI SULTANI IV. Murat zamanında, halk sağlığı için içki, tütün ve afyon yani esrar kullanmak yasaklanmıştı. Görevliler tarafından sık sık denetimler yapılır ve yasağa uymayanlar cezasına katlanırdı.
Gelgelelim, zamanın Hekimbaşısı Emir Çelebi de afyon müptelâsı imiş ve bu durum padişahın da kulağına gitmiş. Âdeti üzere Hekimbaşı, entarisinin ceplerinde her vakit bir miktar afyon taşırmış. Sultan Murat ise “Hekimbaşı da yasak tanımazsa, halk ne yapmaz," diyerek öfkelenmiş.
Bir zaman sonra Sultan Murat, Hekimbaşı Emir Çelebi ile satranç oynadığı bir sırada, "Cebinde ne varsa boşalt Çelebi!" diye emretmiş. Hekimbaşı, yakalandığını anlamış ama yapacak bir şeyi de yokmuş; cebindekileri bir bir çıkarmış. İçine afyon koyduğu küçük kutuyu da çıkarıp koyunca, biraz çekinerek, "Sultanım," demiş, "Bunun içindekiler, ıslâh edilip zararsız hâle getirilmiş afyondur, yani bir nevi ilaçtır. Sadece hap bunlar!.." demiş.
Sultan da, "Madem öyle zararsızdır; yut bakalım o hapları" diyerek tekrar emretmiş. Hekimbaşı, afyonların en keskininden olduğunu bile bile, tek tek yutmuş hapları. Sonra da, hizmetkârdan buzlu şerbet isteyip üstüne içmiş. Ancak çok geçmeden de teslim-i ruh ederek dünyasını değiştirmiş.
Hekimbaşı'nm başından geçen bu hadise çok anlatılmış elbette. Ve onun için "Hekimbaşı hapı yuttu" sözü dillerde dolaşmış. Daha sonra da böyle kötü duruma düşenler için "hapı yuttu” deyimi söylenir olmuş.
Nane yemek
Bu deyim, "hiç olmadık yerde yanlış bir söz söylemek ya da yanlış bir iş yapmak" anlamında kullanılır.
ESKİDEN MEDRESE ehli arasında ekmeğe, Arapça 'nân' kelimesinden türetilen, 'nân-ı aziz' denilirdi. Bu, ekmeğe olan bir hürmet ifadesi idi.
Anlatılır ki, o zamanlar medrese talebeleri, özellikle Ramazan aylarında köy ve kasaba camilerine gider, vaaz eder, namaz kıldırır ve öğrendiklerini böylece uygulama fırsatı bulurmuş. Böyle birkaç medrese talebesi, Ramazan'da bir köye gitmişler. Teravih namazı kılındıktan sonra köyün muhtarı onları misafirhaneye yerleştirmiş. Ayrılmadan önce de sahur için bir istedikleri var mı diye sormuş. Talebeler de "katığımız var, yalnız nân-ı aziz getirirsen seviniriz" demişler.
Muhtar ilk defa duyduğu bu kelimeyi anlamamış:
"O dediğiniz naneden bizim köyde bulunmaz" demiş.
Talebeler de tekrar etmişler "bize nan yeter" demişler.
Fakat yine anlamayan muhtar, "Ben size ekmek getireyim, biz öyle nane yemeyiz" deyince, talebeler gülüşmüşler ve 'nân'm ekmek demek olduğunu söylemişler.
Bu da gülüşmelere sebep olan bir hatıra olarak çok anlatılmış. Muhtarın "nane yemeyiz" sözü de "hatalı bir söz söyleyen ya da yanlış bir iş yapanlara" söylenen "nane yemek" deyimi olmuş.
Suya düşmek
Bu deyim, "bir işin olmaması ya da bir takım sebeplerden ötürü o işten vazgeçilmesi" anlamında kullanılır.
ÇOK ESKİLERDE, Yeniçerilerin topçu ocağında, askerler sık sık atış talimi yaparlarmış. Atışların, tahminî olarak, el ve göz yordamıyla yapıldığı o zamanlar, Bölükbaşı atış yapacak ere şöyle emir verirmiş: "Haydi oğlum aslan, yamacıma yaslan, barut hakkı iki cezve ile bir kepçe. Allah rast getire, nişangahına denk getire…”
Top ateşlenir ve ardından gözcü neferi atışın sonucunu bildirirmiş: "Bir bağ, üç evlek sağa kaydı kumandanım!” Bunun anlamı: "Mermi hedefi bulmadı, boşa gitti” demekmiş. Karadan denize yapılan atış talimlerinde ise, deniz ortasına eskimiş bir tekne demirlenir ve topçulardan bu eskimiş tekneyi vurmaları beklenirmiş. İşte bu atışlarda hedefi vuramayan mermiler suya düşer, o zaman gözcü neferi de: "Suya düştü kumandanım!" diye rapor edermiş.
Daha sonra bu "suya düştü" sözü, sadece denize düşüp boşa giden gülleler için değil, beklenen bir işin olmaması ya da bazı sebeplerden dolayı bir şeyden vazgeçilmesi durumlarında söylenir olmuş.
Meşhur Deyimler Ve Öyküleri Kitabından Alıntıdır