Bu Kehanet ilki kadar korkutmadı

Kült korku filmi 'Kehanet'in (The Omen) 30 yıl sonra tüm dünyada aynı anda 6 Haziran 2006 günü gösterime giren yeni çevrimi tek kelimeyle fos çıktı.

Bu Kehanet ilki kadar korkutmadı
Bu Kehanet ilki kadar korkutmadı
GİRİŞ 09.06.2006 13:03 GÜNCELLEME 08.10.2018 17:34

 

 

Ali Murat Güven'in film eleştirisi

 

 

Richard Donner'ın 1976 tarihli kült korku filmi 'Kehanet'i otuz yıl sonra modern teknolojinin de yardımıyla yenilemeyi deneyen John Moore, bu cüretkâr kapışmadan büyük ölçüde mağlup ayrılıyor.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Kehanet
(The Omen)

2005, ABD Yapımı
Yönetmen: John Moore
Oyuncular: Liev Schreiber,
Julia Stiles,
Seamus Davey Fitzpatrick,
Mia Farrow,
Pete Postlethwaite,
David Thewlis
Süre: 110 dakika
Özel Sınırlamalar: İçerdiği korku ve şiddet öğeleri nedeniyle 18 yaşından küçüklerin izlemesi sakıncalıdır.
Uluslararası İzleyici Yargısı: 5.3 / 10 (Kaynak: www.imdb.com sitesi)
Dağıtıcı: Özen Film



 
 
 

Fırsat bulursanız izleyin Fırsat bulursanız izleyin½




 
 
 

Bir kaç bölümde şiddet varBir kaç bölümde şiddet varBir kaç bölümde şiddet varCinsellik/çıplaklık yokArgo yok

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Altıncı ayın altıncı günü, saat sabah 6... ABD'nin Roma Büyükelçisi Robert Thorn, sorunlu bir doğum gerçekleştiren eşi Katherine'i görmek üzere Vatikan yakınlarındaki Katolik hastanesine geldiğinde bebeklerinin öldüğünü öğrenir. Eşi, doğum sırasında rahiminin parçalanması nedeniyle bir daha hiç gebe kalamayacaktır. Bunun üzerine, onun bunalıma girmesini engellemek amacıyla hastanedeki rahiple işbirliği yapar ve aynı gece doğan, annesi ölmüş bir başka bebeği evlat edinir. Bu sırrı ondan ve bebeği kendisine getiren rahipten başka hiç kimse bilmeyecektir.

Yıllar geçer ve Thorn çiftinin Damien adını verdikleri bebekleri büyüyüp içine kapanık bir çocuğa dönüşür. Katherine, yaşadığı bazı korkutucu olaylardan sonra oğluna karşı duygusal bir soğukluk hissetmeye başlamıştır. Genç kadın, onun kendi çocuğu olup olmadığından içten içe kuşku duymaktadır. Bu arada Robert da Londra Büyükelçisi olarak İngiltere'ye atanır. Damien büyüdükçe ailenin ardarda yaşadığı garip olaylar ve karşılarına çıkan uyarıcı kişiler, Büyükelçi'yi sonunda insanlık tarihinin en acı gerçeğiyle yüzleştirecektir. Evlat edindiği oğlu, İncil'de adı geçen ve Şeytan'ın simgesi '666' sayısıyla işaretlenmiş olan Deccal'dir. Kıyametin en büyük alâmeti olan bu varlık, kendisinin gelişinin farkına varan bütün inançlı kişileri, çevresine kümelenmiş olan sadık koruyucuları aracılığıyla teker teker öldürmeye başlar.

En çok etkilendiğim film

'Kehanet', hiç kuşkusuz ki bütün sinemaseverlik serüvenim boyunca beni en çok etkileyen film oldu. 1976 yapımı orijinal versiyonu şimdiye kadar kaç kez izlediğimi hatırlayamıyorum bile. 1980 yılında, henüz ilkokula giden bir ufaklıkken ilk izlediğimde (ki Türkiye'ye yine Özen Film tarafından getirilmişti ve döviz darboğazı nedeniyle batı ülkelerine göre tam dört yıl gecikmeli olarak gösterime girmişti) salondan tüylerimin diken diken olarak çıktığımı ve günlerce öykünün etkisinde kaldığımı hatırlıyorum. Dünyanın sonunu getirecek olan bu ürpertici iyilik ve kötülük savaşı, sonraki yıllarda pornografiye, uyuşturuculara, şiddete ve dünyaya kötücül enerji saçan her türlü pis iş koluna karşı derin nefretimin de temellerini attı aslında. Şimdilerde insanlığın içine düştüğü hâllere dönüp bakıyorum da, gerçekte alnında boynuzu olan ve türlü türlü sihirbazlık numaraları yapan mitolojik bir Deccal beklemenin pek anlamı kalmadı gibi. Çünkü Deccal zaten bu dünyaya çoktan gelmiş de aramızda dolaşıyor!

Donuk oyuncular resmigeçidi

Bu kadar iyi tanıdığım ve neredeyse kare kare ezberlediğim bir filmi ilk çevriminden otuz yıl sonra yeni bir versiyonundan izlemek, bende ilk anda belli bir heyecan uyandırdı elbette. Ancak, sinemayı terkederken sonuçtan o kadar da tatmin olduğumu söyleyemem doğrusu. Bir kere yönetmen John Moore, açıştaki Vatikan Gözlemevi sekansı haricinde klasik filme hemen hemen hiç bir yeni yorum katmaya yeltenmemiş. Öyle ki bazı sahneler diyalogları ve çekim açılarıyla neredeyse orijinalinin bire bir aynısı. Tamam anladık, ilk 'Kehanet' çekildiğinde henüz salonları tir tir titreten Dolby Digital ses sistemi yoktu; ayrıca görüntüler de bugünkü kadar keskin olmuyordu. Ama sırf bir-iki teknik numaradan dolayı yeni çevrimin ilkini geçtiğini ileri sürebilmek pek mümkün değil. Nerede müteveffa Gregory Peck'in Büyükelçi Thorn'u kanlı canlı bir kişiliğe dönüştüren o unutulmaz oyunculuk gösterisi, nerede Liev Schreiber'in donuk oyunculuğu? Hele de talihsiz eş Katherine'i oynayan Lee Remick ile halefi Julia Stiles'ı kıyaslamak bile mümkün değil. Remick'in beyazperdedeki karizması karşısında resmen eziliyor genç oyuncu Stiles. Tıpkı partneri Peck gibi artık hayatta olmayan Remick'in hayvanat bahçesi sahnesinde çocuğunu kucaklamış bir hâldeyken gözlerine sinen o derin korkuyu unutabilmek ne mümkün? Bu öylesine etkileyici bir sinema karesiydi ki ilk filmin yapımcıları onu yıllarca poster fotoğrafı olarak kullandılar. Kaldı ki yeni çevrimde sözünü ettiğim ünlü sahne de çok daha sıradan bir çekimle iki paralık edilmiş.

Filmdeki oyuncu tercihleri öylesine yanlış ki çevresine sert sert bakmaktan başka bir görevi olmayan Damien karakterinin bile son derece sıkıcı bir tercihe kurban gittiğini görüyoruz. İlk filmdeki 'melek yüzlü şeytan'la (Harvey Stephens) kıyaslandığında, bu filmin küçük Deccal'i Seamus Davey-Fitzpatrick okul müsameresinde rol kesen bir çocuk gibi kalıyor. Aynı şekilde, geçmişte David Warner'ın oyunculuğuyla belleklere kazınan foto muhabiri Jennings karakteri de bu filmde -âdeta birbirleriyle söz birliği etmişçesine- alabildiğine ruhsuz bir oyun sergileyen oyunculardan David Thewlis'in eline kalmış.

Farrow ve Postlethwaite filmi kurtarıyor

Buna karşılık, bozuk bir saatin bile günde iki kez doğruyu göstermesi gibi, Moore da en azından iki oyuncuyu isabetli seçmeyi başarmış. Bunlardan Deccal'in dadısını oynayan Mia Farrow, filmin en büyük kozu. Farrow, ilk filmde Billie Whitelaw'ın canlandırdığı Bayan Baylock karakterine gerçekten de yepyeni bir yorum getirmiş ve filmi zaten -orijinal yapıma duyduğu derin bağlılık nedeniyle- önyargı içinde izleyen milyonlarca izleyiciyi ikna edebilecek bir oyunculuk gösterisine imza atmış. Bundan yıllar önce, 1969 yılında 'Rosemary'nin Bebeği' adlı ünlü Polanski klasiğinde yeni doğan bebeğini satanistlere kaptırmamak için çırpınan genç bir anne rolünde izlediğimiz Farrow'un, bu kez karşımıza bizzat 'Şeytan'ın hizmetkârı' olarak çıkması, benim açımdan yeni 'Kehanet'in en büyük sürprizi oldu.

Oyuncularda ikinci doğru seçim de Peder Brennan'ı oynayan Pete Postlethwaite... Bu yeniden çevrim bir kez daha gösterdi ki büyük oyuncular ikinci çevrim öykülerde bile seleflerinin karşısında bir biçimde ezilmeden durabiliyorlar. Postlethwaite, ilk filmin Brennan'ı Patrick Troughton'un zerrece gerisinde kalmayan usta işi bir oyun ortaya koyarken, tıpkı Farrow gibi o da eski sahibinin yüzüyle artık bütünleşmiş olan bir rolü ustaca yenileyip kendinden bir şeyler katmayı başarıyor.

Bunun dışında filmin, adım adım selefinin izinden gitmekten başka hiç bir ekstra mahareti olmadığını belirtelim. Altını çizerek vurgulamak gerekir ki orijinal 'Kehanet' bu kıyaslamadan hiç tartışmasız galip çıkıyor. Richard Donner'ın 1976'nın teknik koşullarında zar zor gerçekleştirdiği kimi özel efektler bugün bile izleyenleri ürpertirirken, yeni çevrimdeki -çok daha yüksek bir teknolojinin eseri olan- sahneler izleyenlere ancak keçiboynuzu tadı veriyor. Hele de Jennings'in -sırf karanlık oda sahneleri ilk filmde şık bir sinematografik malzeme oluşturduğu için- bu dijital makine çağında agrandizörle siyah-beyaz kart baskı yapması tam bir komediydi. İngiltere'de fotoğraflarını siyah-beyaz çeken ve sonra da kendi elleriyle yıkayıp karta basan kaç tane haber fotoğrafçısı kaldı?

Bu kez efsanevî melodi de yok!

Tabiî, bu arada, orijinal çevrimin en büyük kozu olan (ki bana göre başarının yüzde 33'ünü taşıyan), Jerry Goldsmith'in Oscarlı müziklerinin (nedendir bilinmez) bu filmde yer almaması, hele de o ünlü 'Ave Satani' melodisinin yerine sadece âni çıkışlar yapan bir takım nefesli sazların kullanıldığı sıradan bir müzikle yetinilmesi, çoğu yeri sapır sapır dökülen bu ikinci çevrimi daha bir çekilmez kılıyor.

Sonuç itibariyla, sinema tarihinin en ürkünç öykülerinden birinin tekrarı, zayıf oyuncular ve yeteneksiz bir yönetmenin elinde ancak bu kadar kötü çekilebilirdi. Moore öylesine vasat bir bakış açısına sahip ki filmin kilit sahnesi durumundaki finalde, polisin Büyükelçi'yi vurmasını bile üçüncü sınıf bir aksiyon filmi anlayışıyla geçiştirmiş. Oysa ki Deccal'i durdurmayı çalışanı durduran bu kurşunun ilk filmde Gregory Peck'e 'süper yavaş çekim'de bir yaklaşması vardı ki sırf bu sahne bile orijinal 'Kehanet'i unutulmaz kılmaya yetiyor.

Velhasıl sevmedim, sevemedim. 1976 yapımı 'Kehanet'i iyi bilen hiç bir sinemaseverin de bu yeni uyarlamadan zevk alabileceğine inanmıyorum. Ama yine de ilk filmi hâlâ gör(e)memiş olan genç kuşaktan izleyicilere, bu kıyaslamayı yapma şansları olmadığından dolayı çeşitli yönleriyle ilginç gelebilme ihtimâli var. Vaktiniz bolsa, öykü hakkında hiç bir fikriniz yoksa ve dinsel temalı korku-gerilim filmlerini de seviyorsanız, '666' sayısına nazire olmak üzere bütün dünyada 6 Haziran 2006 Salı günü gösterime giren bu ikinci çevrimi yine de belli bir ilgiyle izleyebilirsiniz. Ancak çocukları kesinlikle uzak tutmak kaydıyla...

 

(Yeni Şafak)

 

YORUMLAR İLK YORUM YAPAN SEN OL
DİĞER HABERLER
Büyükekşi'yi gönderecek imza sayısına ulaşıldı!
Şov bitti, yüzüstü bıraktılar! Özel ve İmamoğlu'nun 1 Mayıs provokasyonu pes dedirtti