Cevşen ve paraları cebinden kuru çıktı!

Mizahçı Hasan Kaçan, geçtiğimiz ay Boğaz Köprüsü'nden atlayarak intihar eden kardeşi Metin Kaçan ile ilgili ilginç ayrıntıları paylaşarak, kardeşi ve intihar hakkında bilinmeyenleri anlattı. Kaçan, "Kardeşimizi bulduğumuzda cevşen ve paraları cebinden kuru çıktı!" dedi.

Cevşen ve paraları cebinden kuru çıktı!
Cevşen ve paraları cebinden kuru çıktı!
GİRİŞ 03.02.2013 16:25 GÜNCELLEME 03.02.2013 23:46
Bu Habere 4 Yorum Yapılmış

Hasan Kaçan, Zaman Gazetesi'nden Nuriye Akman'a konuştu... İşte o röportaj... Her intihar geride kalanlara taşınması çok zor yükler bırakır, için için yakan bir miras... Hatıralar dört bir yandan hücum eder, suçluluktan öfkeye kadar karmaşık duyguların girdabında sürüklenirsiniz. Kalpte ne varsa, dile getirmenin sağaltıcı bir yanı vardır. Hele de birtakım teselliler ikram edilmişse size.

Kardeşi Metin Kaçan'ın korkunç vedasından sonra Hasan Kaçan böyle bir süreç yaşıyor. El etek biraz çekilince acısına ortak olmak istedim. Dert, maneviyatınız güçlüyse, dermanla aynı paketin içinde veriliyor. Benim için işin bu gizemli yanı, on sekiz yıl önceki nahoş olayın detaylarından çok daha önemli.

-Başınız sağolsun. Allah sabır versin. Haliniz nicedir, neler yaşıyorsunuz?

-Ailenin en büyüğü benim. Babam çok önceden vefat etti. Ailenin babası gibi olduk. Hadiseyi ilk duyduğumda tabii ki soğuk kanlılığımı korudum. Çünkü belli mesuliyetler var. Tekneler tuttuk, denizlerde aradık. Bu koşturmada insan çok fazla bir şey hissedemiyor. Çok minik de olsa bir umut oluyor içinizde.

-Size bir oyun yapabileceğini aklınızdan geçirdiniz mi, kötü bir şaka... Hani herkes beni öldü bilsin de ben kaçayım gibi.

-Tabii ki kendisine bunu yakıştıramadığınız için bu tür şeyler geliyor aklınıza. Kamera kayıtları, ifadeler bunun tersini söylese de, bulamadığımız için bir umut vardı içimizde. Ulan acaba ceketini mi atar, böyle bir dümen olur mu diye hep düşündük. Çünkü bunu yapacak yaşta bir adam değil. Bir de çok büyük sorunları olan bir insan değildi Metin. Tam tersine hayat dolu, son derece neşeliydi.

-Gençliğinde de intihar girişiminde bulunmuştu, değil mi?

-Doğrudur. Ama oyun türünden, şaka türünden. Roman yazarken bunalıma girdim de gibi. Ağır Roman'ı yazarken çok zorlandı galiba. Bir gün eve gittim, ne yapıyorsun dedim. İşte tüpü açtım, intihar edeceğim dedi. Ama intihar edecek adam bunu söylemez diyor doktorlar. İkincisi, son dönemde ekonomik olarak da bir sıkıntısı yoktu. Ayrıca intiharın günah olduğunun da bilincindeydi.

-Kamuoyu sizleri birer resim olarak tanıyor. Sizin daha itikatlı onun daha "itikatsız" olduğunu düşünüyor oysa...

-Öyledir. Bizim hayatımızda bir kırılma noktası olmuştur. Başından geçen o korkunç iftiradan sonra Metin de daha sağlam bir maneviyata sahip oldu. Hatta kendine özel duaları vardır. Bir buçuk saat sürer. Peygamber efendimizden başlayıp, bütün tasavvuf erbaplarının, benim bilemediğim bir sürü sahabenin adını sayar sayar, hepsinin ruhuna Fatiha okur. Ben bu isimleri nasıl hafızasında tuttuğunu sorardım. "Ne bileyim her gün bir tanesini öğreniyorum, her gün bir tanesini araştırıyorum" derdi. Okumaya, araştırmaya korkunç meraklı olduğu için baştan sona silsileyi sayardı. O yüzden Metin'in bu tür bir şeyi yapacağına hiç ihtimal vermedim.

-Öyleyse neden?

-Metin dünyada tanıdığım en neşeli insanlardan birisidir. Onun olduğu ortamlardan kaçardım. Çünkü aramızda rekabet oluşurdu. İkimiz de bu işlerle uğraşıyoruz. İkimiz de ilgi çekmeyi, insanları mutlu etmeyi severiz. Ama Metin çok kalabalık bir ortama girdiğinde, hiç tanımasa bile, isterse orada profesörler olsun, insanları birdenbire avucunun içine alır. Bütün o kitleyi son derece neşeli bir şekilde etkiler ve bir süre sonra hepsini peşine takar, lokomotif gibi önlerine geçer onların. Ve bir bakarsınız İstiklal Caddesi'nde gecenin dördünde bütün o tanıdığımız yazarlar, çizerler, sinema oyuncuları, şunlar bunlar böyle çuf çuf deyip tren gibi giderler. Ben öyle bir olaya rastlamıştım. Ne yapıyorsun Metin dedim. Abi vagon çekiyorum diye bir espri yapmıştı.

-Acaba bir uyuşturucu krizine girdi de, öyle mi atladı köprüden?

-Yok. Belki gençliğinin bir döneminde ot sigara içmiş olabilir. Neticede hepimiz Yenişehir'de, Kasımpaşa'da, Dolapdere'de büyüdük. Hiç kimse bize böyle bir teklif yapmaya cesaret edemezdi bir kere. Çünkü rahmetli babamız mahallenin abisiydi. Onu çok sever ve sayarlardı. Zamanında o semtlerde açıktan bu şeyler satılırken, biz yanlarından geçerken ellerini kapatırlardı. Hadi buradan gidin falan diye de kovalarlardı. Oralardan geçmemiz bile yasaktı. Çünkü çok korkarlardı babamdan.

-Gerek Alp Buğdaycı'nın"O gün uyuşturucu da vardı, alkol de vardı, kafalar iyiydi" gibi açıklamaları, gerek kendisinin 2002'de Ayşe Arman'a verdiği söyleşide benzer şeyleri söylemesine ne diyorsunuz?

-Bir gün Metin bana dedi ki, Ağır Roman'dan sonra, "Abi ben aşağıyı (Kasımpaşa) yazdım bitirdim. Şimdi yukarıyı (Taksim) yazacağım. Yukarıyı yazması için o insanlarla beraber yaşaması, aynı havayı soluması gerekiyordu. Ben de hayatımdan biliyorum, bir davete gittiğimde içki ikram edildiğinde almazsanız insanlar size düşman gibi bakıyorlar. Türkiye'nin belli dönemlerinde bunları yapmayan insanlar belli toplulukların içerisine giremezleri belli yerlere kabul edilemezlerdi. Halen de belki bu şey sürüyordur. İnsanlar yan gözle sizin içki içip içmediğinize bakıyorlardır.

UYUŞTURUCU KULLANMAZDI

-Yani aslında uyuşturucu kullanmıyor da kullanıyormuş gibi mi görünüyordu Metin?

-Metin uyuşturucu kullanmaz. Ben şahit olmadım. Ama içinde bulunduğu o kitlenin içerisinde bu tür şeyler normaldir. Metin de bunları yazacağım, çizeceğim dedi yazdı. Maalesef adının önüne konulan çirkin sıfat yüzünden ve de bana göre Ağır Roman'dan çok daha iyi olan Fındık Sekiz reddolundu.

-"Ağır Roman'dan sonra bir daha roman yazamadı" dediler.

-Evet, gayet normal bunu söylemeleri. İsminin önüne tacavüzcü diye bir yafta yapıştırdığınız bir adam dünyanın en güzel romanını yazsa siz ona romancı demezsiniz. Çünkü adamı artık silmişsiniz, bitirmişsiniz. İnsanlar eğer Fındık Sekiz'i okurlarsa bu tür hayatlardan tasavvufa doğru giden bir maceranın çizgisini göreceklerdir.

-O zamanlarda başlamış mıydı dönüşüm?

-Dönüşüm diye bir şey söz konusu olamaz. Ailemiz, babam annem zaten namazında niyazında insanlar. Annem halen hayatta ve tabii ki çok üzgün. Siz Türkiye'nin belli bir döneminde belli bir mahallede belli bir köşede iseniz ister istemez belli toplulukların içinde olmak zorundaydınız. Kimse siyasi duruşunu, dünya görüşünü ben seçtim diyemez. Tamamen futbol takımı gibi. Eğer aşağı mahalledeyseniz ve o mahalle hangi görüşü taşıyorsa ister istemez arkadaşlarınız oradan olduğu için siz de o görüşü benimsiyorsunuz. Zaten 14-15 yaşında bir dünya görüşü oluşturacak nasıl bir altyapınız olabilir ki. Bizim yaşadığımız Yenişehir'de sol görüş, bir alt sokakta ülkücü görüş hakimdi. Hatta futbol takımlarımız vardı. Mesela sol taraftaki futbol takımının adı Ateş Güneş'ti. Aşağıdaki futbol takımının adı Üç Hilal'di. Biz böyle renkli, hepsinin aslında arkadaş olduğu ama sonra o arkadaşlıkların küt diye koptuğu ve birbirlerine düşman olan bir dönemi yaşadık.

-Peki uyuşturucudan dolayı değilse neden kaybetti neşesini?

-Metin'den bir hatıra nakledeyim önce. Metin dedi ki bir gün, "Abi ben bu adamları anlayamıyorum. Her şeyi içmek istiyorlar. Tebeşir götürüyordum yanımda. Tebeşiri kesiyordum, onu içip hakikaten sarhoş olmuş gibi bir duruma geliyorlardı." Böyle matrak şeyler anlatıyordu. Çünkü dalga geçmeyi, eğlendirmeyi çok seven bir insan bahsediyoruz. Onu özellikle Alev hocaya sormanızı isterim.

-Alev Alatlı mı?

-Evet. Metin ile çok yakındır. Canan Gerede mesela aynı şekilde. O da Metin'i çok sever. Neticede bir tamirci çıraklığından gelip de bu insanların içerisine giren, aynı havayı rahatlıkla soluyabilen, kendi enerjisini çok rahatlıkla geçirebilen bir insandan bahsediyoruz. Bu coşkuya sahip bir insanın neşesini 1995'de başına gelen hadiseler çok net bir şekilde kesti. Metin o dönemden sonra hiç neşeli bir adam olmadı.

-Biraz evvel yanlış mı anladım? Son dönemlerinde de gayet neşeliydi demiştiniz.

-Aile içinde kardeşleriyle, arkadaşlarıyla beraberken yine neşeliydi. Ama o dediğim kitleleri peşine takıp sürükleyen, masaları parmağında oynatan, kimsenin duyamayacağı sözler eden adam değildi artık. Sözcüklerle korkunç derecede oynama kabiliyetine sahipti. O yüzden de insanlar inanılmaz seviye farkları olmasına rağmen Metin'i hayran hayran dinlerlerdi. Ben de o yüzden o masalardan kaçardım. Çünkü Metin bütün rolü alırdı.

-Kaş'ta tek başına mı yaşıyordu?

-Yok, olur mu öyle şey. Annem orada. Kardeşim orada. Hep beraberler. Arkadaşlarımız orada. Nereden çıktı bu, nasıl olabilir diyorlar.

-Hayatında biri var mıydı son dönemde?

-Bir kişinin olduğunu sonradan öğreniyoruz. Ama bu uzun süreli bir şey değil. Yeni bir tanışıklık. Onunla da konuştuk. Üzgün olduğunu söyledi, o kadar. Kısa gördüm zaten camide. Ama yeğenim, annem, Fatih kardeşime göre böyle bir şey yapabilme ihtimali görünmüyor.

-İnsan aklı her şeyi rasyonalize etmeye çalışıyor. İç dünyasını anlamak çok zor tabii. Ama illa ki somut bir sebep istiyor insan aklı. Zaten o olayla yaşamayı bir şekilde öğrenmişti, intiharı tetikleyen başka bir şey olması lazım diye düşünüyor insan. Telefon kayıtlarına baktınız mı?

-Baktık. Mesajlaşmalar filan. Ama bunu ciddi tetikleyecek bir şey yok. Şöyle bakmakta fayda var. Ben bunun benzerini yaşadım. Ben de böyle bir gönül değişikliği sonucu bulunduğum kitleden uzaklaşmak durumunda kaldım. O zamanlar Türkiye'nin en iyi mizahçılarından birisi olarak biliniyordum. Ailemi geçindirecek ne iş, ne güç hiçbir şey bulabildim. Bütün kapılar kapandı. Ve asla hiçbir hayat hakkı tanımadılar. O dönemde çoluk çocuğuma ekmek götüremezken, okul paralarını bulamazken çok bunalmıştım.

-Sizinle "hidayete erdi" diye dalga geçildiğini hatırlıyorum.

-Hidayete ermek! Siz daha önce Müslüman değilseniz ona hidayete erdi derler.

Siz zaten müslümansanız ama bir dönem belli sebeplerden dolayı uzak kalmışsanız, ya da günah işlemişseniz bu sizin müslüman olmadığınız anlamına gelmez. Günahlarınız için Allah'tan af dilersiniz, olur biter. O dönemde ben geçmiş dönemde yapmadığım ibadetleri de yapmak gibi bir duygunun içerisine girdim. Gelişim Yayınları içerisinde, Nokta, Kadınca, Erkekçe gibi dergilerin çıktığı değişik bir yapının içerisinde, mizah dergisi çıkaran adamlardan biri Cuma namazında görülüyor! Sanki kötü bir yerde görünmüşsünüz gibi algılanıyordu o dönemde.

-90'lı yılların başı.

-Evet. Cuma namazında görülmüşseniz, kalkıp bir de gaflette bulunup bir dergiye bir röportaj vermişseniz yandınız, bitti. İş bulamadığım ve çok zorlandığım günlerde önce Ercan Arıklı'ya gittim. Gelişim'i satmıştı, Sabah grubundaydı. Allah rahmet eylesin, çok iyi bir adamdı. Bu tür şeylere pek fazla itibar etmezdi. Dedim ki Ercan Bey, ben şöyle bir mizahcıyım, böyle bir mizahçıyım diyecek durumum yok. Tanıyorsunuz. Ama ben çoluğumu, çocuğumu geçindirecek durumda bile değilim.

İlgilendi mi?

-Hemen telefon etti. Alev Er o zaman Aktüel'in başındaydı. Dedi ki "Alev, Hasan ile konuşun, hemen bir şey yapın." Anında ben Alev ile buluştum. Ve Aktüel dergisinde televizyon reklamlarıyla Hasan Kaçan Aktüel'de yazıyor bundan sonra diye gümbür gümbür bir anons çıktı. Ve ben ilk sayısında sayfalarımı hazırladım. Hani Aksiyon dergisi ilk çıktığında yapmış olduğum karikatürlü kısa haberli şeylere Aktüel'de başlamıştım. Çıktığı hafta bir telefon gelmiş. Ve hemen o hafta beni çıkardılar.

-Telefon eden kim?

-Bilmiyorum. Tahminim, o dönemin askerlerinden birisi. Alev de bu yüzden dolayı istifa etmeye kalkmıştı.

-Sizin siyasi bir duruşunuz da yoktu.

-Olması gerekmiyor ki. Siz toplumun sevilen, örnek olan sanatçılarından birisiniz. Siz yetiştirildiğiniz topluma ihanet etmiş oluyorsunuz zaten o seçtiğiniz yolla. Hatta bir karikatür çizmiştim. Nokta'da çıktıydı. O karikatürden dolayı da çok büyük bir tepki toplamıştı Nokta. Nokta'nın da arka sayfasına daha işten ayrılmadan, ilişkim kopmadan son karikatürüm, Uğur Mumcu cinayetiyle alakalıydı. Kitle Uğur Mumcu'nun tabutunu taşıyor karikatürde. Türkiye İran olmayacak diye bir alttan slogan geliyor. Ama yukarıdan bütün şehri görüyoruz. Şehrin her tarafında Amerikan, Alman, Japon firmaların reklamları, anonsları. Binlerce yabancı markanın altında Türkiye.

-Çok çarpıcı.

-Tabii bu karikatür muhafazakar medyada da fazla yer aldı. Özellikle de Nokta'da çıkmış olması dikkat çekiciydi. Sonra bileti kesildi Hasan abinin. Bilet kesilince de Ercan Bey'e bunu söyledik. Ama Aktüel maceramız bir haftada bitti.

-Peki ne yaptınız?

-Gittim Oğuz Aral'a. Beni yetiştiren adam. Benim ustam. Ben lise sonda başladım çizime. Ben liseye giderken babam Oğuz Aral'ın yanına gitmiş. Bu çocuk sana emanet. Aralarında el sıkışmışlar. Eti senin kemiği benim hadisesi gerçekleşmiş, bu benim ustam olmuş. Gittim. Oğuz abi durum böyle böyle. Bana baktı. "Oğlum bak" dedi, "bu memlekette hırsız olursan affedilirsin. namuzsuz olursan affedilirsin. ibneyim dersen affederler. puştum dersen affederler ama dindarım dersen bunun geri dönüşü yok. Ben bile sana bir şey yapamam."

-O yüzden mi "Kardeşim benim yüzümden öldü" dediniz.

-Tabii ki bu macerayı Metin Kaçan'dan soyutlayamazsınız. Ben daha sonrasında hiçbir şey yapamıyorum madem. Hiç olmazsa bir mizah dergisi çıkarayım. İnsanları rahatsız edici unsurları barındırmasın duygusuyla Ustura dergisini güç bela, çıkardık. Ustura yayındayken bu hadise patladı. Benim tahminim, bizim aileden başta Hasan Kaçan'ın işinin bitirilmesi gerekiyordu. Ama ayağa ilk takılan Metin olduğu için Metin'in işini bitirdiler.

-O dönemde sizin adınız Metin ile birlikte mi anılırdı hep? Sizi cezalandırmak için Metin'in kullanılmasını tam anlayamıyorum.

-Eğer sırtlanlar sürü liderinin peşindeyse ama o sırada da yavrulardan birinin ayağı takılıp düşmüşse onun üstüne çullanırlar. Belki Metin üzerine bir plan yoktu. Ama ayağı takılan o olduğu için birdenbire ona çullandılar. Ben medya tarihinde bir de Şerafettin Yardımedici diye bir hocaya böyle bir infaz yapıldığını biliyorum.

-Ne zaman?

-Uğur Dündar bir programında kendi muhabirini fettan bir kadın kılığına sokup bir hocanın yanına gönderdi. Bunu televizyonlarda izledik. Kadın şuh hareketlerle adamı baştan çıkarmaya çabaladı. Bunu yayınladılar. Sabahında adam sabah namazını kılıp kafasına tabanca sıkıp intihar etti.

-1995-2013. On sekiz yıl sonra mı intihar eder insan?

-Metin yapmadığı bir şeyden suçlanıp, medya tarafından canavar diye etiketlenip hapse atıldığında tam 11 yerinden şişlendi. Şiş cezaevinde şunun için kullanılır. Bir kere atarsınız adam ölür. Çünkü iç kanama yaptırır. Metin'e 11 şiş atıldı. Ve Allah'ın mucizesi 11'i de vücut boşluğuna gelmiş. Hayatta kalması büyük bir mucize. Bunu yaşayan bir insan, hastaneden cezaevine dönmüş, yine şişleneceğim korkusuyla sekiz ay yatmış. Sonra salıverilmesine karar vermişler delil yetersizliğinden. Daha sonra aradan 7-8 sekiz yıl geçiyor. Bu kadar tehlikeli bir adamı toplumun ortasına bırakıyorsunuz. Sonra 9 yıl sekiz ay mahkumiyet veriyorsunuz.

-O yıllar boyunca mahkeme sürüyordu tabii.

-Evet. Netice itibariyle Metin tutuklanıp hapse tekrar atıldı. 4 senesini hapiste geçirdi tekrar. Bütün bunların insan ruhundaki etkilerini hesap edebilirsiniz.

-2002-2006 arası kaçak dönemi. Yeniden içeriye girmemek için... Nasıl kaçabildi onca yıl?

-Hiiiç. Annemin evinde oturuyordu İstanbul'da. Kimse de gelip bir şey yapmıyordu. Öyle ciddi bir şekilde aranmadı. İstense hemen yakalanabilirdi. Belli bir süre sonra amcamın cenazesinde Kayseri'de Metin'i aldılar. Çıktıktan sonra hep o damgayla dolaşmaya başladı. Ya kardeşim ben yapmadığım bir şeyin cezasını çektim. Şişlendim. Yine yapmadığım bir şeyden dolayı yattım. Bırakıldım. Yine yapmadığım bir şeyden dolayı uzun süre hapis yattım. Tut ki yaptım. Ben bunun cezasını çektim. Ama çıktıktan sonra aynı benim gibi, Metin Kaçan'ın artık özellikle edebiyat çevresinde bir şey yapabilmesi mümkün değildi. Çünkü o canavar romancıydı artık.

-Ama ikişer yıl arayla da bir sürü roman yazdı.

-Tabii ki yazdı. Belli yayınevlerinden de çıktı. Metin sadece o kitapları yazıp yayınlamakla kaldı. Yazdığı çizdiği hiçbir şey kabul edilmedi. Ne okuyucu tarafından, ne de medya tarafından. Metin'e o dönem içinde olduğum muhafazakar medya da sahip çıkmadı. Belki bir korku vardı. Acaba sorusu, ya böyleyse gerçekten?

TECAVÜZ EDİLEN BİRİ VARSA O METİN KAÇAN'DIR.

-Birçok insanın aklında hâlâ acabalar var.

-Ben de insanlara diyorum ki bunu soran hakikaten çok ciddi birisiyse Beyoğlu Ağırceza Mahkemesi iki adımlık yer. Para verirseniz o olayın dosyasını size veriyorlar. Alın o dosyayı, okuyun. Çünkü benim de içimde acaba sorusu vardı. Çok uzun süre o dosya ile uğraştım. Satır satır ezbere biliyorum. En solcusundan, en sağcısına hepsi de üst düzey hukukçular o dosyayı aldılar okudular. Dedikleri şu: Eğer tecavüz edilen bir kişi varsa bu Metin Kaçan'dır. Çünkü o dosyaya göre Metin Kaçan'ın mahkumiyet alması imkansız. Hukukta her türlü şüphe sanık lehine yorumlanır, diye bir kural var. Bu dosyada baştan aşağı her türlü şüphe sanık aleyhine yorumlanmış. Ve yorumla Metin Kaçan mahkum ediliyor. Mahkeme başkanının on beş sayfa muhalefet şerhi var. Ama üç tane kadın hakim Metin Kaçan suçludur diye yorumda bulunuyorlar.

-Siz hep bazı gazetecileri suçladınız. Yani onlar bu haberleri yapmasaydı hakimler farklı bir karar mı verecekti?

-Tabii ki. Bir sürü davada böyle oldu. Türkiye'de o dönemde bir sürü insan sırf medyanın yayınlarıyla ya devlet tarafından ya da kamuoyu nezdinde mahkum edildi.

-O mahkeme başkanıyla görüştünüz mü daha sonra?

-Yok, görüşmedim. Ama doktoru hatırlıyorum.

-Güneş K'yı muayene edeni mi?

-Evet. Kızın babası aslında bir doktor. Kadın doğum doktoru profesör. Ve bu doktorların hocasıymış meğerse. Kızcağızı ilk muayene eden doktorun söylediği, İldeniz Bey bizim hocamız olduğu için normal bir hastanın on misli ihtimam gösterdik. Tetkik ettik. İsnat edilen suça dair bir şeye rastlamadık. Zaten hastanın da böyle bir şikayeti yoktu.

-O yoldan değil de bu yoldan tecavüz var gibi raporlar?

-Hiçbir türlü yok tecavüz. Diyelim manyaksınız, içtiniz o gün. Birisi geldi, öldüresiye dövdünüz. Ve böyle bir suç işleyip kapının önüne attınız. Sabah uyandınız. Siz hala rahat bir şekilde o evde oturmaya, bakkaldan alışverişinizi yapmaya, çayınızı kaynatmaya devam eder misiniz? Yoksa kaçar mısınız? Kapı çalıyor. Metin'le Alp kapıyı açıyor. Bir polis, üç tane mafyatik, karanlık adam Metin'i ve Alp'i alıyorlar. Bir arabanın içerisine atıp kaçırıyorlar. Ve Bostancı'da bir inşaatta akla hayale gelmeyecek işkenceler yapıyorlar. Dövmek değil, kulaklarını, burunlarını kesmeye varana kadar. Bu ilişkiler ağı nasıl bir şey ki hem polis, hem mafya aynı anda geliyor. İki kişiyi evden kaldırıyorlar. İşkenceler yapıyor ve götürüp polise teslim ediyorlar.

-Nedir bunun açıklaması?

-İlişkiler biçimiyle alakalı. Kızcağızın daha önceden bir ortağı vardı. O ortağının Dolapdere'de mobilyacılar çarşısı vardı. Orası daha sonra Sadabat diye bir gece kulubü oldu. Oranın sahibi olduğunu öğreniyorum kaçıranın. Ama netice itibariyle işin bu tarafını görmüyoruz. İyi de, ilkyardım hastanesinde tecavüz yok raporu çıkıyor. Bunu mahkeme kabul etmez, Adli Tıp'tan istiyoruz dediler. Adli Tıp'tan da çok çok uzun süre sonra geldi raporlar. Metin içeride dört buçuk ay yattı. Bu rapor geldikten sonra bıraktılar Metin'i.

-Şişlenmiş ve yeniden hayata dönmüş bir şekilde.

-Evet. Ama bunun üzerine çok şey değişti. Bu süreç içerisinde hakimler değişti. Gelenler değişti, gidenler değişti. En son gelen ekip Metin Kaçan'a bu mahkumiyeti verdi. Manzara budur.

"VİCDAN AZABINDAN ÖLÜYORUM, KEŞKE KONUŞABİLSEM!"

-Güneş K ile konuşmayı denediniz mi hiç?

-Ben de konuştum, Metin de. Güneş'le Metin zaten beş yıl karı koca hayatı yaşamış. Beş yıl sonra "Ya bize ne oldu Metin" diye karşısına çıkıp çok üzgün olduğunu söyleyen, ama "bütün her şey beni aştı" diyen bir insan. Ben de sordum kendisine. Niye tecavüz yok demiyorsun? Ortada böyle bir şey yokken bu niye on yıldır sürüyor? "Hasan abi bu mevzular benim dışıma çıktı" dedi.

Bu medyasıydı bilmem nesiydi, o dönemde feminist hareketi düşünün. Tersi olsaydı bu sefer kızı linç edeceklerdi.

-1995'te yapıyor Ayşe o söyleyişi. Kadın şöyle oldu, böyle oldu anlatıyor. Neden böyle anlattın olayı diye sormuyor musunuz?

-Soruyoruz. O zaman öyleydi diyor. Metin'e kızmıştır. Çünkü ayrılmışlardı. Sen beni bırakırsan ben de senin hayatını kaydıracağım demiş birisi. Bunlar kadın erkek arasında zaten konuşulur.

-Ama şöyle resimler de çiziliyor: İkisi de poligamdı, hayatlarına başkaları girip çıkıyordu zaten...

-Bunlar beraberken başka bir ilişki olduğunu zannetmiyorum. Ayrıldıktan sonra olabilir. Beraber olduklarında onu bir nevi yengemiz olarak algılıyorduk. Metin köprüden atladığında, size isim veremem ama o eski döneme şahitlik eden kızlardan birisi, tesadüf tanıdığım birisinin arkadaşı çıktı. Ve büyük bir vicdan azabı içerisinde olduğunu, "Vicdan azabından ölüyorum. Keşke konuşabilseydim" dediğini biliyorum. Benimle de konuşup vicdanını rahatlatmak istemiş. Ama bu saatten sonra konuşacak ne olabilir ki.

-İntihardan sonra Güneş ile konuştunuz mu?

-Yok. Ben çok uzun yıldır görmüyorum zaten. Belki on yıl olmuştur.

-Aradan bunca yıl geçti. Şu için doğrusunu çık anlat da rahmetlinin anısına bir şey yapmış ol gibi bir talebiniz...

-Bilmem. Belki bir gün hakikaten pişman olup böyle bir şey olmadı diyebilir.

Ama böyle bir şeyi niye talep edeyim bu saatten sonra. Ben kardeşimi toprağa vermişim. Ceset torbası içerisinde görmüşüm. Sonra da gideceğim bu konuyu konuşacağım. Bu olacak bir şey değil. Bence Güneş üzerinden gitmek hiç doğru değil. Metin de bir figürdü bence, o da bir figürdü. Metin'e ne kadar yükleniliyor ve ne kadar infaz ediliyorsa tersini yaparsak da bu sefer Güneş'i infaz etmiş oluruz. O haksızlık olur. Çünkü bu ikisi bir figür olarak algılandı. Hemen medya bu ikisinin üzerine atladı. Ve birini mağdur, birini canavar yaptı. Bu ikisinin de arzu ettiği bir rol değildi.

-O röportajı boğazına bıçak dayayarak mı verdirdiler Güneş'e?

-Olabilir. Ailesinin nasıl insanlarla ilişkileri var bilmiyorum. Ben internette araştırdığımda babasının o dönem Yalçın Küçük'ün en yakınlarından birisi olduğunu biliyorum. Düşünüyorum demek ki o dönemde güçlü olan tarafta olan birisiydi.

GÜNEŞ K GERÇEĞİ SÖYLESE ONU İNFAZ EDERLERDİ

-Adamcağızın bu olaydan sonra Kanada'ya göç ettiği, orada da yapamayıp geri döndüğü ve ondan sonra öldüğünü okumuştum...

-Bilmiyorum ki. Bu beyefendi üzerinden de gitmek, onu da kızını da rencide etmekten başka bir işe yaramayacak. Hakikaten bunlar medya tarafından linç için kullanılan figürler. Niye şimdi kızı kötüleyeyim ki. Baskıya mecbur kalmıştır. Ben yaşadığım baskıyı anlatıyorum size. Öyle bir baskı içerisinde öyle bir kadın hareketi içerisinde feministler ayaklanmış. O fotoğrafları gören herkes ayaklanır zaten. Kendimi Güneş'in yerine de koyuyorum. Ne yapsın, ne desin? Tersi olsa bu sefer kızı infaz edecekler. Çok açık söylüyorum. Sen bize böyle yaptın, yalan söyledin diye kızı bitirecekler. Niye? Çünkü onlara ihanet etmiş olacaksınız. Medyanın ya da belli çevrelerin kurgusunu bozmuş olacaksınız. O kurguyu bozan kız olursanız yine suçlusunuz, erkek olursanız yine suçlusunuz.

-Ama o olayla Güneş K'nın Ayşe Arman'a röportaj verdiği tarih çok yakın. Onun açıklamalarından sonra büyüdü olaylar. Dolayısıyla o tez buna uymuyor.

-Şöyle uyuyor. Anında eğer bir takım mafyatik ilişkiler işin içerisine girip Metin'i, Alp'i o gecenin sabahında alıp götürüp işkence yapabiliyorlarsa, aynı türden ilişkiler biçimi kızı da zorlayıp bu şekilde söyleyeceksin diye gayet rahat diyebilirler. Ayşe Arman şöyle bir yazı yazmıştı. Benim eski oturduğum Dolapdere'ye gitmişler. Kasaplarla, manavlarla konuşmuşlar. Kızdığım şey şuydu. Metin Kaçan da Hasan Kaçan gibi hastalıklı bir aileden geliyor diye yazdı. Hastalığımızın ne olduğunu bilemedik. Bunu yazdıktan aşağı yukarı bir sene sonra beni aradı. Babandan, annenden özür dilerim diye. Ben de babamdan özür dileyemezsin vefat etti dedim. O zaman bir kötü olmuştu.

-Özür dilemesi, o "hastalıklı bir aile" cümlesi için mi?

-Yok. Genel olarak. 2002'de o doktorla konuştuktan sonra Ayşe'de bir şüphe oluşmuş. Kandırıldım mı acaba diye.

-Doktor, Güneş'i ilk muayene eden mi?

-Evet. Tecavüz bulgusuna rastlamıyor, Güneş'in kendisi de doktora tecavüz olmadığını teyid ediyor. Aylar sonra avukatıyla doktora gelip raporu değiştirmesini istiyor. Doktor bu talebi reddediyor.

14 GÜN SUDA KALMIŞ GİBİ DEĞİLDİ. HİÇ BOZULMAMIŞTI. CEBİNDEN ÇIKAN PARALAR BİLE KUPKURUYDU...

-Metin'i denizde bulmanızın hikayesini kouşalım.

-14 gün suda kalmış bir insanı buldular. Beni aradılar Beylikdüzü'nden. Emniyetçi arkadaşlarım "Sakın gidip bakma. Korkunç bir görüntü oluyor" dediler. Gittim, yine de teşhis etmek için baktım. Kardeşimi görmek istedim. O mu hakikaten değil mi? Çıkarıldıktan belki 15 dakika sonra gördüm. Yerde bir ceset torbasından sular akıyor. Yosunlar var. Ve Metin'i gördüm orada. Bakın bu ikisi de şahittir. (Oğlu ve asistanını işaret ediyor) Benimle beraber girdiler. Ne bir şişme, ne bir bozulma, 14 gün içerisinde olmayacak bir şey. Sanki havada duruyordu. Sanki yarım saat önce vefat etmiş bir insan görüntüsü vardı. Ve en enteresanı, 14 gün suda kalmış bir adamın cebinden 480 lira para çıkarmışlar. Verdi polisler. 20 lirasını saklıyoruz. Kupkuruydu. Bakın, bu da muskası. Muskada da hiçbir şey yok. En küçük bir bozulma yok. 480 liranın 460lirasını fukaraya dağıttık. 20 lirayı hatıra olarak sakladık. Çıkarın bakın koklayın. Hala nemiyle duruyor. Paralarda en küçük bir bozulma yok.

-(Kokluyorum) Deniz kokuyor.

-Paramparça olması gerekir bunların. Bozulmadığını görmek beni mutlu etti. Dedim ki bu adamın sahibi var. Bu adamı boş bırakmamışlar.

-Muskasında ne var?

-Cevşen. Ama aldığımızda üzerinde ne bir tuz vardı, ne su. Polislerin böyle bir şeyi silmesi de mümkün değil. Bende oluşturduğu duygu şu oldu. Sanki Rabbim, "O çok kıymet verdiğiniz paraları gıcır gıcır size veriyorum. Ben kulumu alıyorum" dedi gibi bir şey hissettim. Oğlum ile ikimiz yıkadık gasilhanede. Bizi rahatsız eden, ya ne olmuş buna dedirten hiç bir görüntü yoktu. Sanki yatağında vefat etti. 14 gün içerisinde tanınmaz hale geliyormuş normalde. Biz bir saat önce ölmüş bir insanı yıkadık. Arkasından şöyle şeyler de yaşadık. Medine'ye gitmiş insanlar var. Benim de tanıdıklarım var, başkalarının tanıdıkları... Biri telefon etti. Dedi ki Medine'de Metin için 760 tane hatim indirdik. Dün telefon ettiler. 260 hatim okunmuş yine Medine'de.

-Nasip işte.

-Bu da nasip. Kabire koyarken uzattılar. Gasilhaneden dediler ki, "Burada dursun. Kefeninde akıntı olur, bir şey olur. Hemen götürmeyin". Biz Metin'i en son aldık, türbeye koyduk. Metin bir gönül adamının evladıydı. Orada ikindiye kadar durdu. Kabrine koyacağız. Çıkardılar tabuttan. Bembeyaz kefen. Akıntyı yok. Ben aldım, sanki tüy gibi. Ağırlığı falan yok. Buradan baktığımızda da Metin'in manevi olarak başka bir yerde olduğunu, bir kabul içerisinde bulunduğunu hissediyoruz. Gönlümüze böyle geliyor. Çektiği sıkıntıları Allah onun günahlarına kefaret etmiştir. 14 gün içerisinde belki o suyun içerisinde tertemiz oldu. Yıkandı, arındı. Bize onu kalem gibi teslim ettiler.

-Çok etkileyici. Allah rahmet eylesin. Size bir not bırakmadığı için üzgün müsünüz? Yoksa iyi ki bırakmadı mı diyorsunuz?

-İyi ki bırakmadı diyorum. Çünkü bu planlı, programlı bir şey değil gibi. Anlık bir şey bu. Sorduğumuz din büyükleri de aklı başında olmayan insanların zaten intiharla ilgili bir mesuliyetinin olmadığını söylüyorlar. Şoför de her şey saniye içerisinde oldu diyor. Hiç anlayamadım, bir akrobat gibi atladı diyor. Neticede o kadar atletik bir adam değil. Oradan nasıl geçti, nasıl atladı? Biz bir kader çizgisi içerisinde böyle bir acıyı yaşadık. Halen yaşamaya devam ediyoruz.

-Nasıl kendinize mukayyet olmaya çalışıyorsunuz?

-Allah'a sığınıyoruz. Bu senin programının, senin planının dışında bir şey değil. Böyle bir şey oldu. Bize gösterdiğin şeyler de teselli edici. Onun için sana hamdediyoruz. Bize gösterdiğin bu resimler, manzaralar, cebinden çıkan paralar bizi üzecek şeyler değildi. Gönlümüzde biz senin bu kuluna nasıl bir muamelede bulunduğunu açık seçik görüyoruz. İçimizde hiçbir şüphe yok.

-Rüyanıza girdi mi?

-Ben görmedim. Gören arkadaşlar var. Bir tanesi anlattı. Yeşil kefenler içerisindeymiş. Bir kapıdan götürüyorlar. Diyorlar ki kim bu torpilli. Hazreti pirin evladıdır diyor. Bizim yolumuzla alakası olmayan bir arkadaş bunu anlatan.

-Önce siz bu yola girdiniz. Aradan ne kadar zaman geçtikten sonra Metin Bey de sizinle aynı yolu yürümeye başladı?

-Bizim bir sene değildir aramız. Hep beraber gidip geliyorduk. Önce musiki dinliyorduk, hoşumuza gidiyordu. Ama tabii sonra insan kopamaz oluyor.

-O olaydan önce mi?

-Metin'in daha önceden yakınlığı vardı. Gidip geliyordu. On bir tane şiş yedikten sonra ölmemesini de aldığı himmete bağlıyorum

-Alp Buğdaycı'nın o olayı anlatma biçimine baktığımda, orta sınıfı ahlakının kaldıramayacağı sıradışı şeyler yaşadık diyor. Sonra Metin'in söyleşisinde benzer laflar var. Bir yanda böyle bir maneviyat, bir yandan böyle bir manzara... Gerçi bunlar olur. Bir roman kahramanı gibi bakmak lazım insanlara. Yine de sormalıyım, o serserice hayatın sebebini...

-Serserice bir hayat değil. Niye o hayatın içerisinde olduğunu anlattım size. İkincisi, bunların hepsi tabii ki özel hayata girer. Efendimiz ne diyor, eğer ki dört duvar içerisinde insanlar birbirlerinin ne yaptıklarını görselerdi kimse kimsenin suratına bakmazdı. Dolayısıyla bu konuşulan şeyler, bir evin içerisinde yaşanmış. Hiç kimseyi alakadar etmez. Biz kimsenin nasıl yaşadığını, nasıl uyuduğunu, nasıl kalktığını merak etmeyiz.

-Merak haram diye mi?

-Merak etmemek durumundayız. Kapısı açıkbile olsa o eve giremeyiz. Neticede olaya rasyonel bakmak isteyen bir sürü insan var. Rasyonel bakıldığında gördüğünüz fotoğrafla, rasyonel bakmadığınızda ya da buna dengeli baktığınızda gördüğünüz fotoğraf arasında çok ciddi farklar olabiliyor. Eğer siz konjonktüre göre rasyonel gözlükle bakarsanız ben bir dönemin en büyük gericisiydim. Sonra Ekmek Teknesi oldu, birdenbire Türkiye'nin en iyi oyuncularından biri oldum. Oyuncu değilim, bir şey değilim. Bu işe o gözlükle bakarsanız işin içerisinden çıkamazsınız. Allah tarafından yazılmış bir senaryo var.

DERVİŞ OLAN MI ADAM OLUR, ADAM OLAN MI DERVİŞ?

-Biz senaryonun içerisindeki aciz oyuncularız diyorsunuz.

-Evet. Bir şey yaptığımızı zannediyoruz.. Ben Star'da da yazmaya başlamıştım bir dönem, Ekmek Teknesi'nden sonra. Sonra bir yazarla polemiğe girdik durup dururken. Sonra baktım ki bu gazetecilik acayip bir şey. Küçük küçük diktatörlükler. Ve bu diktatörler istediği kişi hakkında istediği şeyi yazabiliyor. Ama karşı tarafın bununla ilgili kendini savunabilme şansı uzaktan yakından yok. İnsanları yargılayıp ya gökyüzüne çıkarabiliyoruz, ya da yerin dibine batırabiliyoruz. Ve zannediyorum önümüzdeki elli yılda bu sistem komple değişecek. Yıkılıp gidecek medya. Bir röportaj gibi algılamayın bunu. Hakikaten içimi dökecek birine ihtiyacım vardı. Ve bu siz oldunuz. Ama insan bir kapıya gidip de nasıl böyle bir hayat yaşayabilir sorusu aslında can alıcı bir soru. Şöyle düşünmek lazım. Derviş olan mı adam olur, adam olan mı derviş olur?

-Ne demek istediğinizi anlıyorum. Çok haklısınız.

-Biz adam olmadığımız için, adam olmak için giriyoruz o kapıdan. Yoksa hepimizin, ben de dâhil bin türlü kötü alışkanlığımız, fena huylarımız var. Ama bu çocukların bir şekilde hayatı deşifre edildiği için bunu herkes ahlaksızlık olarak algılıyor. Hiç kimsenin kapısının içini merak etmeyen insanlar olmak durumundayız ki adam olabilmenin en güzel şartlarından birisini yerine getirelim. O gece kulüplerinde hoplayan, zıplayanların içinde melek gibi insanlar da olabilir. Alkol kullanıyor, uyuşturucu kullanıyor. Bir taraftan baktığında melek gibi kalbi var. Kimsenin kötülüğünü düşünmeyen. Sadece o rüzgarın içerisinde o grubun içerisinde bulunmuş pırıl pırıl gençler var. Bu gençleri o sisteme iten modern bir hayat var. İnsanların mahremlerine girip her şeylerini hallaç pamuğu gibi atmak ve ahlakla yargılamak korkunç bir şey.

METİN BOĞULMAMIŞ, BOYNU KIRILMIŞ

-Hayalleri gerçek gibi yaşardı şeklinde bazı yazılar gördüm Metin'le ilgili. Hani diyorum, intihar ederken de kendini bir romanın, bir filmin parçası gibi hissetmiş olabilir mi?

-Bilmiyorum ki. Belki beni tutarlar mı diye düşündü. Ya da düşerim ama suyun üstünde kalırım diye mi hayal etti bilemiyorum ki. Allah'ı mı imtihan ediyorsun kardeşim. Fakat boğulmamış. Bunu gördük. Düşme sonucu vefat etme var. Boynunun üzerine düşmüş. Onun dışında vücudunda bir kırık yok.

-Benim böyle düşünmemi ne tetikledi biliyor musunuz? Yıllar evvel Zeynep Göğüş'e verdiği röportajda, "Eski arabaları alırım, takla attırırım Boğaz'da. Heyecandan ölürüm. Bayılırım, ayılırım" diyor. Böyle ölümün kıyısından dönmekten heyecan duyan birisi. Acaba bunu da o çerçevede mi düşünmek lazım boğazdan atlamasını diye düşündüm.

-Yok zannetmiyorum. Anlattığı ve söylediği şeylerin hepsi Metin'in hayal mahsulüdür. Sadece şaşırtmak için, sadece insanların ilgisini çekmek için söylerdi böyle. Onları öyle bir ballandıra ballandıra anlatır ki herkes bunu gerçek zanneder. O yüzden bir sürü alakasız sınıftan insan Metin'i oturur, üç saat, dört saat ağzı açık dinler. Çünkü laflara takla attırır, hikâyelere takla attırır, olmamış şeyleri olmuş gibi anlatır.

-Nasıl bir kişiliğin işareti bu?

-Eğleniyor.

-"Beni sevin" mi diyor yoksa?

-Dikkat çekmek olsa insanlar rahatsız olurlar. Ama eğer bir kitleyi birdenbire büyülüyorsanız siz orada tek başınıza. Diyelim ki Cem Yılmaz bunu para ile yapıyor. Metin Kaçan hayatı boyunca bunu bedava yaptı. Bütün mizahçılara sorun. Ben dahil bir sürü insan Metin Kaçan'dan beslenmişizdir. Jargonlarından, hatta dergi ismine varana kadar. Lombak diye bir laf Metin'den çıkmıştır. Bir dergi olmuştur sonra. Lombak mahallede bir çocuğa takılan bir lakaptı. Ama Metin onu kullanıyordu. İnanın ben onun eline su dökemem mizahçılıkta.

-Bundan sonra mizah nasıl yaparsınız?

-Allah ne murat ettiyse, ne yolda yürütecekse biz orada yürüyeceğiz. İnsan planı ile olmadığını o kadar çok yaşadım ki şimdiye kadar. Yerin dibine batmışken, oyuncu değilken oyuncu oldum. Senarist değilken senarist oldum. Bütün bunların hepsi çok kısa sürede oldu. Nasıl olduğunu ben bile bilmiyorum. Şimdiye kadar planladığım hiçbir şey olmadı.

-Tamamen zuhurata tabisiniz.

-Evet. Rahmetli ömer Lütfü Mete ile karşılaştık bir gün. Yine Metin'in dosyası elimde. Ya bildiğim bir avukat var, buna gösterelim dedi. Sonra bir gittik, Osman sınav'ın kapısından içeri girdik. O beni gördü, ben onu gördüm. Sonra bizim çocuklar Raci Şaşmaz, Bahadırlar falan böyle bir tanışıklığımız oldu. Birdenbire ilk ağzından çıkan ya hasan abi bir şey yapsak dediğinde Osman Sınav'ın, Ekmek Teknesi dediğimiz ilk lafın dizinin adı olması falan bunların hepsi demek ki kurgulanmış, bize söyletilen, bize yazdırılan şeyler. Düşünüyorum. İnşallah onun istediği şeyleri yazıp çizmişizdir. Bundan sonra da onun istediği şeyleri yazıp çizelim diye dua ediyoruz. Yanlışa düşmekten ödümüz patlıyor. Kimsenin geleceği garanti olmadığı gibi kötü gördüğümüz, olumsuz gördüğümüz bir insanın da akibetinin kötü olacağı garantisi yok. Mazhar abinin bir lafı var ya, beş dakikada değişir bütün işler şarkısı.

-Ne beş dakikası, anda değişir aslında.

-Tabii. Anında değişiyor. O yüzden Metin ile ilgili gönlümüz çok rahat. Çok üzgünüz. Ama bazı işaretlerde bizi mutlu ediyor.

-Tezgâhında beşinci bir roman varmış. On yıldır demleniyormuş. Siz onu okudunuz mu?

-Bitmemiş bir kitap. Metin paragraf yazar koyar. Bunu kurgulamadı henüz. Metin parça parça hep çalışır. Şimdiye kadar yazdıklarını hep parça parça gördüm. Bir cümledir, bir paragraftır. Son dönemde gördüklerimin hepsi çok çarpıcıydı. Ne zaman toparlayacağını, ne zaman yazacağını ben de merak ediyordum. Fındık Sekiz'i sinema senaryosu olarak yazıp bitirdiğini biliyorum. Ama okumadım daha.

-Bitmemiş son romanı tamamlattırmayı düşünür müsünüz?

-Okuyup bakmak lazım tekrar. Ne kadar roman oldu, ne kadar uzun, ne kadar kısa. Eğer olabilecek bir şeyse isterim ki onu tamamlayalım. Metin'in üslubunu bozmadan, sadece kurguyu yaparak. Onu kim yapabilir bilmiyorum.

-Son twittlerinde enteresan şeyler var. Bir tanesinde menekşe menekşe gidiyorsun kalbimden, mezardaki kefenime diyor. Kim bu menekşe. Ya da ne bu?

-Bilmiyorum. Bir anlam veremiyorum. Metin'in bu tür duygusal şeyleri var. ama bu süreçle alakalı mı, zannetmiyorum. Burada bir kader var işte. İnşallah şimdi tertemiz bir şekilde bize bakıyordur. İnşallah rabbinin kucağındadır. Böyle olduğunu umuyoruz. Gönlümüzden geçen o. Annem de öyle, üzgün ama kalbi mutmain...

KAYNAK: ZAMAN GAZETESİ
YORUMLAR 4
  • aziz taşkent 11 yıl önce Şikayet Et
    cevşen ve paralar. öncelikle metin kaçana ALLAH rahmet etsin ve taksiratlarını affetsin. bu kadar uzunca bir söyleşide başlık olarak cevşenin ıslanmamasının seçilmesi çok manidar. ama bir şey gözden kaçırılmış paralarda ıslanmamış.parayı nereye koyacağız. cevşenin önünemi yoksa arkasınamı? zamanda yer alan bu yazıda cevşenin öne çıkarılması çok doğal ancak, islamda muska diye bir şey yok bu tamamen bidat ve hurafedir. islamda dua vardır. hasta için hadislerde bildirilen dualar şifa niyetiyle okunur. bunlar veya başka şeylerin yazılarak muska yapılıp üzerinde taşınmasının islamda yeri olmadığı gibi faydasıda yoktur. tam tersine islama aykırıdır.
    Cevapla
  • yusuf işeri 11 yıl önce Şikayet Et
    ALLAH taksiratını affetsin. üzücü bir hadise. insanın içini acıtan bir röpörtaj: "akbabalar, leş kargaları ve de hayat bitiriciler" ALLAH taksiratını affetsin metin kaçan...
    Cevapla
  • Burak YILMAZ 11 yıl önce Şikayet Et
    ALLAH rahmet eylesin. bu işin birde ahireti var. yani rövanş var. inanmayanlar için ne kötü varış yeridir orası.
    Cevapla
  • ERDAL KÖROĞLU 11 yıl önce Şikayet Et
    ALLAH taksiratlarını affetsin .. çok duygulandığım.kalanlara ALLAH sabırlar versin.metin'e de ALLAH rahmet eylesin.
    Cevapla
DİĞER HABERLER
Bakan Kacır müjdeyi verdi! Türkiye'nin 'ilk ilaç adayı geliştirildi'
Fuat Oktay duyurdu: 5 Türk devletinden ortak karar! En üst düzeye çıkartılıyor