Akyol: AK Partiden daha özgürleştirici bir siyasi parti yok

Gazeteci - Yazar Mustafa Akyol Türkiye'de ve dünyada yaşanan olayları yeni kitabı üzerinden değerlendirdi.

Akyol: AK Partiden daha özgürleştirici bir siyasi parti yok
Akyol: AK Partiden daha özgürleştirici bir siyasi parti yok
GİRİŞ 02.12.2013 10:06 GÜNCELLEME 02.12.2013 18:37

Haber7'den Fatma Yılmaz gazeteci yazar Mustafa Akyol ile son kitabından, AK Parti'ye, dünya müslümanlarının durumundan, Türkiye'deki kirli laiklik üzerine bir röportaj yaptı. Akyol: "Bugün AK Partiden daha özgürleştirici bir siyasi alternatif görmüyorum" diyen Akyol Müslümanların dünyada nasıl lider olacağının da altını çizdi.

İşte Fatma Yılmaz'ın Mustafa Akyol'la yaptığı o röportaj:

Akyol, 2011'nde ilk olarak İngilizce yayınlanan kitabında İslam dünyasındaki "özgürlük açığını" ele alıyor.

Günümüz İslam toplumlarında bazı sorunlar dinden değil de, o toplumlarda eskiden beri var olan gelenekler, tutumlar ve zihniyetlerden kaynaklanıyor olabilir mi? İslam'ın özgürleştirici mesajı ne demek? İslam Türkiye'de özgürlükçü yaşanıyor mu? Tüm bu soruların cevabını röportajımızda bulacaksınız. İyi okumalar...

İslam'ın özgürleştirici mesajı. Ne demek bu?

İslam bireye Allah karşısında sorumlu olduğunu söylüyor. Allah karşısında sorumlu olması demek, insanın diğer bazı sorumluluklarından sıyrılması demek. İşte nedir? Kabileye sadakat, ulus devlete sadakat gibi. İnsanı bir kollektivite içine hapseden olgulardan çekip,  tek başına değerleri olan, hesabına sadece Allah'a verecek olan bir kulluk. Bu kullukta bir bireylik var. Kuran'da sürekli vurgulanan bir şey; bir insanı başka kimse kurtaramaz, herkes kendi amellerinden sorumlu. Allah'la onun arasında kurulan bu bağ siyaseten özgürleştirici bir durum. Allah'a kul olan başka her şeyden özgürleşir. Bu kavram biliniyor ama üzerinde yeterince durulmamış bence. Dolayısıyla böyle özgürleştirici bir mesajı var.

İslam'ın tarihte yorumlanış biçimleri içinde bu özgürlükçü mesajı ortaya çıkmış mı?

Hayır. Bence bazen gölgede kalmış. Bu da İslam'ın içinde bulunduğu toplumların bazı otoriter davranışlarının dine dahil olmasıyla ortaya çıkmış bir sorun. Örneğin "Allah'a inanıyorsun o zaman sultana da itaat etmelisin, devlete de itaat etmelisin" mantığı. Bu bir siyasi yorum, Emeviler zamanında gelişen bir yorum.  Bu ve buna benzer anlayışlar İslam'ın bu özgürleştirici mesajını belli ölçüde kapatmış.

Bir de kitapta en çok eleştirdiğim noktalardan bir tanesi,  dindarlığı zoraki sağlama yaklaşımı. İnsanların namazını, oruçlarını zorla kıldırtmak, tutturmak gibi. Bu, açık konuşmak gerekirse, Sünni gelenekte de belli bir yeri olan bir yaklaşım. Ama ben bunun bir yorum meselesi olduğunu, içtihatla tekrar elden geçirilmesi gerektiği kanaatindeyim. Ve bu konuda da zaten bu yorumları değiştirmeyi savunan İslam alimlerine atıfta bulunuyorum.

İslam dünyasında bugün nasıl bir özgürlük açığı var?

İslam dünyasında bugün pek çok dikta rejimi var. Esed rejimi de en korkuncu belki. Ama tabi bunların önemli bir kısmı İslam'a dayandırmıyor kendini. Esed rejimi laik karakterli bir rejim, zaten onu iddia ediyor. Mübarek rejimi İslam'a dayanan bir rejim değil. Müslüman bir topluluk olduğu için bazı Müslüman kavramları tabi ki kullanıyorlar. Ama İslam referanslı otoriterlikler değiller. Bunlar seküler otoriterlikler. Türkiye'de de askeri darbeleri gördük. Bunlar da İslam referansıyla değil, Kemalizm referansıyla ortaya çıkmıştır.

Bugün İslam dünyasında niye demokratik özgür toplumlar yok?

Bu sorunun cevabı, doğrudan İslam'la ilgili bir cevap değil. Ama bazen de İslam adına otoriterlik var. Mesela Suudi Arabistan İslam adına çok otoriter bir rejim. Her hangi bir demokrasi yok, insanları zorla dindarlaştırma pratiği var. İslam dışında bir dine izin verilmiyor. İran'da da Suudi Arabistan'a göre daha hafif olmakla beraber otoriter karakteri olan bir rejim var. Ben diyorum ki, Ortadoğu'da hem laik hem seküler otoriterlikler varsa, belki de zaten genel bir otoriterlik sorunu var ve İslam da bundan etkileniyor.

İslam'ı bunun dışında nasıl anlayabiliriz?

Suudi Arabistan'da kadınları zorla örttürüyorlar, Türkiye'de de yakın zamana kadar zorla açtırıyorlardı. Bunu herkes biliyor. Bu, kadına müdahale eden, illa bir yaşam ve kıyafet biçimi zorlayan anlayış demek ki doğrudan İslam'dan gelmiyor. Türkiye'de laiklik adı altında çıkıyor. Bunun İslami yansımasını da Suudi Arabistan'da ve İran'da görüyoruz. Demek ki İslam bundan bağımsız bir şekilde anlaşılabilir.

Kitapta İslam'ın ilk üç dört asrında daha dinamik bir din anlayışı ve en azından din ekolleri olduğunu anlatıyorsunuz. Bunlar giderek zaman içinde tutuculuğa dogmatik din anlayışıyla yeniliyor. Peki, o dinamik din anlayışları nasıl ortadan kalkıyor, nasıl yeniliyor?

İmam Ebu Hanife ve onun gibi daha fıkhı dinamik olarak yorumlayan akla önem veren din anlayışları var. Bunlar giderek zaman içinde daha tutuculuğa dogmatik din anlayışıyla yeniliyor.

Bence bunun bir sosyal boyutu var. İslam'daki daha akılcı ve yenilikçi din akımlarının daha çok ticaret merkezlerinde ortaya çıktığını,  daha baskıcı ve tutucu anlayışların da daha az kozmopolitan daha çöl şartlarında doğduğunu görüyorsunuz. Dolayısıyla ticaretle üretimle iç içe olan bir din anlayışı kaçınılmaz olarak bir, daha ılımlı olacaktır, şiddete yönelmeyecektir, ikincisi de daha dinamik daha rasyonel olabilecektir.

Bugün Arap dünyasının durumuna bakacak olursak, Arap dünyasında petrol zengini ülkeler var. Petrol zenginliği ama bir piyasa ekonomisi değil. Petrol alıp satıyorlar ama hiçbir şey üretmiyorlar. Ekonomik dinamizmse üretmekle ve ticaretle ilgili. O da nerede var? Kısmen Türkiye'de var. Nasıl var? TUSKON MÜSİAD vs.

Bunlar belli bir zihniyet değişimi sağlıyor mu peki?

Sağlıyor. Türkiye'de İslamcı söylem 20 yıl önce demokrasiyi küfür olarak görürken bugün demokrasiyi sahipleniyor. Bu bir zihniyet dönüşümüdür. Bazıları bugün liberalizmi bir küfür olarak görüyor. Muhtemelen 20 yıl sonra bunu da artık sahiplenmeye başlayabilirler.

Zihniyet değişimiyle Türkiye'deki bu ekonomik dönüşüm, orta sınıfın ortaya çıkmasını, dünyayı daha iyi algılamayı, farklı kültürlerle alışveriş içine girmeyi sağlıyor. Bu da çok önemli bir nokta.

Peki Türkiye'de özgürlükçü yaşanıyor mu İslam?

Şu anlamda yaşanıyor. Yani camiye ister gidersin ister gitmezsin, başını ister örtersin örtmezsin. Laikler başörtülü eğitime izin vermiyorlardı, bu en son aşıldı.

Dini pratikleri zorla uygulatmaya yönelik bir anlayış var mı?

Siyasi düzeyde yok ama kültürel düzeyde biraz var. Mahalle baskısı denen meşhur hikaye. Bu bazen Türkiye'deki laik kesimden tarafından abartılıyor, paranoya boyutuna taşınıyor olabilir. Ama tamamen hayali bir sorun da değil. Açıkça konuşmak gerekirse, insanları zorla da olsa dindarlaştıralım gibi bir anlayış var. Ben de bunu eleştiriyorum zaten. Benim de temel argümanım burada şu; bu anlayış insanı dindarlaştırmıyor, iki yüzlüleştiriyor.

Suudi Arabistan'da bunu çoğu insan görmüştür. Örneğin ben Riyad'a çok gittim. Riyad'dan uçağa biniyorsunuz. Bütün kadınlar kapalı, indiklerinde yarısı açık, hatta mini etekli. Demek ki din adına baskı kurmak o insanlar üzerinde onları dindarlaştırmıyor, aslında ikiyüzlüleştiriyor.

Türkiye'de de belki bazı cemaat çevrelerinde -herhangi bir cemaati kastetmiyorum- ya da çok muhafazakar camia içinde, o camianın baskısıyla dindar gibi gözüken, ama aslında tam da o baskı yüzünden belki kalben dinden uzaklaşan insanlar olabilir. Dahası herhangi bir dini normun devlet tarafından topluma empoze edilmeye kalkınması daha da büyük bir reaksiyon meydana getirecektir.

Din, laiklik, devlet ve özgürlük neye karşılık geliyor?

Laiklik Türkiye'de çok kirli bir kavram. Çünkü Türk tipi laiklik çok kötü. Klasik Türkiye'deki laiklik yorumu diyebiliriz buna.

Bu bir taraftan dinin devlet tarafından manipülasyonu, diğer taratandan da baskılanması anlamına geliyordu. Bir tarafta diyanet gibi bir kurum var, bir taraftan da dini ptratikler devlet eliyle yasaklanıyordu şimdiye kadar. Bu tip laikliğe hep karşı oldum yine de olurum, özellikle de din üzerine baskılar anlamında. Fakat özgürlükçü bir laiklik taraftarıyım.

Ne demek özgürlükçü laiklik?

Dini hayatı baskılamayan ama dini hayatı empoze etmeyen bir devlet sistemi. İnsanları zorla dindarlaştırmayan, dindarlıklarına saygı gösterip engellemeyen. Bunun çok doğru bir model olduğunu düşünüyorum. Ve bunun bizim bazı Aydınların zannettiği gibi din karşıtı bir felsefeden çıktığını değil, bilakis dine de çok uygun olduğunu düşünüyorum. Çünkü herhangi bir dini anlayışı devletin resmi görüşü yaptığınızda diğerlerine karşı bir haksızlık yapmaya başlıyorsunuz. Yani örneğin Türkiye'de siz bir İslam devleti kuracağım deseniz, o kimin İslam'ı olacak diye size soracaklardır. Sünni İslam deseniz, hangi Sünni İslam diye size soracaklardır. Hanefi deseniz Hanefiliğin hangi anlayışı? Bugün Türkiye'de Hayrettin Karaman'ın görüşleriyle Ebubekir Sifil'in görüşleri çok farklı. Birine göre recm var birine göre yok. Bir sürü din anlayışı var. Bir sürü cemaat grupları ve bunların hepsinin farklı farklı kodları var. Bunların herhangi birisinin resmi görüş yapılması demek, diğerlerine karşı baskı demektir. Şöyle ki seküler yaşayan kesim var, ateist olan, Müslüman olmayan insanlar var. Böyle renkli bir toplumda devletin tarafsızlığı doğru ilkedir. Onun için bu anlamda laikliğin savunucusuyum. Zaten bunun bir ihtiyaçtan ve tecrübeden çıkmış olduğunu düşünüyorum. Amerika'da çıkmış bu özgürlükçü laiklik. Amerika'da nasıl çıkıyor? Amerika'nın kuruluşuna bakıyorlar, bir sürü kilise var, hangi biri resmi kilise olacak, hiç biri olmasın deyip işin içinden çıkıyorlar. Din karşıtlığından kaynaklanmıyor, fakat dinin farklı yorumlarının özgür kalabilmesinden ortaya çıkıyor.

Özgürlüğün İslami yolundan kasıt?

Özgürlük bir ideal. İnsanlar Müslüman olmadan da özgür olabiliyorlar. Burada şunu belirtmem gerek. Ben özgürlüğü siyasi bir perspektifte kullanıyorum. Özgürlük deyince bazı Müslümanlar şunu der hemen size, en büyük özgürlük Allah'a kul olmaktır. Şimdi bu manen doğru ama maddeten doğru değil. Örneğin, siz Allaha kul olursunuz, hapse girersiniz suçsuz yere özgürlüğünüz elinizden siyaseten alınmış olur. Manevi tasavvufi anlamda özgürlük, nefsini terbiye etmek, nefsinin arzularından kurtulmak. Dediğim gibi ben burada siyasi özgürlükten bahsediyorum. O da devletin ya da toplumun bireyler üzerine baskı kurmaması.

Bunu seküler bir paradigmada kurgular mısınız?

Kurgularsınız, zaten seküler liberalizm bu olmuş olur. Ben bu fikrin, devletin ve toplumun bireyleri rahat bırakması, onların dini ahlaki tercihlerine karışmaması fikrinin, İslam'a da aykırı bir şey olmadığını, en azından İslam'ın Kur'an'i temeller üzerinde anlaşılmasıyla bunun mümkün olabileceğini anlatıyorum. İslam için de bu çağda Müslüman toplumlar için en doğrusunun böyle bir özgürlüğü benimsemek olduğunu düşünüyorum.

Otoriter İslam anlayışları var mı var. Bu şuna benziyor. Demokrat Müslümanlar var mı var. Antidemokrat Müslümanlar var mı var. Bugün hala bazı Müslümanlar için demokrasi küfürdür. Türkiye'de çoğu Müslüman demokrasiyi savunuyor.

Şöyle bir eğilim var Türkiye'de. Bu konuları tartışınca şunu diyorlar, "lafı uzatmaya gerek yok, İslam'dan başka hiçbir şeye ihtiyaç yok, Müslüman kimliğimiz var yeter. Müslümanlıktan başka ne arıyorsunuz" vs. Şimdi bu kulağa hoş geliyor ama biraz demagojik bir şey. Yine demokrasi örneğine dönecek olursak, bir insan hem Müslüman hem demokrat olabilir mi? Oluyor. Türkiye'de ben Müslüman'ım deyip demokrat olan insanlar var. Bunlar, demokrasiyi çok partili hayatı seçimleri savunuyorlar vs. Peki bir insan Müslüman olup antidemokratik olabiliyor mu? Evet olabiliyor. Demokrasi küfürdür, oy vermek batıldır diyenler var. İki türlü de Müslüman olabiliyor demek ki.  O zaman birisine demokrat Müslüman diğerine de demokrat olmayan Müslüman diyeceğiz.  Bir insan Müslüman olup monarşiyi savunabilir, padişahlık sistemini savunabilir ya da cumhuriyeti savunabilir. Dolayısıyla özgürlükçü Müslümanlar olabileceği gibi otoriter Müslümanlar olabileceği kanaatindeyim.

Bediüzaman'ın meşhur sözü, benim mesleğim en güzeldir ama tek doğru tek güzel benim mesleğimdir diyemeyiz. Müslümanlar arasında kaçınılmaz olarak farklı meşrepler, mezhepler cemaatler olacaktır. Ama Müslümanlar üzerinde bu farklılıklar varken çok temel bir asgari müşterekte uzlaşmak işbirliği geliştirmek mümkündür. Bu da bu farklılıkları baştan kabul etmekle olur.

Batı medeniyeti yaklaşık 500 yıldır dünyada en güçlü, en etkili medeniyet. Niçin böyle?

Çünkü batı sürekli yeni bir şeyler üretiyor. Yani bilgisayarı biz yapsaydık ilk defa, İslam medeniyeti çok daha önce bir medeniyet olurdu. Arabayı televizyonu biz yapsaydık, treni biz yapsaydık vs vs. Hiç birini biz yapmadık batılılar yapmış. Niçin onlar yapmış? Bu büyük bir soru işareti. Ha bir dönem biz yapıyormuşuz her şeyi.  Objektif standartlar açısından bakıldığında, bir dönem İslam dünyada en önde medeniyetmiş. Çünkü üretiyormuş Müslümanlar. Dünyada icatların çıktığı yer İslam dünyasıymış. İlim öncüsü Müslüman alimleri biliriz. Bir dönem çok şey üretiyorduk. 500 600 yıldır hiç bir şey üretmiyoruz. Ve batı üretiyor ve çok hızlı üretiyor. Biz de bunları ister istemez alıyoruz. Batıyı böyle fetişleştirmek yanlış, ama batı modernliği, teknolojiyi, demokrasiyi bizden önce geliştirmiş. Bu bir realite. Ve bu realiteyi kabul etmek lazım. Bu realiteyi kabul edince biz de batılılar gibi yiyelim, içelim, onlar gibi şapka giyelim dans edelim gibi bir yaklaşım geliştirebilirsiniz kemalizmde olduğu gibi. Ben bunu yanlış buluyorum. Ama batılıların başarısının sırrı ne, siyasi ve ekonomik dinamikleri nedir, bunları alalım ve bunları özümseyelim derseniz işte ben buna katılırım ve savunurum.

Müslümanlar dünyada yeniden nasıl yükselecekler?

Müslümanların yaptığı arabalar dünyanın en iyi arabaları olursa, onların yaptığı bilgisayarlar, cep telefonları, yazılımlar olursa o zaman İslam dünyası da kurtulmuş demektir.  Ekonomi şu anda Müslüman toplumların en çok ihtiyacı olan alan, ama bunun yanında bilim ve akademide gerekiyor.

Dünyaya baktığımız zaman bilim, sosyal bilim dediğimizde Müslüman dünya ne üretiyor. Sıfıra yakın. Yani çok az. Dünyada kaç tane Nobel almışı Müslüman bilim adamı var? Birkaç tane var, onlarda genelde batıda yetişmiş.

İlime ve bilime değer vermiyoruz. Dahası bunu geliştirecek zihniyete sahip değiliz. İslam dünyasında temek dinamik nedir biliyor musun? İslam dünyasında insan nasıl bir iyi yere gelir? Doğru insanı tanıyorsa, doğru adamın akrabasıysa. Batıda ise iyi bir şey üretiyorsa. Yani Türkiye'de bir üniversitede sizin yükselmenizin bir sebebi rektörle aranızın iyi olmasıdır. Türkiye'de "hamili kart yakinimdir" falan yazar verirler. Amerika'da böyle bir adet yok. Çünkü birisinin yakını olmanız bir işe yaramıyor.

Demek istediğim, bizde kabiliyetlerine göre insanları yükselten bir zihniyet yok. Yani sizin yükselmeniz, bir yerlere gelmeniz, başarılı olmanız, hangi sosyal grup içinde olduğunuz ve o grubun yükselmesiyle ilgili. O zaman bireysel kabiliyetleri yükseltmeye gerek yok.  Batının sırrı ne derseniz; bireysel kabiliyetleri yükseltmeye zorluyor insanları.

İslam dünyası niye geri kaldı sorusuna iki zıt cevap vardır. Biri Kemalizm. Dindar olduğumuz için geri kaldık der ve dini baskılamayı seçer. Diğeri ise biz dinden uzaklaştığımız için geri kaldık der. Ben aslında böyle de düşünmüyorum açıkçası.

Ekonomi, bilim, ticaret alanları geri kalmamızı açıklayabilir. Dünyada ticaret yollarının değişmesi en önemli sebeplerinden biri mesela. Ticaretin giderek Ortadoğu'dan Akdeniz'den giderek okyanuslara kayması İslam dünyasının en büyük geri kalış sebeplerinden birsidir. İngiltere bundan 1000 yıl önce çok fakir, hiç önemsiz bir yerken ticaretin okyanuslara kaymasıyla İngiliz hakimiyeti başlıyor dünyada. Müslümanlar da çok daha dünyanın kenarında kalıyorlar. Bugünse dünyada artık o batının başarı hikâyesini anlayan ve benzeri yöntemlerle kendi başarı hikâyesini yazmaya başlayan medeniyetler görüyoruz. Çin, Kore, Japonya gibi. Bunlar batılı değil, ama batıyı başarıya götürmüş olan piyasa ekonomisi ve demokrasiyi özümseyip kendi değerleriyle sentezleyip devam ediyorlar.

Biz de şimdi bunu mu yapacağız? Yoksa İslam dünyası olarak "biz 1000 yıl önce harikaydık" diyerek hamaset mi yapacağız? Yani biz İstanbul'u fethettik 1953'te, tamam çok güzel gurur duyarız bununla. Ama şu an ne yapıyoruz?

Tabi Türkiye bir şeyler yapıyor. 10 yılda çok büyük bir başarı katettik.  Ekonomimiz gelişti, dünyada önemli bir ülke haline geldik. Ama Türkiye'den büyük bir icat çıkıyor mu? Türkiye'den çok büyük bir fikir çıkıyor mu dünyaya? Türkiye'den çok iyi entelektüeller çıkıyor mu? Çok nadir.

İslam dünyasından neden insanlar yetişmez? Çünkü İslam dünyasında başarılı olmak nefretle karşılanan bir şeydir. Ünlü bir söz var; Türkiye'de hiçbir başarı cezasız kalmaz. Batıda insanlar başarılı olduklarında taltif edilirler, Türkiye'de kösteklenirler. Çekememezlik, kıskançlık yüzünden.

AK Partinin özgürlüğe katkısı nedir?

Ak Parti Türkiye'de çok sayıda siyasi reform yaptı. Bazen AB süreci paralelinde bazen de bağımsız olarak kendi inisiyatifiyle. Bu reformlar özgürleştirici reformlar. Hepsini destekledim ve destekliyorum da. Örneğin azınlıklara bakarsan, Kürtler, gayri Müslim azınlıklar vs. Bunlar Ak Parti döneminde çok daha özgür hale geldi. Başörtüsü özgürleşti, muhafazakarlar özgürleşme yaşadı. Bunların hepsi çok önemli ve doğru.

AK Parti Türkiye'deki siyasi İslam düşüncesini de belirli ölçüde dönüştürdü. Eskiden batı doğu karşıtlığı içinde düşünen bir paradigma varken, daha küresel düşünen, yani batıyla da doğuyla da ilişki, herkesle rasyonel bir işbirliği içinde olmayı düşünen bir anlayış geliştirdi. O anlamda milli görüş çizgisinden büyük ölçüde farklılaştı. Bu da bence önemli bir açılımdı. Fakat AK Parti son birkaç yılda da biraz teklemeye başladı. Ama buna bakarak ben AK Partiyi lanetleyenler, karşı çıkanlar safına katılmıyorum. Sadece AK Parti'nin reformist kimliğinde belli bir yavaşlama bir yorgunluk görüyorum. Evet Başbakan bir demokrasi paketi açıkladı, onu da destekledim. Ama AK Parti biraz kimlik siyasetine dönmeye başladı. Kendi değerlerini empoze etmeye başladığı izlenimi veren bazı tartışmalar açtı. Bunları ben hatalı buluyorum. Ama dileğim budur ki, bu konularda biz AK Partiyi eleştiririz, başkaları da eleştirir, AK Parti de bu eleştirileri değerlendirir ve ilerlemeye devam eder.  Türkiye'de bugün AK Partiden daha özgürleştirici bir siyasi alternatif görmüyorum.

Cemaatlerin özgürlüğe katkısı nedir?

Cemaatler AK Parti döneminde eskiye kıyasla çok daha rahat ettiler. Çünkü Türkiye'de tüm muhafazakar kesim Kemalizm tarafından aşağılanan kötülenen bir sosyal kesimdi. AK Parti döneminde daha bir özgürlüğe kavuştular. Bu anlamda cemaatlerin hemen hepsinin AK Parti döneminde iyi bir dönemde yaşadıklarını düşünüyorum.

Burada tek mesele son bir iki yıldır gelişen Gülen hareketi ile AK Parti arasındaki gerilim. Bu gerilime de ben üzülüyorum. Çünkü karşılıklı diyalog, anlayışıyla, uzlaşıyla giderilebilecek bir durum, karşılıklı gerilimin büyümesiyle istenmeyen bir duruma geldi. Burada ben bir tarafı tutup diğer tarafa atan bir tutumdan ziyade daha uzlaşmacı daha yumuşatıcı bir tavır izlemeye çalışıyorum. Her iki tarafı da seviyorum ve saygı duyuyorum çünkü. İkincisi konuya göre bakıyorum. Mesela dershaneler. Dershanelere devlet karışamaz, çünkü özel sektördür. Yani bu dershanelerin sahibi ister Gülen hareketine, ister Atatürkçü Düşünce Derneği'ne sahip olsun. Ama Başbakan bürokrasiye tabi ki hakim olmalıdır. Başbakan bürokrasi de bir kadrolaşma görüyorum diyorsa çeşitli tayinlerle bunların önünü alabilir.

Gülen hareketi içinden de bazen çok sert sesler gelebiliyor. Aslında bu tartışmada iki tarafta da çok zehir zemberek isimler var. Ve zarar veriyorlar. Hem partiye, hem hizmete, hem Türkiye'deki demokratik ortama. İki tarafta da olabildiğince daha makul şekilde, uzlaşıcı tavır almaya çalışanlar var, doğrusunu onlar yapıyor bence.

Uzlaşmayı diliyorum. Bence bu tartışmadaki her iki tarafta biraz biz son yıllarda bazı hatalar yaptık mı ve bu tartışmanın bu hale gelmesine sebebiyet verdik mi diye kendi içlerinde biraz sessizce düşünmeliler. Türkiye'de ne yazık ki bir yerde ufak bir pürüz çıksa o bir müddet sonra kesin bir kavgaya dönüşüyor. Çünkü çok duygusal ve öfkeli bir toplumuz. Psikolojiyi gazete köşelerinde daha da artırarak yansıtan çok sayıda isim var. Bunun önünü almak lazım.

Bediüzzaman özgürlüğe bakışı...

Kitabımda Bediüzzaman'a ayrılmış özel bir kısım var. Ona karşı benim büyük bir saygım var, bütün getirdiği mesaja ve yaptığı hizmete. Bu kitapta özellikle vurguladığım yönü de özgürlüğe verdiği değer, hürriyet savunucusu olması. Meşrutiyeti savunması ve daha sonra bunu, demokratik fikirleri cumhuriyete taşıtması benim için çok önemli. İslam dünyasına baktığında da İslam dünyasının problemi ne dendiğinde, bugün de hala çok geçerli olan fakirlik, ihtilaf ve cehalet unsurlarını sayması çok önemli. Komple teorileri yerine bunlara yönelmiş olması çok önemli. Çünkü bugün bazı Müslümanlara derseniz İslam dünyasının tek sorunu ne? Batının bize musallat olması derler.

Batı bize musallat olmuştur doğru ve bu da bir sorundur. Bugün Afganistan'daki Pakistan'daki şuradaki buradaki durumun tek sebebi de batı değil bence. Biz de bir kriz içindeyiz. Batı çekiliyor, Müslümanlar birbirini öldürmeye devam ediyor. Evet bunu başta batının müdahalesi yaptı. Ama siz niye birbirinizi öldürüyorsunuz diye de sormamız gerekiyor. Veya ekonomik olarak batı tarafından İslam dünyası sömürgeleştirildi ama sömürgeleştirilecek kadar niye zayıfladık? Batı o kadar teknolojiyi, tankı topu tüfeği yaparken bizim niye haberimiz yoktu bunlardan? Biz niçin bunları yapamadık? Bunları açıkça tartışmak gerekiyor. Biz batıyı lanetleyebiliriz ama bir şey değişmiyor. Yani İstanbul'da Amerikan karşıtı miting yapınca Amerika bu mitingdeki sizin sözlerinize göre siyasetlerini değiştirmiyor. Amerika yapacağını yapıyor. Siz bu realite karşısında kendinizi nasıl değiştiriyorsunuz, kendinizde ne gibi bir gelişme kaydediyorsunuz, kritik mesele bence bu. İslamcı düşünce özellikle batıyı protesto etmeye çok odaklanmış. Ama bu bir şey değiştirmez.  Mühim olan içerdeki yapıyı değiştirmektir. Önemli olan içerde başarı hikayesi üretebilmektir. Cehaletle, fakirlikle, ihtilafla başa çıkabilmektir. Bediüzzaman'ın bu anlamda içe eleştirel bakışını da çok değerli buluyorum. Kitapta bunları batılı okurun anlayabileceği bir şekilde izah etmeye çalıştım.

Batı üzerinden okumalar ne kadar doğru?

İslam dünyasında durum kötü, yani bu 200 yıldır bilinen bir şey. Hala kötü. Bunun sebebi ne, İslam dünyasının dışarıdan maruz kaldığı baskılar, saldırılar, sömürgecilikler. Eyvallah bunların hepsi doğru. İsrail diye bir şey geliyor, Filistin'i işgal ediyor. Filistin gibi bir sorunumuz oluyor. Bu bizim ürettiğimiz bir sorun değil. Dışarıdan İslam dünyasına monte edilmiş bir sorun. Fakat mesele bizim burada ne yapacağımız? Bir de şu var. Bizim Müslüman aydınlarımızın çok yakınında bir şey vardır. Batının kültürel hegemonyası, kültürel emperyalizmi. Batı kültürüyle hepimizi ele geçiriyor. Ben kültürel emperyalizmden yakınanlara şunu söyleyeyim, siz daha iyi bir kültür yapın, sizim kültürel emperyalizminiz hakim olsun. Batı kültürel emperyalizmi nasıl işliyor? Hollywood filmleri hepimizi ele geçiriyordur. E biz daha iyisini yapalım. Bizim filmler orada popüler olsun. Yani biz yaptıkta izlemediler mi? İnterneti biz bulduk da batılılar almadı mı? Açıkçası batılıların öyle bir saplantısı yok. Siz daha iyi bir şey icat etseniz alırlar. Yani eğer batının bir sırrı varsa eğer, farklı şeyleri kendi bünyesine katabilmesidir. Dolayısıyla biz bunları şikayet etmekle bir yere varamayız yani. Müslüman'ın Müslüman'a propagandasından bir şey çıkmaz. Yani biz batının ne kadar aşağılık olduğunu birbirimize anlatmakla bu sorunu çözemeyeceğiz. Biz onu gidip batıya söyleyebiliriz. İngilizce yazılarımda batıyı daha çok eleştiriyorum. Çünkü onu onlar okuyorlar. Biz ne yapmalıyız, ne yapacağız sorusu üzerinden düşünmek lazım. Bizim ekonomiye bilime kültüre ihtiyacımız var. Demokrasiye özgürlüğe ihtiyacımız var. İstibdat mesela. Bediüzzaman otoriter rejim sorununu görüyor İslam dünyasında. Hala en büyük problemlerimizden biri istibdat.

Arap Baharı başarısız oldu mu?

Bazı ülkelerde oldu. Tunus'ta iyi gidiyor bence. Valla Mısır daha çok çalkalanacak. Bizim daha 1960'dalar yani. 27 Mayıs'ın ayrı bir versiyonunu yaşıyorlar. Mutlaka serbest seçimler olacaktır. Burada İhvan-ı Müslimin'in bir mazlum olmakla beraber ılımlı davranması, şiddete hiç yönelmemesi önemli. Bence İhvan-ı Müslimin'in yapması gereken Ak Parti'yi kuranların yaptığı. Yani 28 Şubatta bir darbe geçirdiler, ama dediler ki nedir peki çözüm: daha sertleşmek değil, tam tersine daha açılmak, daha yumuşamak, daha sert mesajları geride bırakmak. Ak Parti bir gömlek çıkardı, daha demokratik bir pozisyonla tekrar sahneye geldi ve kazandı. İhvan-ı Müslimin'in de yapması gereken Mısır'da mağdurdur kesinlikle haksızlığa uğramıştır, ama ya sabır deyip çok daha kendini yenileyerek daha kucaklayıcı bir dille tekrar siyaset sahnesine çıkmaktır.

Suriye'de ise, ben baştan beri Esed rejimine karşı uluslararası askeri müdahaleyi savundum. Fakat bunu kimse yapmıyor. Bugün gelinen noktada mesele akan kanı durdurmaktır. Diplomasi dahil her türlü çözümü savunurum.

Son olarak bu yılın başında Türkiye'de en öncelikli günden maddemiz yeni bir anayasaydı, darbe anayasasından kurtulmaktı. Ancak gelinen nokta ortada. Neden yeni bir anayasamız olamıyor?

Çünkü biz de uzlaşıcı kültürü yok. Yani yok derken çok zayıf. Şimdi biz şöyle zannediyorduk: Türkiye'de şöyle bir paradigma vardı. Türkiye'nin tek sorunu nedir askeri vesayettir. Askeri vesayet evet büyük bir sorun yanlış anlaşılmasın. Askeri vesayet giderse bu harika siviller hemen güzel güzel yeni bir anayasa yapar. İşte siviller ortada her gün kavga ediyorlar. Anayasa da yapamıyorlar. Askeri vesayetten sivil siyasete geçmek çok önemli bir aşama. Ama bu sivillerin demokratik kültürünün gelişmesi de çok daha büyük aşama.

Dikkat edersek Türk siyasetinde taviz kelimesi çok kirli bir kelimedir.  Taviz yok der herkes, taviz veremeyeceğiz. Bunun yeni versiyonu da dik duracağız. Herkesin birbirine karşı dik durduğu ve kimsenin taviz vermediği bir ortamda da uzlaşı diye bir durum söz konusu olamıyor. Bence siyasette dik durulması gereken alanlar var, temel haklar ve özgürlükler bunlar tehdit edildiğinde dik durmak gerekiyor. Türkiye'de çok gergin, herkesin giderek kendi kampında durduğu karşı tarafa sürekli veryansın ettiği bir siyasi ortama girdik. Bir de şu var; Ak Parti iktidarda kaldıkça karşı tarafın muhalefetin sinirleri bozuluyor ve daha tahammülsüz bir hale geliyor. Benzer tahammülsüzlükler bazen iktidar partisinde de var. Bir sıkışmışlık var sadece. Bu sıkışmışlıktan yeni bir anayasa çıkamazdı da zaten.

Ne olması lazım?

Yeni bir paradigma değişikliği olması lazım. Nasıl? AK Parti 2002'de bir devrimsel mesajla geldi. Yani dedi ki kapatıyoruz eski defterleri. Bence AK Partinin versiyon 2.0'ı lazım bize. Bir update lazım. Nasıl olacak o update. Belki Sayın Erdoğan Cumhurbaşkanı olur da, AK Parti'de yeni bir liderlik olur. Bu bir çözüm olabilir. Bir sakinleşme atmosferi lazım.

YORUMLAR İLK YORUM YAPAN SEN OL
DİĞER HABERLER
Son Dakika... 7 ilde 'Mahzen' operasyonları: Bir suç örgütü daha çökertildi!
Gece kulübü yangını ve teleferik kazası için Meclis komisyonu kurulacak mı?