Erdoğan'ın medyadan beklentisi

Başbakan Erdoğan Dolmabahçe'de medya yöneticileriyle buluştu.Son dönemde medya ile ilişkilerini ele alan Erdoğan kendi sorumlulukları kadar medya sorumluluğuna da dikkat çekti. Erdoğan şunları söyledi

Erdoğan'ın medyadan beklentisi
Erdoğan'ın medyadan beklentisi
GİRİŞ 25.09.2010 10:32 GÜNCELLEME 25.09.2010 10:32
Bu Habere 17 Yorum Yapılmış

Başbakan Recep Tayip Erdoğan, ''Biz 12 Eylülde ortaya çıkan sonucun Türkiye haritasını farklı renklere boyadığına, farklı kutuplara savurduğuna asla inanmıyoruz'' dedi.

Başbakan Erdoğan, ''demokratik açılım'' çalışmaları kapsamında, medya yöneticileriyle kahvaltıda bir araya geldi.

Dolmabahçe'deki Başbakanlık Çalışma Ofisi'ndeki toplantıda konuşan Erdoğan, 12 Eylüldeki halk oylamasıyla yürürlüğe giren Anayasa değişikliğinin hazırlık aşamalarında bu değişikliğin Türkiye için bir milat olacağını, Türkiye'de yeni bir dönemin, yeni bir sürecin başlayacağını ifade ettiklerini söyledi.

Erdoğan, 26 maddeden oluşan bu değişikliğin 1982 Anayasası üzerindeki gölgeleri tam olarak ortadan kaldırmadığını, Anayasa üzerindeki tartışmaları sona erdirmediğini dile getirerek, ''Ancak sizler de takdir edersiniz ki bu 26 maddelik değişiklik, 1982'den bu yana yapılan değişikler içinde çok müstesna bir yere sahiptir. İlk kez Anayasa'nın ruhuna, özüne dokunuluyor.

İlk kez darbe zihniyeti ve vesayetçi anlayış bu kapsamda bir değişikliğe maruz kalıyor. Başta Anayasa Mahkemesinin ve Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun yapısının değişmesi, geçici 15. maddenin kaldırılması, yargıya ilişkin birtakım düzenlemeler olmak üzere bu 26 maddelik değişiklikle Türkiye çok farklı bir döneme adımlarını atıyor'' diye konuştu.

Sivil siyasetin, demokratik değişimin, vesayetçi anlayış ve statüko karşısında elde ettiği bu zaferin, bu başarının, Türkiye'de çok önemli bir zihniyet dönüşümünün gerçekleşmeye başladığına işaret ettiğini aktaran Erdoğan, şunları kaydetti:

''Dün de ifade ettim, biz 12 Eylülde ortaya çıkan sonucun Türkiye haritasını farklı renklere boyadığına, farklı kutuplara savurduğuna asla inanmıyoruz.

Tam tersine ortaya çıkan tablo Türkiye'nin demokratikleşme yolunda çok önemli bir mesafe kaydettiğini, demokrasiyi içselleştirdiğini, her sorunu demokrasi içinde çözme kültürünü artık kazandığını gösteriyor.

İleri demokrasilerden biri olan Amerika Birleşik Devletleri'nde başkanlık seçimlerinde Türkiye'dekine benzer bir tablo, benzer bir harita oluşmasına rağmen hiç kimse çıkıp da Amerika Birleşik Devletleri'nin bölündüğünü, karpuz gibi ikiye ayrıldığını, kutuplaştığını ifade etmiyor.

 Neticeyi çok küçük oy yüzdeleri belirlediği halde kimse kazanan iradeyi küçümsemiyor. Meşruiyetini, temsil kabiliyetini sorgulamıyor.''

Başbakan Recep Tayip Erdoğan, ''Çözemeyeceğimiz hiçbir sorun yok. Türkiye olarak buna bugün artık her zamankinden daha fazla inanıyoruz. Bugün, sorunları aşmak noktasında her zamankinden daha fazla umutluyuz'' dedi.

Başbakan Erdoğan, Dolmabahçe'deki Başbakanlık Çalışma Ofisinde medya mensuplarıyla yaptığı toplantıda, 12 Eylül akşamı startını verdikleri yeni Anayasa çalışmalarının yeni sürecin önemli adımlarından biri olacağını söyledi.

Erdoğan, şimdiden çalışmalara başladıklarını dile getirerek, şunları kaydetti:

''Başta muhalefet olmak üzere tüm kesimlerin de çalışmalar başlatmasını, 2011 seçimlerinin ardından da bu çalışmaların bir mutabakat içinde olgunlaşmasını, şekillenmesini bekliyoruz.

Çözemeyeceğimiz hiçbir sorun yok. Türkiye olarak buna bugün artık her zamankinden daha fazla inanıyoruz. Bugün sorunları aşmak noktasında her zamankinden daha fazla umutluyuz.

Ekonomide, dış politikada, demokratikleşmede Türkiye'ye yaşattığımız başarılara yenilerini ekleyebiliriz. Türkiye, 8 yıl öncesine göre çok farklı bir yerde.

İnanın bu ivmeyle devam ederek, 8 yıl sonra 10 yıl sonra 2023 yılında dünyanın ilk 10 ülkesi arasında yer alan bir Türkiye'yi görmek hayal değildir.

Bunu hep birlikte gerçekleştireceğimize, bunun pekala mümkün olduğuna ben tüm yüreğimle inanıyorum.''

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, ''Halk oylaması sürecinde, popülizmi, iftirayı, karalamayı, kutuplaştırmayı ve ne yazık ki kutsal değerleri, hassasiyetlerin istismarını bir propaganda aracı olarak kullanan muhalefetin, 12 Eylülün hemen ardından bu alışkanlığını devam ettirmesini açıkçası bu yeni dönem adına bir talihsizlik olarak görüyoruz'' dedi.

Başbakan Erdoğan, Dolmabahçe'de Başbakanlık Çalışma Ofisi'nde medya mensuplarıyla toplantısında, son dönemde Türkiye'de yapılan genel seçimlere, yerel seçimlere ve halk oylamalarına bakıldığında, seçmen tercihlerinin, duygusal faktörlerle değil, rasyonel gerekçelerle oluştuğunu, vatandaşların partizanca duygularla değil, eyleme, projeye göre hareket ettiğini gördüklerini belirtti.

Herhangi bir ilin genel seçimlerde farklı, yerel seçimlerde farklı, halk oylamalarında farklı tercihlerde bulunabildiğini işaret eden Erdoğan, şunları söyledi:

''Artık vatandaşımız bir seçimde dört oy kullanacaksa her tercihini farklı değerlendirmelerle belirleyebiliyor. Milletimiz artık körü körüne değil, son derece bilinçli bir şekilde oy kullanıyor.

Halk oylamasında katılımın yüzde 77'lerde olması da, bu yüzde 77'yi kastederken ben tabii Türkiye içi oylamayı kastediyorum, eğer yurt dışını buna katacak olursak o zaman 74'e falan düşüyor, demokratik duyarlılığın iyi seviyelerde olduğunu gösteriyor.

Bunlar Türkiye'de artık yeni bir dönemin, yeni bir sürecin başladığının güçlü göstergeleridir. Türkiye 12 Eylülle birlikte artık önünde yeni bir sayfa açmıştır, temiz bir sayfa açmıştır.

Halk oylaması sürecinde, kampanya aşamasında yaşananlar geride kalmış, geçmişe göre çok daha özgürlükçü, çok daha demokratik bir anayasa ile yeni bir başlangıç yapılması gerekli hale gelmiştir.

12 Eylül akşamı ve sonrasında yaptığım açıklamalarda önemli birkaç hususun altını çizdim. Öncelikle 'hayır' oylarının 'evet' oyları kadar muteber olduğunu, kabulümüz olduğunu, demokratik iradenin saygı değer bir parçası olduğunu ifade ettim.

12 Eylülde 'evet' oyları ile birlikte 'hayır'ların da kazandığını, topyekun Türkiye'nin, hukukun, demokrasinin, topyekun milletin kazandığını belirttim.''

İLERİ DEMOKRASİ

Başbakan Erdoğan, halk oylamasındaki yüzde 42 oranındaki ''hayır'' oylarının ne anlama geldiğini, nasıl okunması gerektiğini, ne gibi dersler çıkarılması gerektiğini tüm boyutlarıyla değerlendirdiklerini bildirdi.

Çıkan sonucun bir başarıyı, somut bir neticeyi yansıttığını ifade eden Erdoğan, ''Ancak halk oylamasından sadece Anayasa değişikliği sonucunun onaylandığı sonucunu çıkarmıyoruz.

Bölge bölge, il il, ilçe ilçe çıkan sonuçları doğru okumak, doğru anlamak, buna göre kendimizi gözden geçirmek durumundayız'' dedi.

Tüm partilerin milletin mesajını doğru anlaması gerektiğini belirten Erdoğan, şöyle konuştu:

''Kanaatimce, bu halk oylamasının önemli bir neticesi ileri demokrasi konusunda milletimizin büyük bir özlem içinde olduğudur. Dikkat edilirse demokrasi konusunda demiyorum, özellikle ileri demokrasiyi seçerek söylüyorum.

Türk milleti değişimden, demokratikleşmeden yana olmuştur. Doğru projeyle, doğru gelişimle, doğru muhtevayla bu özlemi gidermek tüm siyasetçilerin görevidir. Toplumda bir kaygı, endişe, tereddüt varsa bunları gidermek de bizim görevimizdir.

Çünkü değişim ve demokratikleşme halkın içine sindiği, halkın geneli tarafından sahiplenildiği takdirde anlam kazanır. Biz 73 milyonun tamamının her alanda bir memnuniyet içinde olmalarını, geleceğe umutla bakmasını, kendi yaşamını ve yaşam tarzını emniyet altında görmesini, hissetmesini arzuluyoruz.

Bu hedefe göre, siyaset üretmeye çalışıyoruz. Bunu yüzde 100 başarabilir miyiz? Böyle bir iddianın içerisinde değiliz.

Eksikliklerimiz olabilir, çünkü her şeyden önce yöneten insan, yönetilen de insandır. Birçok aksaklıklar bu süreç içinde olabilir.''

''GEREKTİĞİNDE KENDİMİZİ ACIMASIZ SORGULUYORUZ''

Kendisine oy verenlere hizmet götüren, oy vermeyenleri cezalandıran siyasi anlayışın Türkiye'ye bugüne kadar çok şeyler kaybettirdiğini vurgulayan Başbakan Erdoğan, memnuniyetsizlerin bulunduğu bir ülkenin idaresinin zor olduğunu ifade etti.

Erdoğan, oy versin vermesin 73 milyonun tamamının hükümeti olduklarını, bu sorumlulukla hareket ettiklerini, bu anlayışla hizmet ve eser ürettiklerini aktardı.

İktidarlarının, Türkiye'nin 780 bin kilometrekaresine hizmet götürmenin mutluluğunu yaşayan bir iktidar olduğunu dile getiren Erdoğan, ''İktidarımız 73 milyonun bu hizmetlerden istifade etmesini sağlayan bir iktidardır.

Tabii ki bunun birçok yönü var, kültürel, inanç boyutu var. Bütün bu noktalarda ne gibi eksikler varsa bunları da gidermenin gayreti içinde olmak bizim görevimizdir.

Gerektiğinde özeleştiri yapmaktan kaçınmıyoruz. Arkadaşlarımızla yaptığımız toplantılarda bunları çok açık ve net yapıyoruz. Gerektiğinde kendimizi gerçekten acımasız sorguluyoruz.

Hatalarımızı tespit ediyor, tekrar etmemek için azami hassasiyet gösteriyoruz. Bize oy verenleri anladığımız kadar, oy vermeyenleri de anlamanın, onların hissiyatını, kaygılarını anlamlandırmanın mücadelesini veriyoruz. Empati kurmaya çalışıyoruz'' diye konuştu.

''MUHALEFETSİZ DEMOKRASİ MÜMKÜN DEĞİLDİR''

Demokrasinin, sadece iktidardan müteşekkil olmadığına işaret eden Erdoğan, şöyle dedi:

''Güçlü bir demokrasi istiyorsan orada güçlü iktidar, güçlü bir muhalefet şarttır. Muhalefetsiz demokrasi mümkün değildir. Muhalefetin en az iktidar kadar demokrasi mücadelesinde yerini almadığı bir süreç, eksik bir süreçtir.

Halk oylaması sürecinde popülizmi, iftirayı, karalamayı, kutuplaştırmayı ve ne yazık ki kutsal değerleri, hassasiyetleri istismarını bir propaganda aracı olarak kullanan muhalefetin 12 Eylülün hemen ardından bu alışkanlığını devam ettirmesini, açıkçası bu yeni dönem adına bir talihsizlik olarak görüyoruz.

Toplumdaki endişelerin, kaygıları gidermek en az iktidar kadar muhalefetin de sorumluluğu altında olmalıdır. Gerilimden, kutuplaşmadan, korku ve kaygı yaymadan medet umanlar her zaman kaybettiler. Bundan sonra da kaybetmeye mahkum olacaklardır.

12 Eylül gecesi bütün partilere çağrı yaparak, 'Yeni bir sayfa açalım, diyalog ve işbirliğini geliştirelim, el ele ülkemizi kalkındırma mücadelesinde gayret edelim' dedik.

Üslubumuzu yol ve yöntemlerimizi gözden geçirelim çağrısı yaptım. Bir kez daha vurguluyorum, biz kapıları kapatan olmayacağız.

Kapımız da, gönlümüz de herkese açık olacak. Temenni ederim ki, diğer partiler de bu iyi niyetimizi olumlu karşılar, demokratik olgunlukla siyasetin seviyesini daha yukarılara çekeriz.''

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, ''Medyanın bizim tarafımızı tutmasını istemiyoruz ama siyasi taraf haline gelerek, birilerinin psikolojik harekatının parçası olmasını da doğru bulmuyoruz'' dedi.

Dolmabahçe'deki Başbakanlık Çalışma Ofisi'nde medya temsilcileriyle bir araya gelen Erdoğan, geçmişe göre büyük farklılıklar gösteren Türkiye'de medyanın savaş parametreleriyle hareket etmesinin demokrasi adına bir eksiklik olacağını hep vurguladıklarını belirtti.

Demokrasinin, tahammül, diyalog, hoşgörü rejimi olduğunu, konuşarak, tartışarak ve uzlaşarak çözüm arama kültürünün geliştirilmesi gerektiğini vurgulayan Erdoğan, sadece iktidar ve muhalefetin değil, yazılı ve görsel medya kuruluşlarının da demokratik kültürün bir parçası olarak demokratikleşme sürecinden sorumlu olduğunu kaydetti.

Başbakan Erdoğan, iktidar ile medyanın her konuda yüzde yüz mutabakat içinde, görüş ve uyum birliği içinde olmasının beklenemeyeceğini, hiçbir demokratik bir ülkede böyle bir durumun söz konusu olmadığını ifade ederek, demokrasinin güzelliğinin ve kalitesinin de iktidarla medya arasındaki ilişkinin ölçülü olmasından doğduğunu kaydetti.

''SİNDİRME- BASKI DEĞİL''

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:

''Mevlana'nın güzel bir sözü vardır: 'İyi bir dostu olanın aynaya ihtiyacı yoktur'. Evet, dost acı söyleyebilir, dost kıyasıya eleştirebilir ama bunu dostu için, dostunun iyiliği için yapar.

Medyanın, bize acı gerçekleri, çıplak gerçekleri gösteren yapıcı eleştiride bulanan, bir yol gösteren ayna olmasını arzuladık ve arzuluyoruz. Zaman zaman sert eleştirilerimiz, polemiklerimiz, öfkelendiğimiz zamanlar oldu.

Bunlar medyaya yönelik bir sindirme ya da baskı niyetiyle değil, haksız eleştiriye, iftiraya yönelik bir isyanın tezahürüydü. Medya, bizden eleştirilere tahammül beklediği kadar, kendisi de eleştiriye karşı tahammül içinde olmalı.

Zira medyanın eleştirme hakkı olduğu kadar, takdir ederseniz ki siyasetçinin de eleştirme hakkı vardır. Bizim de temsil ettiğimiz milyonlar, on milyonlar var. Biz eleştirinin, hedef gösterme, bastırma, sindirime girişimi olarak algılanmasını da çok yanlış buluyoruz.''

Tophane'de meydana gelen olaylara da değinen Erdoğan, şunları kaydetti:

''Medyada yer alış biçimiyle, üzerinde yapılan yorumlar marifetiyle, sınırlarını aşarak farklı bir boyut kazandı. Lokal bir olay, gereğinden fazla büyütülerek, abartılarak yurt içinde ve maalesef yurt dışında adeta bir Türkiye tablosu gibi sunuldu.

Sanki Türkiye bu. Daha da öteye gideyim, bu lokal olay, sanki 12 Eylül halk oylamasında ortaya çıkan sonucun bir tezahürü diye yazıldı. Sizler de çok iyi biliyorsunuz ki olgu ile algı arasındaki makasın bu derece açılması sağlıksız bir iletişimin var olduğunu gösterir.

Medya dördüncü kuvvettir. Öyle denir. Medya, yasamanın, yürütmenin, yargının yerini aldığında sağlıklı bir demokratik süreç oluşmayacaktır.

İktidarı körü körüne destekleyen, aynı şekilde kendisini muhalefet partilerinin yerine koyan bir medya yapısı da demokratik standartların yükseltilmesine katkı sağlamayacaktır.''

Recep Tayyip Erdoğan, bu durumun acısını kendilerinin çok çektiğini, 1994 yılında, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı adaylığından itibaren adeta manşetlerle mücadele ederek bu günlere geldiğini ifade etti.

Çok geriye gitmek istemediğini, 1960 darbesi, 12 Mart muhtırası, 12 Eylül müdahalesi ve 28 Şubat sürecinde medyanın takındığı tavrı, içinden geçtiği sınavı herkesin hatırladığını, kendisiyle ilgili olarak ''Muhtar bile olamaz'' manşetinin atıldığını, bu süreçte mahkum olup cezaevine gittiğini anlatan Erdoğan, konuşmasını şöyle sürdürdü:

''Ne yaptım da cezaevine gidiyorum? Sizin her zaman muhatap olduğunuz, yazdıklarınız. Benim de o yazdıklarınızı, bir şairin şiirini okumaktan dolayı gidiyorum. Bunun dışında benim bir suçum yoktu.

Ama atılan başlık buydu: 'Muhtar bile olamaz'... Bir sevinç çığlığıydı. Parlamento çoğunluğuyla geçen bir yasa için '411 el kaosa kalktı' manşeti atıldı.

'Topyekun savaş', 'Rektörler endişeli', 'Gerekirse silah bile kullanırız', 'Muhtıra gibi tavsiye', 'Genç subaylar rahatsız', 'Tehlikenin farkında mısınız?' gibi başlıklarla yayınlar yapıldı.

Medyanın bizim tarafımızı tutmasını istemiyoruz ama siyasi taraf haline gelerek, birilerinin psikolojik harekatının parçası olmasını da doğru bulmuyoruz.''

Başbakan Erdoğan, medyanın; demokrasinin, hukukun, insani değerlerin, hak ve özgürlüklerin tarafı olması gerektiğini belirterek, bu değerler üzerinden bir medya mücadelesi verilmesini de siyaset yapmak olarak görmediklerini, tam aksine saygı duyduklarını, alkışladıklarını ve her zaman da desteklediklerini söyledi.

Özgürlükleri herkesin kendisine yontmaması gerektiğini ifade eden Erdoğan, şöyle konuştu:

''Hükümet olarak bizim çetelerle yaptığımız mücadele, hukuksuzluğa gösterdiğimiz tepki, antidemokratik girişimlere yönelik tavrımız, zaman zaman medya tarafından görmezden gelindi, hatta eleştirildi.

Türkiye'nin demokratikleşmesi, hukukun üstün kılınması, çetelerin deşifre edilmesi, medya tarafından çok güçlü bir şekilde desteklenmesi gerekirken burada da sessiz kalındı.

Bu noktada sesini yükselten, haberleri cesaretle yayımlayan medya kuruluşları ise yandaş medya olmakla suçlandı. Oysa medya, demokrasiyle vardır.

Demokrasi yoksa özgür bir medya da yoktur. Bir dönem gazetelerin, televizyonların nasıl baskı altına alındığını, toplumu kutuplaştırmak için nasıl haberler tezgahlandığını, bizzat o dönemin yayın yönetmenleri ve yazı işleri müdürleri, köşe yazılarında dile getirdiler.''

Başbakan Erdoğan, bir zamanlar gazetecilerin fişlendiğini, tehdit edildiğini, gazetelerin, matbaaların kapatıldığını anlatarak, karanlık odalarda hazırlanan andıçlarla terör yandaşı gösterilerek gazetecilerin itibarlarının zedelendiğini kaydetti.

Darbelere, cuntalara direnen kimi köşe yazarlarının yine aynı çevrelerce yapılan baskılar dolayısıyla işlerine son verildiğinin ilk ağızdan dinlendiğini, Türkiye'nin olağanüstü bir durum yaşadığında, karanlık bir sürece girdiğinde, bundan en büyük zararı gazeteciler ve siyasetçilerin gördüğünü belirten Erdoğan, şöyle devam etti:

''Hasan Fehmi'den Hasan Tahsin'e, Sabahattin Ali'den Abdi İpekçi'yi, Çetin Emeç'ten Musa Anter'e, Uğur Mumcu'dan Ahmet Taner Kışlalı'ya ve son olarak Hrant Dink'e varıncaya kadar bu ülkede onlarca gazeteci, terörün, mafyanın, çetelerin hışmına uğradı, faili meçhul cinayetlerin kurbanı oldu, karanlık dönemlerin bedelini hayatıyla ödemek zorunda kaldı.

Yüzlerce gazeteci fikirlerinden ve yazdıklarından ötürü o karanlık dönemlerde yargılandı. Şule Yüksel Şenler, Emine Şenlikoğlu gibi hanımlar da yargılandı, işkence gördü, yıllarca hapishanelerde hayat sürdü.

Birçok gazeteci, evini yurdunu terk etmek ve bu diyarlardan gitmek zorunda kaldı. Bugün biz bu karanlığı aydınlığa çevirmek için yoğun bir mücadele verirken, ne yazık ki medyanın desteğini değil, eleştirisini alıyoruz.''

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Tophane'deki olayları da benzer olayları da bu olayların ardından oluşan kaygıları da hassasiyetle izlediklerini ve tekrar yaşanmaması için gerekli her türlü tedbiri alacaklarını bildirdi.

Dolmabahçe'deki Başbakanlık Çalışma Ofisi'nde medya temsilcileriyle bir araya gelen Başbakan Erdoğan, demokrasi dışı müdahalelere çanak tutan, alkışlayan, darbecileri yere göğe sığdıramayan, çetelerin üzerini örtenlerin, demokrasiye haksızlık ettiklerinden daha fazla kendi meslektaşlarına haksızlık ettiğini söyledi.

Geçmişin küllerini kaldırmayacağını ancak gelecek adına bir öz eleştirinin artık kaçınılmaz hale geldiği inancında olduğunu ifade eden Erdoğan, Tophane olaylarının ardından yapılan yayınların, bu öz eleştiriyi daha da acil bir konuma getirdiğini belirtti.

Başbakan Erdoğan, konuşmasını şöyle sürdürdü:

''Bakın çok acı yaşadığım bir tespiti sizlerle paylaşmak istiyorum. İstanbulumuzun belli bir semti, çok önemli bir konuma gelmiş bir beyefendi tarafından öyle anlatılıyor ki yani orada hiç yaşamamış olsak 'Belki' deriz, oraya sadece belli giysiler içerisinde olan insanlar girebiliyormuş gibi bir takdim var.

Başka kimse oraya giremiyor. Niye? Çünkü biliyorum ki o semti sadece gazetedeki fotoğraflardan tanıyor. Kendileri oraya hiç girmemişler ama o semti fotoğraflayan o yayın organları ne yazık ki Türkiye'yi de Batı'ya, dünyaya böyle tanıttılar ve Türkiye'yi o resimle tanıyanlar, biz kendileriyle oturup konuştuğumuzda bizlere hep onları anlattılar. Aslında biz bu muyuz?

Biz onlara 'Biz bu değiliz' demek mecburiyetinde kaldık. Bunu anlatmak durumunda kaldık. Bizde onlar da var, bunlar da var. Bazen inanın fotoğraf albümleriyle gitmek durumunda kaldık, semt semt bazı fotoğraflar çekmek suretiyle.

Bazılarını özel davet ettik, İstanbul'u yerinde görsün diye. Onun için son dönemlerdeki turizm patlamasının bize çok faydaları oldu. Fotoğraflarla değil, bizzat İstanbul'u yerinde görerek, İstanbul'u, Türkiye'yi tanıtma, tanıma fırsatı buldular.

 Şimdi diyorlar ki (Biz artık Türkiye'yi tanıyoruz. Ben 10 sene önce geldim gördüm, şöyle bir Türkiye vardı, şimdi bambaşka bir Türkiye var...)''

Başbakan Erdoğan, 1960 sonrasının psikolojisiyle, refleksleriyle ve manşetleriyle 2000'li yılların inşa edilemeyeceğine işaret ederek, ''Ne olur arşivlerinizi gözden geçirin ve 30-40 yıl öncesinin manşetleriyle bugün manşet atarken şöyle gözden geçirin de hiç olmazsa birbirine uymasın. Aynı manşet olduğu zaman biz de buna çok üzülüyoruz. Bakıyoruz ki aynı manşet, bu da üzücü oluyor'' dedi.

Tophane'deki olayları da benzeri olayları da bu olayların ardından oluşan kaygıları da hassasiyetle izlediklerini ve tekrar yaşanmaması için gerekli her türlü tedbiri alacaklarını vurgulayan Erdoğan, muhalefetin ve medyanın da aynı olgunluk içinde kendilerine destek vermesini beklediklerini ve arzuladıklarını söyledi.

''AYNI SAMİMİYETİ, MUHALEFETTEN VE MEDYADAN DA BEKLİYORUZ''

Başbakan Erdoğan, toplumdaki kaygıları, endişeleri anlamak ve bunları gidermek noktasında samimi olduklarını, aynı samimiyeti muhalefetten ve medyadan da beklediklerini ifade ederek, konuşmasını şöyle sürdürdü:

''Bir başka önemli konu da terör ve terörün minimize edilmesi, sona erdirilmesi için ortaya koyduğumuz çabalar... Ben, özellikle son dönemde, gerek Milli Birlik ve Kardeşlik Süreci'nin desteklenmesi, gerek terör olaylarının yansıtılması konusunda medyanın takınmış olduğu sorumlu ve sağduyulu tavırdan dolayı hepinize teşekkür ediyorum.

Böyle önemli bir meselenin çözümünde, medya kuruluşları üzerinde çok büyük bir sorumluluk bulunduğunu hepimiz biliyoruz.

Ancak, burada da sorunları tam aştığımız söylenemez. Kasıtlı olmadığını biliyorum ama terör olayları sonrasında yapılan yayınlar, özellikle bazı tiplerin ısrarla televizyonlara çıkartılması ve bu tiplerin terörün sona erdirilmesi noktasında değil, adeta terörün yanmakta olan fitilinin ömrünü uzatmak için ellerinden gelen gayreti gösterdiğini görüyoruz.

Toplumu bilgilendirmenin ötesine geçerek, maalesef terör örgütünün reklamının, propagandasının yapılmasına dönüşebiliyor.

Ben 'Ağlayan şehit annelerinin görüntüleri yayımlanmasın' dediğim için ağır eleştirilere maruz kaldım. Oysa eminim ki burada bulunan hiçbir arkadaşımızın evinde, fotoğraf albümünde, ağlarken, hatta hüzünlüyken çekilmiş belki tek bir fotoğrafı yoktur.

O annelerin acılı hallerinin ekranlara, sayfalara yansıması, bırakınız terörle mücadeleyi, insanlık adına, insan hakları adına bir haksızlıktır inancındayım.''

''TERÖR, HEPİMİZİN ORTAK SORUNU''

Başbakan Erdoğan, medyanın terör olaylarını ya da terörle mücadeleyi yansıtırken, birçok parametreyi göz önünde bulundurması gerektiğini belirterek, şunları kaydetti:

''Burada bulunan hiçbir arkadaşımızın, terörle mücadele azmini körelten ya da terör örgütünün propagandasına alet olan bir yayın anlayışı içinde olmayacağını biliyorum, buna inanıyorum ama bu süreçte, terör olaylarına ilişkin daha hassas bir yayın çizgisinin izlenmesi gerekliliğini de özellikle vurgulamak istiyorum.

Zira bundan sonraki süreçte terörle mücadeledeki etkinliğimizi daha farklı alanlara yaymak suretiyle sürdürmek azmi ve kararlılığı içindeyiz.

Bu sorun sadece iktidarın değil, hepimizin ortak sorunudur. Muhalefeti, medyası, akademisyenleriyle hep birlikte bu mücadeleyi vermek zorundayız.''

Konuşmasını daha fazla uzatmayacağını, vakti karşılıklı soru cevaplarla değerlendirmeyi yararlı bulduğunu ifade eden Erdoğan, 12 Eylül halk oylamasının, Anayasa'da yapılan 26 maddelik değişikliğin Türkiye için bir milat olduğunu yineledi.

''Biz, yeni bir sayfa açmak istiyoruz. Türkiye için yeni bir başlangıç yapmak istiyoruz. Demokrasi standartları yükselmiş, demokratik olgunluğa ulaşmış bir ülkenin hükümeti olarak, her zaman yaptığımız gibi kucaklayıcı ve hoşgörülü bir tavırla geleceğe yürümek istiyoruz'' diyen Erdoğan, parlamento içi ve dışı bütün siyasi partiler, akademisyenler, medya, sivil toplum kuruluşlarının hep birlikte yeni anayasa hazırlığı konusunda hazırlıklarını yapmasını istedi.

Erdoğan, ''Bizim bu kadar üyemiz var, biz bu kadar üye verelim'' demediklerini belirterek, grubu olan her siyasi partinin Uzlaşma Komisyonuna üye vermesini, oturup çalışılmasını, ortaya bir metin çıkarılmasını ve genel kurula sunulmasını istedi.

Başbakan Erdoğan, Uzlaşma Kuruluna daha önce 366 milletvekili olan AK Parti'nin 2, 21 milletvekili olan BDP'nin 2, 69 milletvekili olan MHP'nin 2, 99 milletvekili olan CHP'nin 2 üye vermesinin önerildiğini, buna rağmen CHP'nin kabul etmediğini ve dönemin TBMM Başkanı Köksal Toptan'ın yazılı davetine olumsuz yanıt verdiğini anlatarak, konuşmasını şu sözlerle tamamladı:

''Yüzde 65 çoğunluğuna sahibiz 2 üye veriyoruz, yüzde 35 çoğunluğa sahip olanlar 6 üye veriyor. Bunu bile kabul etmediler. 2011'in hemen ardından bu adımı atalım.

Bu yürüyüşümüzde, muhalefetin de sivil toplumun da aydınların da özellikle de medyanın da bize eşlik etmesini, bize ayna tutmasını istiyor ve arzuluyoruz. 12 Eylül akşamı startını verdiğimiz yeni Anayasa çalışmaları, işte bu yeni sürecin önemli adımlarından biri olacaktır.

Biz şimdiden çalışmalarımıza başladık. Başta muhalefet olmak üzere, ilgili tüm kesimlerin de çalışmalar başlatmasını, 2011 seçimlerinin ardından da bu çalışmaların bir mutabakat içinde olgunlaşmasını, şekillenmesini bekliyoruz.''

KAYNAK: AA
YORUMLAR 17
  • hasan ucar 13 yıl önce Şikayet Et
    halkın beklentırlerı nerde başbakan. halkın istedıklerı yok ortada sizin zamanında yapıcaz dedıkelrınızde yok o zman bir şey yapmadan istemek ayıptır isteme hakkınız yokki kımseden
    Cevapla
  • tuncay tezel 13 yıl önce Şikayet Et
    BİR KISIM MEDYA ISRARLA BÖLÜNMEYİ VURGULUYOR. Biz medyadan şunu istiyoruz. Bölünmeyi değil, Evanjeliklerin, İsrailin değil, Türk milletinin birlik isteğini, Atatürkün Musul, Kerkük isteğini, turan isteğini yazsınlar çizsinler. ATATÜRK MİSAKI MİLLİ SINIRLARINI ÇİZMİŞTİ. ATATÜRK MUSULU, KERKÜKÜ İSTİYORDU, TURAN İSTİYORDU. Kartel medya ise Atatürkçüyüz deyip, onun istemediklerini istiyor, istediklerini istemiyor.
    Cevapla
  • ahmet okutan 13 yıl önce Şikayet Et
    SOROS-TESEV YETİŞTİRMESİ VE BESLEMESİ BASIN MENSUPLARI AKP Yİ DESTEKLİYOR. Milli görüş çizgisinden gelen arkadaşlar bu kurguya neden dikkat etmiyorlar.bu ilişki normalmidir???bir ucu ABD de,bir ucu AB de besleme basının yönlendirmeleri milli görüşe uygunmudur???Can Paker in evinde yapılan toplantılara katılan Erdoğan neden sorgulanmaz???
    Cevapla
  • Ahmet Özbir 13 yıl önce Şikayet Et
    TÜRKİYENİN PARTİSİ AK PARTİ, İSMİ GİBİ AK, LİDERİ PAK, NE MUTLU BİZLERE!... Gençliğimdeki partileri gözümün önünde getirdim, aman Allahım ne imiş o günler, nasıl kandırılmışız, nasıl sömürülmüşüz, nasıl ezilmişiz, nasıl işkenceye götürülmüşüz ve geleceğimizi ayaklar altına aldırmışız! Acımasızca, alçakça oyunlara itilmişiz, ideolojiyi din haline getirip insanları birbirine vurdurup vatan kurtaran kamil yapmışız! Bir de bu günlere bakalım, Allah nazardan korusun bir Başbakanımız var Kasımpaşalı yiğit, ülkesine sevdalı, milletine hasta! Hizmeti tek gaye edinmiş VATANPERVER yiğitler!.
    Cevapla
  • Ahmet Özbir 13 yıl önce Şikayet Et
    İLK DEFA BU KADAR BİRLİKTELİĞE DOĞRU İLERLİYORUZ, ŞAHLANIYORUZ!... Ülkemizi gerçekten muazzam ilerlettiler, seksen yılda yapılamayanı sekiz yılda yapan işbaşındaki T.C. Hükümetine şükranlarımızı sunuyoruz, Allah yar ve yardımcıları olsun diyoruz! Çünkü biz milletiz, yani T.C. Gemisinde salimen ilerliyoruz, bu geminin dümeninde olan YİĞİT ve mürettebatı mükemmel insanlar, bilgili, tecrübeli, inançlı, vatan ve millet sevdalısı kahramanlar! Onların başarısız olmasını istemek T.C.nin batmasını istemekle eşdeğerdir! Onun için o yiğitlere düaya devam, yola devam, durmak yok!..
    Cevapla
Daha fazla yorum görüntüle
DİĞER HABERLER
Erdoğan'dan İslam ülkelerine Gazze çağrısı: Bu davaya sahip çıkın!
Askeri öğrencilerden annelerine, 'Anneler Günü' sürprizi