Malatya'dan Beyoğlu'na İnsan'ın öyküsü

Ünlü Yayıncı İlhan Akıncı, yayıncılığa dair anılarını ve Malatya'dan Beyoğlu İstiklal Caddesine uzanan kitapçılık öyküsünü anlattı.

Malatya'dan Beyoğlu'na İnsan'ın öyküsü
Malatya'dan Beyoğlu'na İnsan'ın öyküsü
GİRİŞ 25.02.2012 18:11 GÜNCELLEME 25.02.2012 18:11

Basın Yayın Birliği yeni bir etkinliğe imza atarak, basın yayın camiasına mührünü vurmuş ünlü yayıncılarla sohbet toplantısı düzenlemeye başladı.

Toplantılardan ilki İnsan Yayınları’nın ve İnsan Kitap’ın efsanevi yöneticisi İlhan Akıncı ile İstiklal Caddesindeki İnsan Kitabevi'nde gerçekleştirildi. Mehmet Kahraman, Süleyman Gündüz, Mahmut Erol Kılıç, Erhan Erken, Ebubekir Erdem, Asım Erverdi, Nihan Kaya ve Mustafa Demiray gibi yayıncılık dünyasından seçkin simaların katıldığı toplantıda yayıncılığın dünü ve bugünü arasındaki farklar dile getirildi.

Basın Yayın Birliği Başkanı Münir Üstün ve editör Alpaslan Durmuş başta olmak üzere, konukların sorularını yanıtlayan ünlü yayıncı İlhan Akıncı, yayıncılığa dair anılarını ve Malatya'dan Beyoğlu İstiklal Caddesine uzanan kitapçılık öyküsünü anlattı.

YAYINCILIKTA MİSYON ÖNEMLİ

İlhan Akıncı, bir yayınevinin ayakta kalmasının bereketin yanı sıra samimiyet ve ilkeli olmakla alakalı olduğunu belirterek "Yayıcılıkta çizgi önemli, misyon önemli... İnsan Yayınlarının bir iki kitabı hariç tüm kitapları başucu kitabıdır. Ben kendi yayınevimin kitapların dönüp, dönüp tekrar okumak zorunda hissediyorum kendimi. Baş ucumdan ayırmamak istiyorum bir daha ve bir daha okumak maksadıyla. Birçok kitabı altını çizerek okumuşumdur. Tabi ki bizim çok sattığımız kitaplar arasında yer alan Tefhim’ul Kur’an çok önemli bir eser. Mekke’ye Giden Yol, Düşünürler dizimiz..." şeklinde yayınevinin seçkinciliğine dikkat çekti.

Malatyalı olmasının kendisine bereketli bir hayat sunduğunu, bu bereketi de İbn-i Arabi, Battal Gazi, Niyâzî-i Mısrî, Sait Çekmegil gibi adını saymakla bitiremeyeceği pek çok ünlü İslam aliminin dua ve kerametine yorduğunu söyleyen İlhan Akıncı, bu yüzden meleketinde İslamiyet ve din konusunda büyük hassasiyet olduğuna dikkat çekti ve "Arkadaşlar, Cenab-ı Hak bizi yaratmış, niye yarattı? Rızasına uygun yaşayalım diye, hayırlı ve güzel işler yapalım diye. Malataya’nın toprağı, coğrafyası bizi bu ruhla yetiştirdi. İlay-ı Kelimetullah, İslâm davası ruhunu bize verdiler. 60lı, 70li yıllarda çok baskıcı bir dönem yaşadık. Tanzimat’la gelen ülkemize, Batılılar’ın buradaki yerli işbirlikçileri bir dinsiz rejim kurmak ve dinsiz insanlar yetiştirmek için her şeyi yaptılar. Önümüze bir sürü engeller çıkardılar. Biz okuduğumz her kitapta bir dava bilinciyle, sevda bilinciyle “emr-i bil ma’ruf nehy-i an’il münker” nasıl yapabiliriz diye düşündük. Derdimiz buydu. Gittiğimiz herkes Kur’andan, dinden, şeraitten bahsediyorlardı. Otobüste bir yere giderdik, yanımızdaki adamla tartışırdık. O zamanlar hep böyleydi. İnsanlar birbirlerine davalarını anlatırdı. Hatırlıyorum, lisede- ortaokulda olduğum dönemlerde ben tartışmaya başlamıştım" dedi.

KİTAPÇILIKLA İLK TEMAS

"Yayıncılığa nasıl başladınız?" sorusu üzerine İlhan Akıncı, "Kitapçılıkla ilk temasım sinema önlerinde ve sahhaflarda Teksas-Tommiks tarzı çizgi romanlarla olmuştu. Bu kitapları alır, satar, değişir, okurduk. Eve götürmeye de korkar gizli gizli okurduk. Bu benim kitapçılıkla ilk temasımdı. Sonrasında, 60'lı yıllar olsa gerek, Malatya’ya kitap götürür ve iskonto ile satardık biz. Bir dernek bize bir oda vermişti, orada kitap sergiliyor ve satıyorduk. Daha sonra Mücahit Kitabevi'ni kurduk, orada kitap satmaya başladık. Ama kar amaçlı satış yapmazdık. Maksadımız insanların kitap okuması ve bilgilenmesine hizmetti. Aldığımız iskonto ile aynı fiyata satardık kitabı. Ekonomik durumumuz iyiydi o zamanlar, bir sıkıntımız yoktu, bir beklentimiz de olmadı... Allah'ın rızasından başka bir beklentimiz hiçbir zaman olmadı zaten. Kitapçılık serüvenimiz böyle başladı" dedi... 

 "Mücahit Kitabevi’nden sonraki süreçte neler oldu?" sorusu üzerine Akıncı, yayıncılık hikayesini şöyle özetledi: "Uyanış diye bir yerel gazete çıkarıyorduk, o 22 sayı devam etti. Gazetiyi 2 bin adet basıp elden dağıtıyorduk. Şimdi gibi kolay değildi, o zamanlar çok zordu bu işler. Malatya’da Yıldız Matbaası vardı, orada bastırıyorduk. Amatörce makaleler yazıyorduk. Ben o zamanlar lise ikinci sınıftaydım Seza Karakoç'un İslâm Toplumu’nun Ekonomik Strüktürü adlı eserini özetlemiştik gazede. Onun dışında makaleler, anekdotlar, ayetler, adisler, fıkralar yayınlardık. Gazetenin en başına da  “beşerî sistemlere payda olsun” yazmıştık" dedi.

ÖYLE BİR İMSAKİYE BASILMIŞ Kİ!

 

Akıncı yayıncılık öyküsünü anlatırken, ilginç bir de imsakiye basma hikayesi nakletti: "O günlerde bir imsakîye çıkaralım istedik. Müftü efendiye gittik. O pek sıcak bakmadı. Diyanet'in imsakiye çıkaracağını söyledi. Bir hafta bekledik, çıkarmadılar... Bunnu üzerine tekrar gittik ve çıkartma talebimizi tekrarladık.  Müftü bu kez, tamam basın, dedi ama uyardı: "Yalnız “imsak saatini bir kaç dakika öne al, iftar vaktini de bir iki dakika geçe al” dedi. Tabi o zaman bilmiyoruz bu işlerdeki hassasiyetleri. Konya’dan elimize bir imsakiye geçmişti. Konya’yla Malatya arasındaki saat farkını hesaplayarak Malatya’da dağıttık. Ama imsakı mı öne almıştık, iftarı mı onu hatırlamıyorum. Fakat hayli komik bir imsakiye basımı olmuştu. Niyetimiz halisti ama. Arkadaşlar yazı yazmayı öğrensin, bu sayede kitap okusunlar, toplumsal bir birlik olsun diye uğraşıyorduk. Herkesin bir arzusu vardı, heyecan vardı. Bir şeyler yapmak istiyorduk, bunları yapmıştık o zamanlar"  

SEZAİ KARAKOÇ'TAN FIRÇA

1976’nın Şubat ayında İstanbul'a geldiklerini söyleyen Akıncı, o yıllara dair anılarını da şöyle özetledi: "İstanbul’a geldiğimde Sezai Bey (Karakoç)'e uğruyorduk. Sezai Bey'e zaten Malatya’da iken de gidip geliyordum. Bir gün Sezai Bey’in yanına gittim. Bal da götürmüştüm, güzel balı vardır Malatya’nın. Sezai bey, kızıyordu, almıyordu. Bir gün “Sezai Abi, nasılsın iyi misin” dedim. Çok kızdı, “Hâlâ öğretemedim size! Sen benden ne hakla nasıl olduğumu sorarsın! Biz soracağız, ben senden büyüğüm” dedi. Küçüklerin büyüklere sormasının doğru olmayacağını, bunun “bir derdin var mı, ben sana yardımcı olayım” anlamına geldiğini söylemişti. Sık, sık giderdik onun yanına. Hiç konuşmazdı bazen. Zaten nadir konuşurdu. Biz de konuşmazdık. Saatlerce öyle sessiz dururduk. Başka arkadaşlar da gelirdi. Bazen yer bulamazdık, 3- 4 kişi ayakta dururduk. Allah ömrünü bereketli etsin. Ama Sezayi Bey, suskunluğunu bozup konuşmaya başladığında da hiç durmadan konuşurdu. Bir sürü şey söylerdi, o döneme dair ve günün ehemmiyetleri olayları hakkında. Şevket Eygi’ye de gider gelirdim o zamanlar. Hatta bir ara asistanlığını da yaptım gibi... Yani bir dönem bayağı gittim yanına. Bana mektuplarını okuturdu. Önemli olanları bana söylettirirdi. Cağaloğlu, Beyoğlu, Sahaflar Çarşısı, Beyaz Saray… Hep buralara giderdik. Orada yeni arkadaşlarla tanışıyorduk. Sezai Bey oradaydı. Necip Fazıl da oradaydı ama bir yakınlığımız oluşmadı. Ama Sezai Bey ve Şevket Eygi’yle çok sıkı ilişkilerimiz oldu. İyi günler geçirdik. Sezai Bey’le sık sık yemeğe giderdik, o lokantaya gitmezdi, peynir- ekmek yerdik. Bir gün İstinye’de denizin kenarına oturduk betona, yedik orada bir şeyler"

İNSAN YAYINLARININ KURUCULARI VE LOGOSU

İnsan Yayınları’nın kuruluşu ve logosunun doğuşunun sorulması üzerine, kendisinin İnsan Yayınlarının kurucusu olmadığına dikkat çeken ve bu konunun yanlış bilindiğini söyleyen İlhan Akıncı, "ben İnsan Yayınları’na 1986’nın sonunda ortak oldum. O güne kadar yayınevinin sadece bir okuyucusuydum. Yayınevi çok daha önce kurulmuştu. Ali Bulaç, Ali Ünal,  Ahmet Şişman, Alaattin Şişman, Necati Aktülün, Ali Kemal Temizer; yayınevinin ilk kurucuları bu arkadaşlar. Allah onlardan razı olsun. Ahmet’in mekânı cennet olsun. Ufku yüksek, derdi olan bir arkadaşımızdı" dedi ve ortak oluş hikayesini şöyle anlattı: "O zamanlar maddi sıkıntıları olmuştu, ortağa ihtiyaçları vardı, bana teklif ettiler.  Ortak olduk ama verdiğimiz paralar; te’liflere, matbaaya vs. gidiyor, eriyor, bitiyordu.  “Arkadaşlar bu iş böyle olmayacak, yönetim sorunumuz var, para sorunumuz yok” dedim. İyi yetişmiş mütercimlerimiz yok, redaksiyon yapacak kimse yok, para gönderme işi sıkıntılı. Ali Bulaç yayıncılık mı yapsın, kitap mı yazsın? Ali Bulaç hem maddî işlere bakıyordu, hem de redaksiyona- tashihe- kapağa- tercüme gelen eserleri kontrole bakıyordu. Bunalıyordu adamcağız.. Bu işin böyle yürümeyeceğini anlattım onlara. Benden gerekeni yapmamı söylediler. Rica ettiler. Ben de babamdan izin istedim. Tekstil işlerinin yanısıra bu işleri de yapmak istediğimi babama söyledim.  Yoğunlukla alâkalı itiraz etti ama sonra “sen bilirsin” dedi. Yayınevini Toparlamaya çalıştım o zaman. Sıkıntılı günlerde hanım altınlarını verdi, Allah ondan razı olsun, çok yardımcı olmuştu o zaman. Sonra hepsini geri ben ödedim tabii (gülüşmeler) Ben girdiğimde logo belirlenmişti, benim logo hakkında çok fazla bilgim yok. Ahmet Kot'a ait olduğu söyleniyor tasarımın... 

MEVDUDİ'YE AİT TEFSİR'İN KAMPANYASI YAYINEVİNİ KURTARDI

"O dönem para politikasında, sıkıntı çektiğiniz sıralarda neler yapıyordunuz? Yayıncı arkadaşlara da belki bir fikir olarak yardımcı olur söyleyecekleriniz" sorusu üzerine Akıncı, "Mevdudi’nin tefsirinin ilk 3 cildi çıkmıştı, daha diğerleri çıkmamıştı. Ben tuttum Malcolm X, Mekke’ye Giden Yol’un da içinde olduğu 10 kitabı ve bir de 3 cilde (diğerleri de sonra çıkacaktı) kampanya yaptık, ilan verdik. Arkadaşlar çok yardımcı olmuştu o zaman. Taksitle geldiği için para, bizi bayağı idare ediyordu; sürekli bir gelirimiz olmuştu kampanya sayesinde.

Akıncı "Siz yayınevine girdiğiniz dönemde (’86 yılı ve sonrası) size- yayınevine kimler destek oluyordu?" sorusunu da, " Yayınevine sık sık gelenler oluyordu. Durali Bey’i oradan tanıyorum sanırım. Rasim Bey çok gelir giderdi. Ali Rıza Demircan ve Nazif Gürdoğan gelir giderdi. Mustafa Özel bize her zaman destek olmuştur. Yayınevine ben girdiğimden itibaren Mahmut Erol Kılıç hem yayın yönetmenimiz, hem editörümüzdür. Her şeyi ona danışmaya çalışıyoruz hâlâ. Onu ben minnetle ve saygıyla anıyorum. Sadece bize değil, bütün yayınevlerine destek olmaya çalışan bir arkadaş. Maddî bir şeyler teklif ettiğimde kabul etmedi..." şeklinde cevaplandırdı.   

Akıncı, yayınevinin işleyişi üzerine bir soruya da şu şekilde cevap verdi. "Herkes kendi işiyle meşgul oluyordu, birbirimizi çok rahatsız etmiyorduk. Ben özel olarak takip ettim ben. Meselâ bir ajandam vardı, yapılacak- yapılan- yapılması gereken işleri not tutardım. Herkese bir ajanda verdim ve tutanak tutmalarını/ yazmalarını istedim, hâlâ da öyle yapıyoruz. Önce gündem belirlenirdi, gündem hakkında konuşulurdu, herkese söz hakkı verilirdi; böyle çalıştık yıllarca. Başlangıçta Ali Bulaç’ın, Rasim Özdenören’in, Nazif Gürdoğan’ın, Fehmi Koru’nun, Cahit Koytak’ın çok etkileri olmuştur. Biraz önce söylediğim gibi Mahmut Erol Kılıç bizim yayın çizgimizin ve misyonumuzun oluşmasında her türlü maddî ve manevî desteği bize verdi. Hâlâ da devam ediyor. Bizim yayınevinin teknik kısımları kolay, yanlış da olsa düzeltiliyor ama  esas “ülkede neler konuşuluyor, bu ülkeye ne lâzım, ülkeye ne mesaj vermek lâzım, dünyada neler konuşuluyor, gündem nereye gidiyor, liberalizm insanları nereye kadar götürecek, modernizmin eleştirisini hangi kitaplardan bulursun” gibi sorular… İnsan Yayınları eğer şu an bir mektep olmuşsa “yayın misyonu”ndan dolayı olmuştur. Çok önemli yayın misyonu.

Ali Bulaç bir gün bana şöyle dedi: “Yayıncılık nasıl bir şey biliyor musun? Bir kitap okuyorsun, orada bir adamdan/ kitaptan bahsediyor, hemen onu not alıyorsun/ araştırıyorsun yayınlamak için.”

YORUMLAR İLK YORUM YAPAN SEN OL
DİĞER HABERLER
26 imza birden, petrol Türkiye'ye akacak! Terör örgütü PKK'ya kötü haber
Cumhurbaşkanı Erdoğan: Kudüs'ü savunmak insanlığı savunmaktır