Kekeç Çölaşan'a baka baka karardı

Yeni Şafak gazetesi yazarı Ahmet Kekeç, meslekî deformasyona uğradığını belirterek, 'Ben de Emin Çölaşan'a benzemeye başladım' dedi.

Kekeç Çölaşan'a baka baka karardı
Kekeç Çölaşan'a baka baka karardı
GİRİŞ 27.05.2006 09:19 GÜNCELLEME 27.05.2006 09:19

 


 









Ahmet KEKEÇ
akekec@yenisafak.com.tr



Önderim, üstadım Emin abi...


Meslekî deformasyon... Ben de Emin Çölaşan'a benzemeye başladım. O her yıl, bir punduna getirip 31 Mart yazısı yazıyor, ben de 27 Mayıs, 12 Eylül ve 28 Şubat yazıları yazıyorum.

Farkımız şu:

Ben, 'demokratik normale' yönelik her türlü müdahalenin karşısında olduğumu savunurken, o darbeler arasında taraf tutuyor. Bu yönde açık bir beyanına rastlamadım ama, 31 Mart, 27 Mayıs ve 28 Şubat'a itiraz edebileceğini düşünmüyorum. Kaldı ki, 12 Mart ve 12 Eylül karşısındaki tavrı da net değil. Neyse...

Bir farkımız da şu:

Konular 'tekrar' olsa da, ben genellikle yeni şeyler yazmaya çalışıyorum, değişik anlatım biçimleri deniyorum, ama refikimiz bu kadarcık zahmete bile girmiyor, eski yazılarını ters-yüz edip bir kez daha yayınlıyor. Hatta, her zaman bu çabayı da göstermiyor, daha kolay yollara sapıyor.

Mesela?

Mesela 'self-plagiarism' (yani 'kendinden aşırma') yapıyor...

Hayır, bunun bir nakısa olduğunu söylemeye çalışmıyorum...

Birbirinin tekrarı öyle olaylar yaşıyoruz ki, gel de özgün şeyler yaz, gel de self-plagiarism yapma.

Ben de izninizle, bugün, Emin Çölaşan'dan aldığım ilhamla 'selp-plagiarism' yapmak, eski yazılarımdan birini ters-yüz edip yayınlamak istiyorum. Konu, elbette, konvansiyon artıklarının utanmadan 'devrim' adını verdikleri 27 Mayıs. Malum darbenin 46. sene-i devriyesini idrak ediyoruz da, o cihetle...

Emin Çölaşan gibi başlayalım: Evet sevgili okuyucular, bugün 27 Mayıs. Bu darbenin bir de mahkemesi vardı, 'Yassıada Mahkemesi' deniyordu. Kamuoyunu aylarca 'bebek davası', 'köpek davası', 'cımbız davası' gibi maskaralıklarla uğraştırmış tuhaf-ötesi bir mahkeme...

Diyeceksiniz ki, 'Efendim, Yassıada tipik bir 'devrim mahkemesi'dir, devrimde doğaldır ki adalet aranmaz...' Elbette Yassıada bir görüşe göre devrim mahkemesidir ve devrimde adalet aranmaz ama, Yassıada'da olmayan sadece 'adalet' değildi.

Nezaket de yoktu!

Sanıkların mahrem hayatı didikleniyor, işlemedikleri cürümlerin hesabı soruluyordu. Mahkeme Başkanı sanıklara 'fırça' atabiliyor, 'senli benli' sözcüklerle tarizde bulunabiliyordu. Sanıklar, duruşmalara, adeta 'aşağılamak' için çıkarılıyordu.

Mahkemenin ilerleyen safahatında, Menderes'i savunan avukatların tutuklandığı, bir kısmının yaka paça salondan atıldığı, gazetelere savunma makamını yıpratan özel haberler sipariş edildiği vakıa.

Yassıada'da 'günlük hayat' ise tam bir işkenceydi. Sanıklar azarlanıyor, aşağılanıyor, hatta dövülüyordu.

Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, kollarından kıskıvrak yakalanarak, bir teğmen tarafından dövülmüştü. Baskılara dayanamayan Konya Valisi Cemal Keleşoğlu intihar etmişti.

Teşebbüs safhasında kalan intiharlar da vardı.

DP Fatih İlçe Teşkilatı Başkanı Dr. Faruk Sorgun ölmeyi başaramamıştı mesela.

Lütfü Saylan, Dr. Zakar, Nuri Yamut ve Yümni Üresin Yassıada'nın zor koşullaranı dayanamayarak hayatlarını kaybetmişlerdi.

Millî Birlik Komitesi'nce darbenin başına getirilen Cemal Gürsel şöyle diyordu: 'Bir halt ettik de profesörlerin (Yassıada Mahkemesi fikrini ortaya atan 'ilerici' öğretim üyelerinin) sözüne uyduk, başımıza dert açtık. Ne yapmak lazım geldiğini ben de kestiremedim. Bu iş uzarsa kötü olur, anladığıma göre kısa kesmek de zor, bir defa başladık. Biraz daha düşünelim ve bir formül bulalım. Bu işten bıktım. Bir an önce bitirelim.'

İş, bir süre sonra bitirildi.

Başbakan Adnan Menderes ve iki bakan arkadaşı (Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan) idam cezasına çarptırıldılar. Cezaları Eylül 1961'de infaz edildi.

Demokratik normale müdahale edip Başbakan Menderes ve iki arkadaşını darağacına gönderenler, sonradan bu 'kanlı gün'ün anısına bir 'millî bayram' ihdas ettiler: '27 Mayıs Hürriyet ve Anayasa Bayramı.'

27 Mayıs'tan beter bir 'yıkım'ın hazırlayıcısı 12 Eylül'ün tek olumlu icraatı, belki de, bu utanç gününü millî bayramlar listesinden çıkarmış olmasıdır.

Emin Çölaşan gibi bitirecek olursak, işte sevgili okuyucular 27 Mayıs'ta bunlar oldu. Bugünü unutmayalım, bugünün anlamı üzerinde iyi düşünelim ve 'demokrasi düşmanı mürtecilere' fırsat vermeyelim.

YORUMLAR İLK YORUM YAPAN SEN OL
DİĞER HABERLER
Hamas: Savaşı sona erdirmeyen ateşkes teklifini kabul etmeyeceğiz
Son yapılan anket ortaya çıktı! CHP iktidar olur mu?