Aygün'e göre CHP'nin başarı puanı

CHP'nin vekil adayı Sinan Aygün, CHP için başarı sayacağı oy oranını açıkladı. Nasıl Mason olduğunu da anlatan Aygün'e göre, MHP seçmeni CHP'ye mi oy verir, Ak Parti'ye mi?

Aygün'e göre CHP'nin başarı puanı
Aygün'e göre CHP'nin başarı puanı
GİRİŞ 29.05.2011 12:51 GÜNCELLEME 29.05.2011 12:51
Bu Habere 18 Yorum Yapılmış

Nuriye Akman'ın röportajı

Sinan Aygün'le Çukurambar'daki "benim dinlenme yerim" dediği, iki bine yakın irili ufaklı, rengarenk tesbihini sergilediği dairesinde görüştük.

Aygün, Kelkit'li olmasına rağmen politikaya girme kararından sonra hemşehrisi olmakla gurur duyduğu Aydın Doğan'la görüşmemiş. Bunun nedenini "Arkamda belli bir medya grubu var diye düşünülsün istemedim. İnşallah seçilirsek Aydın Bey'e gideceğim. O da zaten beni arar" sözleriyle açıkladı ve ekledi: "Aynı sebeple Demirel'le de görüşmedim."

Aygün, hasbelkader İngiliz Dili ve Edebiyatı okumuş, ancak mezuniyetin ardından branşıyla hiç ilgilenmemiş. Şimdi İngilizceyi yemeğini yiyecek, yolunu bulacak kadar biliyor ama edebiyatı konusunda hiç bir fikri yok. Bıyıklarını, eşinin arzusu üzerine geçen yıl Temmuzda kesmiş. Giyinmeyi çok seviyor. "Benim gece hayatım yoktur. Gidip bir yerde bir milyar iki milyar hesap vermem. Benim tek masrafım giyimdir" diyor.

Ortaokuldayken subay olmak istiyordu. Ama okul müdürü onun Kuleli'ye başvurmasını engelledi. "Sen asker olma, tüccar ol" dedi.

Bugün geldiği noktadan çok memnun. "Pişman değilim asker olmadığıma. Paşa olsan ne olacak. İki buçuk milyar maaş alacaksın. Paşalık da bitiyor bir süre sonra. Ama ticaret erbabı 100 yaşına kadar devam eder, Allah ömür verirse" diyor.

Peki başka ne diyor? Aygün'ün dünü ve bugünü üzerine tartışma yaratacak diğer detaylar söyleşimizde.

-CHP'nin geçmişinde bir emeğiniz yok. Buna rağmen hazıra kondunuz. Üçüncü sıra adaylığı size Milli Piyango'dan adeta yüksek ikramiye çıkması gibi mi oldu?

-Hayır. Benim on yıldır söyleye geldiğim sloganların CHP'nin sloganlarından farkı yoktur. Benim şu anda uygulanmakta olan ekonomik modele tepkim, 2006'nın sonlarında başladı. 2007'de bu dozu arttırdım. 2008'in ilk beş ayında bağırmaya başladım. Bakın duvara tosluyoruz. Ülke çok kötü gidiyor. Her an bir kriz gelebilir. Türkiye bunu kaldırmaz diye diye geldim. 2008'in 1 Temmuz'unda gözaltına alındım.

-Bunları söyleyip yaşamanız, CHP'ye paraşütle indiğiniz gerçeğini değiştirir mi?

-Ben 14 yıl oda başkanlığı yaptım. Ondan dört yıl evvel de Ankara Ticaret Odası meclis üyeliği yaptım. Bir sivil toplum örgütünün siyasetin içinde yer alması 18 yıl geriye gittiğiniz zaman mümkün değil. O zaman ticarete, nasıl para kazanırıza yoğunlaşmış vaziyetteydim.

-CHP sizsiz eksik kalır mıydı bu dönem olmasaydınız?

-Yoo, CHP hiçbir zaman bu anlamda bir eksiklik duymayabilir. CHP'nin çünkü kendi kadroları, kendi vizyonu, buna yeterdi.

-Partiye ne katkınız olacak öyleyse?

-İş aleminin sorunlarını en iyi ben biliyorum. Benim iki şapkam vardı. Bir, Ankara Ticaret Odası Başkanlığı. Diğeri Odalar Borsalar Birliği Konsey Başkanlığıydı. Konsey başkanlığında 63 oda bana bağlıydı. Ankara'nın da, İzmir'in de, Antep'in de sorunlarını biliyorum.

-Bu yüzden mi çağrıldınız yani?

-Sorunları iyi bildiğim için, çözümleri de iyi biliyorum. Bunun için çağrıldım. İş aleminden Cumhuriyet Halk Partisi'nde benim projeksiyonumda başka adam yok. Tecrübe çok önemlidir.

-Herkes için değil! Partinizde bir çok insan adaylığınıza karşı çıktı. CHP'nin sırtında ağır bir yük olduğunuz yorumları yapıldı. Partiniz sizi taşıyabilecek mi?

-Taşıdı, aldı, kaldırdı, uçurdu bile. Örgütleri geziyorum. Genel merkeze gidiyorum. Oradaki insanlarla beraber oluyorum. Bir buçuk aydır gitmediğim ilçe örgütü, görüşmediğim Ankara delegesi kalmadı. Bir tane tepki, gelip de "kardeşim senin burada ne işin var?" diyen yok.

-Süheyl Batum ile karşı karşıya kalsanız söylerdi muhakkak.

-Adaylık süreci öncesi de, sonrası da Süheyl Batum ile birkaç sefer görüştüm. Bana herhangi bir tepkisi olmadı.

-E ne yapsın artık, yaptı itirazını, dikkate alınmadı. Sadece o da değil 38 kişi var sizi istemeyen. Hiç merak etmediniz mi sebebini?

-Hiç etmedim. İsimlerini bile merak etmedim. Niye? İnsanım ben. Vücudumda kan var, su var. Duyarsam belki çay ısmarlamam, bana hayır dedi diye. Ben işime devam ediyorum. Partiyi 22 ile aldık. Eğer bunu 23 yaparsak bu başarıdır. Çünkü üstüne bir puan koymuşuzdur.

-Çok düşük gördüm ben sizin başarı ölçünüzü.

- 22'den 23'e çıkarsa başarıdır. Ama bizim hedefimiz burada 30 ve üzeri. Ben kendimi 30'a ayarladım.

-23'de kalırsa partide bir genel başkanlık sorgulaması başlar mı?

-Hayır. Bunu düşünmek bile istemiyorum. Çünkü ben ticaret kökeninden geldiğim için şirketi 23 milyar dolar sermaye ile almışım. Altı ay sonra 24 milyar dolar olmuş sermayem. Bence başarısızlık olmaz. Ama AKP'nin anketinde bile bu parti 28, 29 gözüküyor.

-Size aslında birinci sıra sözü mü verilmişti?

-Hayır. Genel başkana söylediğim şu: Seçilebileceğim bir sıra, ancak benim önüme yazacağınız kişilerin benden kariyer, titr, vasıf olarak üstün kişiler olması lazım.

-Kim var sizin önünüzde?

-Gülsüm Bilgehan var. Partinin genel başkan yardımcısı. Benden kıdemli, tecrübeli. İnönü'nün torunu. İki, İzzet Çetin var. Genel başkan yardımcısı. Yeni CHP'nin kurucularından biri. Artı, benden çok eski CHP'li ve sendika genel başkanlığı yapmış. Üçüncü sırada ben varım. Benim şartım buydu.

-Hem beni partiye alın diyorsunuz, hem de şart öne sürüyorsunuz öyle mi?

-Hayır. Genel başkan ile bizim muhabbetimiz, çok öncelere dayanır. Genel başkan milletvekili olmadan önce, maliyedeyken muhabbetimiz var. Sayın genel başkanım vatandaşın vergisini koruma derneği başkanıydı. Kendisiyle birçok proje yaptık. Birçok panel yaptık, sempozyumlar gerçekleştirdik. Parlamentoya girdikten sonra irtibatımız kopmadı. Bana senin siyasette olman lazım dedi.

-Ne zaman dedi bunu?

-2006'larda, 2007'lerde, 2008'lerde. Cezaevine girmeden evvel. Çıktıktan sonra sağolsun Cumhuriyet Halk Partisi, başta genel başkan Deniz Baykal olmak üzere, Kemal Kılıçdaroğlu, Önder Sav, Hakkı Süha Okay hep sahip çıktılar bana. Geldiler, gittiler. Gözaltına alındığım gün odada bulundular. Ertesi gün bir daha geldiler. Eşimle ilgilendiler. Bize moral ve destek verdiler. Bir çok dostum telefonlarından benim ismimi sildiler. Benim telefonumu silmeyenlerden bir tanesi Kemal Kılıçdaroğlu'ydu.

-İlk teklif sizden gitti ona diye biliyorum.

-Seçim süreci gelince genel başkanım, ben siyaset yapmak istiyorum, dedim. Memnuniyetle dedi. Ben de o süreçte dedim ki, ama benim seçilebileceğim, gururumu incitmeyecek bir yerden olsun. Eğer beni arka sıraya yazacaksanız, hiç yazmayın dedim. Listeler açıklandı. Ben ilk dördün içinde olduğumu tahmin ediyordum. Mühim olan birinci, ikinci sırada kim vardı? Birinci, ikinci sırayı da görünce dedim ki, bu adamların hakkı. Bizim yerimiz üçüncü sıra gayet normal.

MEZARA KADAR BERABERLİĞİN ŞARTLARI VAR

-Demokrat Parti sürecinde "Ben mezara kadar buradayım", dediğinizi hatırlıyorum. Ama merkez sağın birleşmesi hüsrana uğrayınca mezarı beklemediniz. Kılıçdaroğlu'yla yol arkadaşlığınız ne kadar sürecek acaba?

-Mezara kadar beraberliğin şartları vardı. Yürümedi. Orada aksaklıklar oldu. O zaman da söyledim ya CIA geldi bozdu, ya MOSSAD bozdu. Ya KGB bozdu bu işi. Güzel giden bir iş vardı. Fakat ne olduysa ortalık allak bullak oldu. Sayın Erkan Mumcu burada mağdur oldu. Ben 9 gün kaldım o partide. Benim o zamanki şartım, birlik, beraberlik ve sağda bir parti oluşturmak.

-Sağda olmadı, bari solda uğraşayım biraz da diyorsunuz.

-Hayır, sol olarak gözlemlemiyorum CHP'yi. Fikriyaten uyuşuyorum bunlarla. Genel başkanım ne diyor? Sağı da solu da, batılısı doğulusu, kuzeylisi güneylisi de herkesi çağırıyorum diyor. Şu güne kadar CHP sol sol sol dediler.

-Merkeze mi gidiyor şimdi CHP?

-Bence merkeze doğru gidiyor. Olması gereken yere.

-Demokrat Parti'de başaramadığınız şeyi CHP'de mi başaracaksınız?

-Böyle bir niyetim yok. Çünkü Demokrat Parti'deki gücüm burada yok. Yani CHP'yi sol parti olarak algılıyorsanız ben onu sağa çevirmek için gelmedim.

-Ama siz diyorsunuz yeni CHP sol parti değil diye.

-Hayır, sol kimliği vardır. Ama sırf buradan baktığınız zaman Cumhuriyet Halk Partisi'ne, herkes solcu değil, sosyal demokrat değil. Gelelim AKP'ye. Ertuğrul Günay'ın ne işi var orada? Şamil Tayyar'ın ne işi var?

-Bugüne kadar CHP'ye hiç oy verdiniz mi?

-Yanılmıyorsam 2002 seçimlerinde CHP'ye oy verdim. 2007 seçimlerinde burada yoktum.

-Cumhuriyet mitinglerinin finansörlerinden biri de ATO muydu?

-Hayır. Hiçbir cumhuriyet mitingine katılmadım ben. Benden bayrak talepleri oldu. ADD'den on- on beş kişilik bir grup gelmişti. Dedim ki ben bu mitinge katılmayacağım. Çünkü mitingi yapanların listesine baktım. Elmalar, armutlar hepsi oradalardı.

-Kemalistlere, "Ak parti gitsin, bu ülkeye şeriat gelmesin" diyenlere elmalar armutlar mu diyorsunuz?

-Birbirine uyuşmamalarından dolayı elma armut diyorum.

-Niye? Gül gibi geçinip gidiyorlardı.

-Mesela Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği'nin orada işi yoktu. Çünkü onlar "ne şeriat, ne darbe" diyorlardı.

-Sadece "şeriata karşıyız" mı demeleri lazımdı?

-Hayır. Ne şeriat ne darbe demelerine itirazım yoktu. Radikal kesimler vardı orada. Yani çok radikal solcular da oradaydı. Birbiri ile alakası olmayan milliyetçi, muhafazakar kesimler de oradaydı.

-Darbeci ulusalcılar vardı. Siz Doğu Perinçek ekibine milliyetçi mi diyorsunuz?

-Ben o mitinglere sıcak da bakmadım zaten. İddianamede de var. Benden bayrak talep ediyorlar. Ben de bakayım yollayabilirsem yollayayım diyorum. Yollayacak olsam, Türk bayrağı. Bunda bir şey yok ki, veririm Türk bayrağını. Birçok mitingte ben Türk bayrağı dağıttım. Esnafıma yüz binlerce bayrak dağıttım.

-Hatta Kuran dağıttınız bir dönem.

-Kuran-ı Kerim de dağıttım.

-Kuran niye dağıtılır Allah aşkına.

-Kızılay'ın göbeğinde birileri gelip İncil dağıtıyorsa yirmi bin tane, ben de Kuran dağıtırım. Benim CHP'ye girerken de kimliğim belli. Ben milliyetçi, muhafazakar kesimden gelen, beş vakit namazını kılan, orucunu tutan, dini görevlerini yerine getiren bir insanım.

Kuran-ı Kerim Allah'ın kelamı.

-Kim verdi size Kuran dağıtma görevini?

-Kendi içimden gelen bir şey bu. Niye Müslüman çocukları İncil okusun da Kuran-ı Kerim okumasınlar? Sadece 1 liraya aldım Kuran-ı Kerim'i. Pazarlık yaptım. Kuşe kağıdı değil, saman kağıdı.

-Ne oldu? Misyonerlik önlendi mi?

-Belki bir insan onu almıştır. Evinde okumuştur. Doğruyu öğrenmiştir. Ben odamda da dağıtıyordum. Makam odamda böyle büyük sehpa vardı. Üzeri Kuran-ı kerim doluydu.

-ATO olarak misyonerlik raporu da hazırladınız. Özel istihbarata dayanan şeyler

-Girin internete. Misyonerlik yazısı sorun google'a, hepsi çıkıyor.

-Öyle kopyala-yapıştır bir raporsa, ciddi bir rapor değil. Niye sitenize koyuyorsunuz?

-Türkiye'de bu durum nereye gidiyor? İnsanlar Adıyaman'daki kiliseye gidiyor. Oradaki misyoner faaliyetini biliyor. Ben Ankara'dakini biliyorum. Öbürü Sivas'takini biliyor. Ben ne yaptım? Sordum cevabını aldım, sordum cevabını aldım. Topladım, rapor hazırladım. Rapor böyle hazırlanıyor. Başka nasıl hazırlanacak?

-Bir çok misyoner de katledildi biliyorsunuz.

-Onları katledenin Allah cezasını versin. İnsanı katletmek ne olursa olsun, dinimizce de büyük günah. Ben hiçbir zaman misyonerler ölsün demedim ki.

-O dağıttığınız Kuran-ı Kerim'leri okudunuz mu siz?

-Dört beş kez okudum. Zaten m İPOD'umda da var. Şimdi o kadar gelişmiş ki, sayfa çevirmene gerek yok. Hangi kelimeyi yazıyorsan, onunla ilgili ayetler geliyor. İçki yazıyorsun içki diye ayetler tıkır tıkır önüne geliyor. Zina yazıyorsun, on tane ayet önüne geliyor. Faiz yazıyorsun, otuz tane ayet önüne geliyor.

-Kuran'a uygun bir biçimde mi yaşarsınız?

-Yaşamaya çalışıyorum. Benim çekmecemde iki kitap vardır. Bir Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, iki, Kuran-ı Kerim.

-İkisi çeliştiğinde ne yapıyorsunuz?

-Ben ikisini birden yaşıyorum. Allah'ın kelamı benim için bütün kelamlardan üstündür. Örneğin Allah'ın kelamında içki haram. Anayasada içki haramdır diye bir şey yazmıyor. O zaman beynimi kullanıyorum. Allah'ın kelamının daha doğru olduğuna inandığım için içki içmiyorum.

-Siz içki içmiyor musunuz?

- 21 Mart 1995'ten beri içmiyorum.

-Ne oldu o gün?

-Hacca gittim. 21 Mart 1995'te Allah'ın yoluna döndüm. Bakıyorum, doğru içki zararlı kardeşim. İçki içtiğim günler sabahleyin hoşaf gibi kalkıyorum. Başım ağrıyor. Kolum kalkmıyor, enerjim düşüyor. Akşamleyin daha hınçlı oluyorsun, daha yırtıcı oluyorsun. Daha gözün kara oluyorsun, arabanın gazına daha fazla basıyorsun. Bunun faydası yok bana.

-Gençlere içki satışına sınırlamalar getiren yasa Danıştay'dan dönünce üzülmüş olmalısınız öyleyse.

-Ben gençlerin içkiden uzak olmasından yanayım. Ama bu kısıtlamalarla değil. Ne kadar kısıtlarsan kısıtla, istersen içkiyi yasakla adam tüketecekse tüketir. Yasakçı bir zihniyetten yana değilim. İçkinin zararlı olduğunu gençlere anlatabiliriz. Hatta bunu ders olarak koyabiliriz. İçki içtiğiniz zaman başınıza ne gelebileceğini hoca anlatsın size.

-Peki ya faiz?

-Faiz kullanmıyorum.

-Bankada paranız yok mu?

-Bankada para tutmuyorum ki hep yatırımdayım.

-Bankada paranız yok öyle mi?

-Var. Elli milyar, yetmiş milyar, yüz milyar, geçineceğim kadar paramı bankada tutuyorum. Ona da faiz almıyorum. Alsam ayda 500 lira para alacak. Niye kirleteyim onu. Almıyorum.

-Enteresan! Ben de tefecilik yaptınız mı diye soracaktım tam.

-1992 yılında bir faktöring şirketine ortak oldum. Hazine müsteşarlığından müsaadeli bir şirket. O zaman Türkiye'de 30'a yakın faktöring şirketi vardı. Maliyenin denetiminde çalışıyordu. Döviz bürosu gibiydi. Yani tefecilik dersen bir masa, bir sandalye, parayı koy, getir para sat. Böyle bir şey değil. Yaptığımız bütün işlemler, bankacılık işlemleri. Siz Ziraat Bankası'na 10 lira yatırıyorsunuz. 10 liranızı hazine görebiliyor. Bizimki de böyleydi. Bizim sistemimiz şuydu: Özsermayemiz vardı. Yetmediği zaman da bankadan kredi kullanıyorduk.

-Ama faizle para veriyordunuz insanlara.

-Tabii. Bankadan yüzde 60'la para alıyorduk. O zaman faizler 60 ile 80 arası, 90'a kadar çıkıyordu. 80 ile aldığımız parayı 90'la satıyorduk.

-Faiz parası yemişsiniz sonuç olarak.

-Yedim tabii. 94 krizi geldi. Benim o 80 ile, 90 ile aldığım faiz, yüzde 200'e çıkartıldı. Çok büyük zarar ettik oradan şirket olarak.

-O sırada haram para kazanıyorum gibi bir duygunuz var mıydı?

-Vardı. Ben size bir tarih verdim. 21 Mart 95 dedim. Ben 1992-94 arasında bu işi yaptım. Oradan zarar edince yirmiye yakın gayrimenkulümü satıp nakte çevirdim. Gittim bankanın borcunu kapattım. Parayı verdiğim adamlardan fark alamadım. Adam aldı gitti parayı. Zamanı gelince öde. Alamazsın da zaten. Olmaz böyle bir şey faktoring işinde. Dedim ki bu iş kötüdür, bu iş pistir. Bak ben ticaret hayatımda zarar etmedim. Faktoring şirketinden yaptığım zarar hariç. Zaten ondan sonrada bu faktoring şirketini çok teklif olmasına rağmen, devretmeyeceğim dedim. Gittim kapattım.

-Aksiyon Dergisi'nde bir haber yayınlanmıştı. Sizi 80'li yıllardan beri tanıdığını söyleyen bir adam var. Kayserili Mehmet Hüsrevoğlu.

-Hiç tanımıyorum. İlk defa şimdi duydum.

-Bu adam sizin tefecilik yaptığınızı, servetinizin şaibeli olduğunu ileri sürmüş. Ankara iş çevrelerinde sizi tefecilikle suçlayan başkaları da varmış.

-Söylüyorum, faktoring şirketim vardı. Tefecilik değildir o. Şu anda faktoring sayısı bine yükselmiştir. O zaman otuz tane faktoring şirketi vardı.

-Sizi tefecilikle suçlayanlardan biri de Prof. Deniz Gökçe.

-Deniz Gökçe bana takmış. Aslında onu ben yirmi sefer mahkemeye verseydim, yirmi sefer de para alırdım. Ama ben burada görev yaptığım müddetçe Ergenekon sonrasında da o kadar çok yanlış yazılar yazıldı ki. Hatta 2009'un başlarında bir avukat geldi. Tanımıyorum kendisini. Dedi ki, böyle klasör şeklinde toplamış o yazıları Ergenekon'la ilgili. Biz avukatlık yapıyoruz, hukuk büromuz var. Bunlara biz dava açmak istiyoruz, dedi. Siz niye açıyorsunuz ya, bırakın ben açayım. Hayır, ben sizin adınıza dava açacağım dedi.

-Kimlere?

-Bana tefeci diyenlere, Ergenekon'la ilgili yazı yazanlara, iftira atanlara, kendi kafasından uyduranlara, darbeci diyenlere. Biz buradan 1 trilyon para alırız. Bunun 500 bini senin, 500 bini de bizim olsun, dedi. Kafama da yattı. Düşüneyim dedim. Aldım, okudum yazılanları. Adam üstünü de gazlı kalemle çizmiş, suç unsuru olacak yerleri. Sonra baktım. Ben burada 14 sene görev yaptım. Hiçbir gazeteciyi mahkemeye vermedim. Ben Deniz Gökçe'yi dava açsam, tefeci kanunsuz iş yapan demek. Kanunlu iş yaptım ben. Elimde ruhsatım var.

-Peki sizinle ne sorunu vardı ki Gökçe'nin?

-Hiç tanımıyorum. Yüzünü bile görmedim.

-Vakıfbank eski genel müdürü Hasan Kılavuz yargıya gitti sizinle ilgili. Siz, 12 bürokratı nüfuz casusluğuyla suçladınız. O dava dilekçesinde size yönelik ithamlardan biri tefecilik.

-İtham. Hasan Kılavuz, davayı kaybetti. Yargıtay da onayladı. 12 bürokrattan kimse kazanmadı davayı. Benim söylediklerim doğruydu. Nüfuzunu kullanmış insanlardı bunlar.

-Milletvekili olduğunuzda meclise mal varlığınızı bildireceksiniz. Öncesinde şimdi bildirebilir misiniz?

-Çeşitli şirketlerde ortaklıklarım var. 50 milyon euro'dan az değildir benim malvarlığım.

-Yurtdışında paranız, eviniz?

-Hiçbir şeyim yok. Hesabım bile yok. 52 yaşındayım. Banka hesabı bile açılmış değil yurtdışında benim adıma. Yakınımın adına, kimsenin adına.

-Evinizdeki kasada bulunan 2 buçuk milyon avroya gelelim. Bir insan evinde niye bu kadar çok parayı tutar? Niye bankaya götürmez?

-Bir arsa alma durumumuz vardı. Dört arkadaş. Bugün sizin bankada 200 bin dolar paranız olsa gidip çekeyim diyemezsiniz. Size bir iki gün sonraya randevu verirler. Benim de o zaman 10 milyon euro'luk arsa alma durumum vardı. 31 Haziran akşamı arsanın pazarlığını bitirdim. İstanbul'daydı. 11 buçukta boğazda yemekten kalktık. 4'te Ankara'ya geldim sabahleyin. Saat 7'de gözaltına alındım. O para o arsanın. Arsaya 12 milyon euro istiyorlardı. Biz sekiz dokuz olur mu dedik. Aşağıda bunu 10'a bağlarız niyetiyle oraya gittik, ortaklarımla beraber. O akşam biz pazarlığı 10'da bitirdik. Bana da iki buçuk milyon euro düşüyordu oradan.

-Bir gün önce mi çekmiştiniz o parayı?

-Dört beş gün evvel çekmiştim. Saat 4'te geldim. Sabah 7'de kapı çaldı, polis. Çok ilginç. Polis evde arama yaptı. Bir kasada altın var, döviz var. Hemen savcıyı aradı polis, ben yanındayım. Kasada para. Aman dedi paraya karışmayın, saymayın parayı bile, hemen kasayı kapat dedi.

-Sebep?

-Biz savcı ile görüştük dedi. Savcı bizim para ile işimiz yoktur. O işadamıdır, parası olabilir, dedi. Kasa kapandı. Hatta orada bir polis, başkanım aman üç gün sonra açık maçık çıkar. Yok yok kardeşim. Ben size iftira atacak halim yok. Aradan bir ay geçti. Sonra eve yine bir baskın. Cezaevinden çıktım. Polis. Buyur. Biz iki buçuk milyon euro parayı almaya geldik. Para yok ki, parayı bankaya yatırdım dedim. Bu para kara para olsa ben bu parayı bankaya yatırabilir miydim?

-O arsa satışı olmadı mı?

-Olmadı. Biz kelle derdine düştük. Cezaevine girdik. Satışı yapamadık. Hemen aldım bankaya para yatırdım. Bu para sayılmadı bir kere. Sonra işte dediğim gibi aradan bir ay geçti, ikinci kez geldiler. Parayı istediler. Banka cüzdanını verdim. Gidin alın oradan dedim. Paraya el koydular bankadan. Sonra ben dilekçe verdim, paramı geri aldım. Ben tüccarım ya. Son sekiz yılda 584 tane daire, villa, dükkan almışım satmışım. Müteahhitim tabii ben. Ben devlet dairesinde memur olarak çalışsam bunu sorarlar. Ben 33 yıllık tüccarım. Ne var bu iki buçuk milyon euroda?

-CHP'ye yüklü bir bağış yaptığınız doğru mu?

-Hayır hayır. Beş kuruş para vermedim. 3 milyar verdim pardon. Adaylık parası yatırdım.

Bağış niye yapayım?

-Sizi milletvekili yapıyor. Siz de zengin bir adamsınız.

-Ben CHP'ye oy katacağımı biliyorum. Onlar bana yapsınlar. (gülmeler) Bir kuruş vermedim vallahi.

-Peki şu glock marka silah. Onun esrarı çözüldü mü?

-Bilmiyorum. Silahta bir şey yok. Silah tertemiz.

-Nasıl girmiş sizin büroya?

-Faili meçhul. Ben 1 Temmuz'da gözaltına alındım. Silah 12 Mayıs'ta bulundu. Polis bulmadı. Onu termisifonu tamir eden usta buldu. Beni aradılar. Böyle böyle bir silah. Benim oraya o kadar çok bakan, o kadar çok bürokrat gelip gidiyor ki. Benim banyom orası. Orada biz abdest alıyoruz. Aşağıda da mescidimiz var. Bizim Cuma namazlarımız bayağı renkli geçer. On, on beş tane misafirimiz olur. Siyaset, bürokrasi, birçok bakan oraya gelir, namazını kılar. Ben bulunduğu zaman dedim ki, birisi abdest alırken çıkardı koydu oraya.

-Kimin adına kayıtlıymış.

-Kimsenin adına kayıt çıkmadı ki. Ben öyle zannettim. Ben odada değilim. Kızlar aradı. Dedim koy. Birisi unutmuştur. Gelir silahını alır. Ertesi gün odaya gittim. Getirin dedim neymiş. Silaha baktım. Ben ilk defa glock gördüm. Bu nasıl bir silah, bu kuru sıkı dedim. Yanımda polis arkadaşım, ona da gösterdim. Dedim ki, bu ne? Ya dedi başkanım kuru sıkı silah. İyi dedim kurusıkı. Benim garsonum var. Duymuş. Başkanım bunu bana verir misiniz, benim olsun dedi kurusıkı. Al senin olsun. Adam belinde iki gün gezdi o silahla. Kurusıkı zannettik o silahı. .

-Polis bile kurusıkı zannetti onu öyle mi?

-Evet.

-Halbuki suikast silahı.

-Glock. Susturuculu değil. Çok daha hafif bir silah. Benim de silaha merakım var, yedi sekiz tane silahım var. Atış da yaparım, poligona da giderim. Eğitim de alırım, severim silahı. Baktım tık tık ötüyor. Benim o garson, bir arkadaşımın şoförüne gitmiş hava atmış. Demiş ki, vururum seni, silahını göstermiş böyle.

-Ama mermi yok içinde.

-İçinde mermi yok. O da gitmiş, patronuna demiş ki, bunun belinde silahı var, başkanım. Bana söyledi. Dedim ki o kurusıkı. Çağırdım, gel dedim buraya. Terbiyesiz adam, millete silah gösteriyorsun dedim. Aldım elinden silahı. Sonra polise verdim. Atın bu silahı ya. Manyak başına bela edecek silahı. Başka bir polis arkadaş aldı. Dedi ki, başkanım bu glock marka silah. Sahici mi dedim, sahici. O zaman başımız belaya girer. Çağırdık emniyeti. Dedik ki biz burada böyle bir silah bulduk. Ne zaman? İki gün evvel. Tutanak tuttular, teslim ettik biz.

-Sonrasını merak etmediniz mi?

-Yoo etmedim. Ben niye merak edeyim. Silah demirbaştır eğer ruhsatlıysa. Eğer polis unutmuşsa adamı görevden atarlar. Bürokrat unutmuşsa başı belaya girer. Dedim ki, ya kim unuttuysa unutsun. Benim başım belaya gireceğine teslim ettik silahı. Unuttuk gitti. O silahı teslimden sonra aradan geçmiş elli atmış gün. Sonra bu olay olunca, 1 Temmuz olayı olunca, Ergenekon'dan aramaya gelince şimdi dedik bu silah orada bulunaydı biz ne yapacaktık? Kime izah edecektik bunu? Suikast silahı olarak bilinen bir silah. Anlat dur derdini. Biz ne yapmışız? 52 gün evvel götürüp böyle bir silah bulundu, teslim etmişiz.

-Sizin kaç işçiniz var?

-Şu anda şirketlerim, ortaklıklarım var. Herhalde 500'e yakın işçimiz vardır.

-Sendikalı mı bunlar?

-Bizde sendika zorunluluğu yok. İnşaat işçisi bunlar. Geliyorlar, işi bitiriyorlar, gidiyorlar. Tekrar bir daha geliyor bitiriyor gidiyor. Ama inşaat yaptığımız için günlük vurursan işçi sayımız 500'den aşağı düşmez. Ama birisi üç ay çalışır, gider. Başkası gelir üç ay. Örneğin duvarcı tuğlasını örer gider.

MERAK ETTİM MASON OLDUM

-Duvarcı deyince aklıma geldi. Siz neden Mason oldunuz?

-Bir arkadaşım teklif etmişti. Ben her şeye çok meraklıyımdır. Masonluk gizliliktir biliyorsunuz. Ben de merak ediyorum. Nedir bu ya? Öğreneyim, gireyim bunların içine. Müracaat ettim, beni reddettiler.

-Neden iki yıl sonra bir daha müracaat ettiğinizde aldılar?

-Demek ikincisinde adam olmuşum! Böyle bir şeyler anlatılıyor. Bunlar birbirine yardımcı oluyor. Bunlar büyük bir grup. Dünyada bir örgüt. Kendi özel törenleri, mabetleri var.

-Bana da yardımcı olsunlar, beni de yükseltsinler dediniz!

-Yok, ben zenginim o zaman zaten. Parayla ne işim var.

-Siyaseti var, bakan olması var.

-Masonluk siyasette hep eksi yazar. Artı yazmaz ki.

-Olur mu, Demirel'e hep artı yazdı.

-Tartışılır.

-Nesi tartışılır? Sadrazamlar var, askerler, genelkurmay başkanları var...

-Bir kere gizli bir örgüt. Sen bir Mason cemiyetine giremezsin. Üye olarak değil, binasının içine giremezsin. 1992'den bahsediyorum.

-Her merak edeni Masonluğa alıyorlar mı?

-Onu bilmem. Alanlara soracaksın. Ben merakımdan girdim oraya.

-Masonluk ilkelerine inanmayan birini alırlar mı sırf merakını tatmin etsin diye

-İnanmıyorum demedim ki.

-Yalan söylediniz öyleyse.

-Yalan da söylemedim. Kardeşlik, dostluk okuduğum kadarıyla. Bunların derdi, Türkiye'nin büyütülmesi, kardeşlik, insanlara yardım. İnsanlar orada birbirine kardeş diyorlar. Güzel bir camia. Güzel bir yer. Düşün, 300 tane seni seven kardeşin olacak. Almayınca gerekçe söylemiyorlar. Oylamalar gizli oluyor. Oy verecek kişiler ellerini bir kutunun içine sokuyor. Kutunun içinde bir küp var. Zarın büyüğü. Bir de bilye var. Elini sokuyorsun kutuya. Orada onları buluyorsun.

-Kaç tane var bu zarlardan ve bilyelerden?

-Elli tane yuvarlak var, elli tane küp var. Bir karnesi var o küpün. Eline geliyor. Eğer sen mason olsun diyorsan yuvarlağı alıyorsun oradan. Yanda boşluk var. Oraya atıyorsun. Kimse görmüyor hayır dediğini. O kutuyu ben masonluğa girince oylama benim önüme geldi, orada gördüm. Sonra o kutu huzurda açılıyor. Bakıyorlar. Bir tane küp çıkarsa, yani bir tane hayır çıkarsa ayvayı yedin, seksen kişi yuvarlak atsa da oraya.

-Demek ki ilkinde hep küp çıkmış size.

-Onu da bilmiyorum. Reddettiler. İki sene sonra tamam dediler. Biz gittik oraya. Tabii gizemli bir yer. Giriş töreni var. Adamın gözünü kapatıyorlar. Dedim ulan sakata geldik, göz kapalı.

-Kılıçı göğsünüze değdiriyorlar değil mi?

-Değdiriyorlar.

-Gülme gelmedi mi içinizden o zaman?

-Sen deli misin ya. Beni kesiyorlar zannettim. Masonluk binasına saat altıda gittim. Beni böyle ufacık bir adam oturtturdu. Kapı çaldı tık tık diye. Tek başıma oturuyorum, girişte. İki tane adam girdi, kafalarında siyah kukuleta var. Dizlerine kadar uzun. Altında da takım elbise. Merhaba dediler, törene götüreceğiz seni. Ben dedim bu nasıl bir iş ya. Koluma girdiler. Ondan sonra ayağa kalk, arkaya dön dediler. Bağladılar gözümüzü. Koluma girdiler. Kardeşlere güven dediler. Sen bize teslim oldun.

-Güvendiniz mi?

-Başka çare yok zaten. Bir aşağı indik merdivenlerden. Haydaa yukarı çıktık sonra.

-Bu Mithatpaşa'daki bina değil mi?

-Mithatpaşa'da evet. Yürüdük, dolaştık molaştık geldik. Beni böyle bir kabinin içine koydular. Sandalyeye oturtturdular. Sonra da arkadan gözümü açtılar. Ufacık bir masada, bir baktım kuru kafa var. Bildiğin kuru kafa. Bir tuz var, bir ekmek var, bir de su. Ekmekle tuzu ye, suyu iç dediler. Ekmeği tuza bandım yedim. Suyu da içtik üstüne. Arkamı döndüm, kimse yok. Gitmiş adamlar. Orada bir kağıt. Buraya niye giriyon? Ne yapacan? Böyle sorular soruyor. Ben de yazdım.

-Ne yazdınız?

-Burada çok sevdiğim dostlarım var. Onları sevdiğim için burası iyi bir yerdir diye girdim. Orada bir topuz var. Mahkemede hakimlerin kullandığı cinsten. Ona üç sefer vur dedi yazın bitince. Vurdum üç sefer. Kafanı eğ dediler. Eğdim kafayı böyle oturuyorum. Tekrar geldi gözümü bağladılar. Hadi dediler gidiyoruz, yolculuk başlıyor. Tekrar kolumuza girdiler. Gözlerimiz kapalı. Şimdi diyorlar kardeşim bana güven, az kaldı. Güneşe ulaşıyoruz falan. Eğil dediler eğildim. Biraz daha eğil, eğildim. Kafama şöyle tahta geldi. Eğil dedi bana kafanı vuracaksın. Kafayı vurduk gerçekten. Yerden sürünüyoruz sürünüyoruz. Eğil. Merdiven çıkıyoruz, üç basamak çıkıyon böyle tepeye. Şimdi atlayacaksın diyorlar aşağıya. Ayağımı atıyorum aşağıya ben zannediyorum ki bir yerlerden geçiyorum.

-Halbuki kandırıyorlar sizi.

-Kandırmışlar beni. Kafama tahta getirip koymuşlar ki vuruyorum zannedeyim. Biz de alttan geçiyoruz diye eğiliyoruz. Üç basamak tahtadan bir şey yapmışlar. Onlardan bizi atlattılar. Gittik o mabet diye bir yer var. Kapıyı vurdu. Kim o? Birisi bağırdı. Düşman var.

-Ne düşmanı?

-Adamlar düşman geldi diyor. Sinan Aygün ya. Parola? Adam bir şey söyledi parola.

Seramoni işte. Yürüdük yürüdük. Kılıç sesleri geliyor. Alttan birisi burama bir şey batırdı. Anam dedim.

-Korkuyor musunuz?

-Korkmaz mısın ya. Gözün bağlı. Hissediyorsun insanları. Kılıçlar böyle şakır şakır. Kesecekler bizi burada herhalde. Biz tezgaha düştük. Dolaş babam dolaş babam. Şimdi güneşi göreceksin, gözünü açıyoruz dedi. Gözümü açtılar, bir projektör. Arabanın farını koymuşlar oraya. Gözüm bir açıldı. Anam, hiçbir şey görmüyorum. Bir saattir gözüm kapalı. Kör olacağım ya. Arkadaşımı arıyorum. Dedim sattı bizi şerefsiz. Bak gelmemiş bugün. Göremiyor gözüm. Bir saat gözün kapalı olunca bir şey görmüyorsun. Ben orada yemin etmiştim. Dedi ki burada gördüklerin aramızda kalacak. İncil, Tevrat falan var. Onun üzerine yemin ettik. Kuran'a bastım ben.

-Yemin nasıl?

-Buraya bağlı kalacağıma, burada konuşulan sırları ifşa etmeyeceğime falan.

-O yemini inanarak mı ediyorsunuz, yoksa merakınızın bedeli diye mi düşünüyorsunuz?

-O zaman hac da yapmamıştım. Daha içip, gezip dolaşan bir adamız. Merak ediyorsun. Sadrazam da olmuş, o da olmuş bu da olmuş. Bütün herkese söylemiştim. Bütün arkadaşlarım biliyordu. Ben dedim bu akşam mason olacağım.

-Yeminden sonra ne oldu?

-Kılıç verdiler. Önlük kuşandırdılar. Kolluk taktılar. İki sene gittim ben oraya. Sonra gördüm bana o girişte yaptıklarını. Kandırmışlar bizi. Kafamın üstüne odun koymuşlar, boş odada süründürüp durmuşlar bizi. Bıçaktı, şuydu buydu hepsi numaraymış. Adamlar yerde sürünüyorlar. Ama o bir gizemmiş.

-İki yıl boyunca ne yaptınız?

-Gittik, geldik toplantılara. Ben fazla devam edemedim. İşlerim yoğunlaştı. 94 krizine yakalandım. Toplantılara gidemedim.

-Onlar mı attılar, siz mi bıraktınız?

-Ben dilekçemi verdim, istifa ettim.

-Bu macera size ne öğretti?

-Hiçbir şey. Güldük. Deminden beri kahkaha atıyorsun baksana.

-E böyle beden diliyle anlattınız. Eğilip kalkıp burada canlandırdınız olayı. Çok komikti. Peki Masonluğun ne olduğunu öğrenebildiniz mi?

-Öğrenemedim bir şey.

-Bir faydasını gördünüz mü?

-Yoo, hiçbir şey görmedim valla. Bana kimse para vermedi. Ama eğer devam etseydim ilişkim ilerleyebilirdi. İnsanları tanırdım. O insanlarla ticaret yapardım belki.

-Loca kimliğini hâlâ taşıyormuşsunuz.

-O benim cebimde, cüzdanımda değil de, evdeki eski evraklarımın içinde cüzdan vardır böyle büyük. Onun içinde kalmış. Aramada buldular onu da. Yatak odamda, çekmecemin altında benim böyle eski üniversitede aldığım notlar, sakladığım on on beş tane şey vardır.

-Hatıra diye sakladınız yani. Bir zamanlar masondum gibi... Demirel'e anlattınız mı bunları?

-Hayır kimseye anlatmadım. Valla bir şey bulamadım. Bulsaydım devam da ederdim. Dinsiz değiller ablacığım ya. Her toplantıda Kuran-ı Kerim ortada, İncil ortada, Tevrat ortada.

-Ortada olmasının ne manası var. Biblo gibi durur işte ortada.

-Hacca gideceğimi onlara da söyledim. İki üç toplantıya katılamam, dedim. Tamam güle güle dediler.

-Gelelim Ecevit'e vasi tayin istemenize. İhale niye sizin üstünüze kaldı?

-Arşivlere bakmıyor insanlar. Mesela Sadık Yakut diyor ki, Ecevit iş yapamaz durumda.

Meclis araştırma önergesi hazırlıyorlar Ak Partililer. Başbakan diyor ki, Türkiye başsız ve başbakansız. Buna bir çözüm bulunması lazım. Ahmet İyimaya anayasa değişikliği öneriyor. Türkiye Cumhuriyeti başbakanı üç tane üniversite hastanesinden işgöremez raporu alırsa, otomatik olarak düşürülsün diye.

-Siz ATO başkanısınız. Bunu niye görev edindiniz?

-Niye görev edinmeyeyim. Bizi çok ilgilendiriyor. Ekonomi kötü. Döviz almış başını gidiyor. İstikrar gidiyor. Herkes çekilsin, hastadır bu adam diyor. Ben de gittim oraya, ya bu adam hasta mıdır, değil midir sordum. Hastadır demedim. Ve bunu yaparken de bütün gazete arşivlerini topladım.

-Birine danıştınız mı giderken?

-Hayır, kendi başıma yaptım.

-Hüseyin Gülerce, Ecevit ile bu konuyu konuşmuş. Ve bu kumpasın içinde bazı komutanların da yer aldığını söylemiş Ecevit.

-O zaman ben bir tane komutan tanımıyordum. 2001'de kimi tanıyordum ya. Şener Eruygurları ben 2003'te, 2004'te tanıdım bu adamları.

-Ne vesileyle?

-Kokteylde tanıdım. Cumhurbaşkanlığı köşkünde tanıdım. Şener Eruygur ile iki sefer makamında görüştüm. Babam öldü 9 Ağustos 2007 tarihinde. 15 Ağustos'ta başsağlığına geldi. O kadar. Benim bir tane telefon irtibatım yok Şener Eruygur ile. Bir tane görüntüm yok

-Büyük bir kumpas yok muydu o dönem Ecevit'i düşürmek için?

-Kendi başıma yaptım bunu. Yaparken de bütün o gazete haberlerini toparladım. Tek dilekçe. Ekteki gazete haberlerine göre Sayın Ecevit'in sağlık durumunun yerinde olmadığı, iş yapamaz durumda olduğu söylenmektedir. Bunun böyle olup olmadığının tayin edilmesi diye dilekçe yazdım. O kadar.

-Aynı durumda Kılıçdaroğlu'da olsa ona da yapar mısınız?

-Anında yaparım. Kim olursa olsun yine yaparım. O günkü şartlar oluşmuşsa. O günü düşünsenize. Bakanlar Kurulu hastanede yapılıyor. Başbakan gidemiyor. Başbakan ayakkabılarını unutuyor dışarı çıkıyor.

-Hepsi yalandı belki de. Adam Başkent Hastanesi'nden kaçtı, iyileşti, dört yıl daha yaşadı.

-O zaman kusura bakmayın siz gazeteciler yalan söylediniz. Ecevit iyileştikten sonra ben 4 Haziran'da Ecevit'le beraberdim. Özür diledim kendisinden. Ben dedim size yanlış yaptım. Sağlığınızın gayet yerinde olduğunu gördüm. Ama o zaman yapmak durumundaydım. Ya boş ver başkan sen işine bak dedi. Sonra Ecevit beni DSP'ye davet etti.

-Ecevit kendisinin bunak olduğunun tespit edilmesini isteyen birini partiye davet ediyorsa, işte asıl o zaman aklından şüphe etmek lazım.

-Hayır. Ecevit hassas bir adamdı. Çok nazik ruhlu, iyi ruhlu bir adamdı. Affetmeyi çok iyi bilirdi. Yirmi sefer görüştüm ben Rahşan Ecevit ile. Öyle bir şey olsa Rahşan Hanım bana Ecevit'in tespihini hediye eder mi öldükten sonra. Başbakan sizi çok seviyordu, size çok önem veriyordu dedi. Bunlar hep belgeli, fotoğraflı. Kayıt altında bunlar.

-Adamı diri diri mezara sokmak istediler. Ve siz o kumpasın parçası oldunuz. Adam da sizi ödüllendiriyor. Bu çok saçma.

-Burada bak resimler. Başka resimler de var göstereyim. Rahşan Ecevit beni ziyaret ediyor öldükten sonra. Niye gelsin bana Rahşan Ecevit. Ben kocasıyla böyleysem. Bak Emrehan Halıcı da burada. Ben 2002'de Ecevit'i mahkemeye verdim. 2004'de ATO'da Ecevit. Burası benim makam odam.

DARBELERDEN ÇOK ÇEKTİM

-Ergenekon duruşmalara siz mi gidiyorsunuz, avukatınız mı?

-Ben gidiyorum. Ayda bir kere orada bulunuyorum, dinliyorum. Sonra tekrar geri dönüyorum. Ama bana daha sıra gelmedi. 11 kişi var şu anda ifade vermem için.

-Milletvekili seçilmeniz mahkemenin seyrini nasıl etkiler?

-Ben ifade vereceğim yine. Dokunulmazlığımın kaldırılması için dilekçemi size de vereceğim.

-İstemem. Tv programlarında veriyorsunuz onu ama bir anlamı yok. Çünkü siz istediniz diye meclis sizi oylayacak değil.

-Niye oylamasın. Oylasın. Kaldırsın dokunulmazlığımı. Ben razıyım. Suçum varsa yatmaya da razıyım ben. İddianamedir saygı duyacağız. Ama cevap veremeyeceğim hiçbir şey yok.

-Özden Örnek'in günlüklerinde adınız geçiyor. "30 Haziran 2004. Sinan Aygün senede iki kez bizlere bilgi veriyor" diyor. Bir ATO başkanı bir paşaya gidip ne bilgisi verir?

-Paşaya gidip değil. Biz her sene Ankara protokolünde olduğumuz için devir teslim törenlerine katılırız. Ben katılırım, Zafer Çağlayan katılır. Rifat Hisarcıklıoğlu katılır. Ankara'nın sivil toplum örgütleri katılır 30 ağustos törenlerine. Devir teslim törenlerinden sonra bahçeye dağılırız. Başbakan oradadır, Abdullah Gül oradadır, bakanlar oradadır. Orada otururuz. Saat 7'de resepsiyon başlar. Saat 9'a kadar devam eder.

-Ama başka bir şey daha yazıyor.

-Geliyorum oraya. Ayakta konuşuruz. Sorarlar, ya ekonomi nasıl, nasıl görüyorsunuz, Türkiye'nin durumu nedir? Bunu bana başbakan da sorar, muhalefet de sorar. Özden Örnek de sorar. Geliyordu derken, ben gidip de ona ben geldim. Sana şu bilgiyi veriyorum diye böyle bir şey yok. Orada ayakta konuştuğumuz sözler bunlar.

-Yılda bir tane 30 Ağustos var. Örnek, "bana yılda iki kez geliyor" diye yazmış.

-Deniz Kuvvetleri'ne şunun için gittim. Deniz Kuvvetleri malını hep yurtdışından alıyor. Bununla ilgili biz gelin bir sergi açalım dedim. Hangi malzemeleri alıyorsunuz bunları sergileyelim. Ben de işadamlarını çağırayım. Çünkü denizaltı parçaları yapılıyor. Aşağı yukarı bunlar bir buçuk milyar dolarlık mal alıyorlar yurtdışından. Bunlara da biz karşıyız. Ona bu konuyu konuşmaya gittim. Tamam yapalım o zaman dediler. Ve Özden Örnek temelini attı, o ayrıldıktan sonra, ondan sonra gelen komutanlarla biz sergi yaptık. Bütün medyaya yansıdı bu sergi. Deniz Kuvvetleri'nin ne kadar sarf malzemesi varsa kocaman salona serdik. Ostim esnafını çağırdım. 1500 tane esnaf. Her parçanın başında bir subay var. Sergi on gün açık kaldı. O subay on gün orada bekledi. Bir parçanın başında. Benim tezgahtar, imalatçı arkadaşım o parçayı aldı. Fabrikasına, imalathanesine götürdü. Dökümünü yaptılar. Ürettiler. Bir hafta boyunca. Portföye aldık. Yani bu malzeme lazım olursa Ankara'da Ostim'de Albayrak dökümde var bu malzeme denildi. Ve biz sırf o sergide 30 milyon dolarlık mal sattık.

-Bu mudur yani Özden Örnek'le sohbet konusu?

-Özden Örnek ile, gittiğim zaman ya Türkiye'nin durumu çok kötü. Gidiş iyi değil. güneydoğuda insanlar kudurmuş vaziyette. Kavgalar, dövüşler devam ediyor. Ekonomi bıçak sırtında. Halk perişan. Kredi kartı ödeyemez duruma gelmiş vatandaşlar. Bunları konuşuyoruz.

-Özden Örnek'e göre DEP milletvekillerine mukabele olarak sizin örgütlediğiniz bir grupla emekli yarbay Korkut Eken'in hapishaneden çıkış gününde büyük bir tören yapacakmışsınız.

-Hiç öyle bir şey yok. Ben yokum ki orada. O yazıyor böyle.

-Sizin orada olmamanızın önemi yok ki, töreni siz organize etmişsiniz.

-Hayır. Korkut Eken'in tahliyesini ben televizyonda izledim. Çıktı, beresini taktı, işaretler yaptı. Ben eğer o gün müsait olmuş olsaydım giderdim Korkut Eken'i karşılamaya. Hiç bunda beis yok.

-Darbeciler sizden hiç yardım almadılar mı?

-Benim darbe ile ne işim var? Ben darbelerden çok çektim. 28 Şubat sürecinde bütün arkadaşlarım, eşimi dostumu hepsini fişlediler. Bunu yapanlara bir şey olmadı. Yapmaya teşebbüs edenleri alıyorlar. Kim darbeye teşebbüs ettiyse Allah belasını versin.

-Allah Ergenekon'un da belasını versin mi?

-Versin. İddianamede okuyorum. Adamlar yazmışlar. O Sarıkız'da, faydalanılacak kişiler. Sinan Aygün, Rifat Hisarcıklıoğlu, Zafer çağlayan. Bir sürü isim var. Niye ben? Ne yaptım ben?

-14 gün boyunca Şener Eruygur ve Hurşit Tolon'la beraber kaldınız. Sorsaydınız onlara?

-Yoo, hiç konuşmadık bile bunları. Niye sorayım?

-Ayol sizleri darbeci diye içeri atıyorlar. Nedir bu iş? Benim adımı niye karıştırdınız diye sormaz mı insan?

-Hiç sormadım. Bir dakika. O zaman adımın karışmışlığı yok ki. 14 Temmuz'da tahliye oldum. On bir ay sonra iddianamede gördüm ben adımın karıştığını.

-Hayır ama "üçümüzü bir araya getiren nedir" diye merak etmez mi insan?

-Hayır hiç konuşmadık. Onlar da zaten anlamıyorlardı ne olduğunu. Darbe planı yaptıklarını ben aylar sonra iddianameden öğrendim. Ben Sarıkız'ı, Ayışığı'nı, Eldiven'i hiç duymadım daha önce mesela.

-İddianameden öğrenince ne düşündünüz? Keşke şunların bulaşıklarını yıkamasaydım dediniz mi?

-Öyle bir şey demedim. İnsanca bir davranıştı. Orada bir ordu komutanlığı yapmış, kuvvet komutanlığı yapmış, hayatında bulaşık yıkamamış bir insana uygundu benim yıkamam. Yaşlı, zatı muhterem olarak gördüm. Aileden aldığım terbiye. Tabii iddianameye bakarsan, böyle bir teşebbüsleri olduğu yazıyor. Eğer doğruysa bu iddialar, lanet olsun diyorum.

-Sizin 14 gün sonra serbest bırakılmanızın nedeni, bildiğiniz çok özel şeyleri ilgili savcıyla paylaşmanız mı oldu?

- Zinhar yalan. Zekeriya Bey'i bir kez ifade alınırken gördüm. O da bana çok nazik, çok beyefendice davrandı. Hatta ben ona abi abi diyorum. Abi şöyle oldu, abi böyle oldu. Avukatım dedi ki, müdahale edeceğim. Sinan Bey abi demesin. Zekeriya Bey de "Önemli değil, birkaç sefer işim oldu. Benim işimi Sinan bey gördü" dedi. Bana döner ekmek ısmarladı savcı.

-Sağlıklı gidiyor mu sizce mahkeme?

-Gidiyor, herhangi bir şey yok. İnsanlar rahat rahat ifadelerini veriyorlar. Kimse kısıtlama getirmiyor. İsteyen istediğini konuşuyor. İsteyen istediği gibi bağırıyor. Eylemler yapılıyor.

-Bunun tersi de söyleniyor. İnsanların savunma hakları elinden alınıyor gibi.

-İnsanlar konuşuyor orada. Adamın savunması bitmiş, adam yine konuşuyor. İzliyorum orada. Kimseye sen sus, yeter kardeşim otur denmiyor.

-Gidip orada bulunmak zorunda mısınız?

-Zorunda değilim ama mahkemeye olan saygımdan gidiyorum. Ben de savunma yapacağımdan antreman oluyor. Nasıl yapılır, nerede durulur, el nasıl konur?

-Enis Berberoğlu'nun yazdığı bir haber var. Sizin telefon konuşmalarınız var. Ak Parti'nin kapatılma döneminde. Yaşar Büyükanıt ile Cemil Çiçek arasında haber getirip götürüyorsunuz.

-Onu söylemem. Onu söyleseydim cezaevine girmezdim zaten. Savcı da sordu söylemedim, hakim de sordu söylemedim.

-Niye yaptığınız bir şeyi anlatmıyorsunuz?

-Dostlarım zarar görür.

-Hangi dostunuz? Büyükanıt mı, Çiçek mi?

-Çiçek. Bizi darbecilikle suçluyorlar. O sırada Ak Parti'nin kapatılacağı kesin.

-Neye göre kesin?

-1 milyon 523 tane Ak Parti'nin kapatılacağının makalesi vardı elimde. Kapatılmayacak diyen var mı?

-Gazeteciler mi karar veriyor buna?

-Bol toto oynuyorlar. Hasan Celal Güzel karar sekize üç kapatılma yönünde çıkar diyor. örneğin. Saadet Partililer Ak Parti kapatılacak, diyor. AKP'liler ak parti kapatılacak, diyor. Hepsinin haberleri var. Söyleyen adamlar ciddi. Biz ne yapıyoruz? Bu parti kapatılacak. Bir kaos çıkmasın diyoruz. Yirmi kişi, otuz kişi cezaevine girecek. Ama yine Ak Parti devam edecek. Düşünün o günkü atmosferi. Biz ne yapıyoruz? Ak Parti'nin devamı devam ederken de istikrarlı hükümet devam etmesinin yollarını arıyoruz.

-Hükümetin yoluna sağlıklı devam etmesi sizin üzerinize vazife mi?

-Hükümet başsız kalsaydı ne olurdu o gün? Çok kötü şeyler olurdu. Bu ülkenin vatandaşıyım. Ve bir sivil toplum örgütünün başkanıyım. Her zaman istikrardan yanayım. Hükümetsiz kalmak bir ülkeyi ne hale getirir? Döviz piyasası, dolar piyasası, para piyasası

-Yaşar Büyükanıt niye sizi seçti bu mesaj trafiğinde?

-Onları ona soracaksınız. Cemil Çiçek'e sorun.

-Yaşar Büyükanıt ile dostluğunuz neye dayanıyor?

-Protokoldan. Yemeklere, kokteyllere, açılışlara. Korgeneralken tanıdım Yaşar Büyükanıt'ı. Özel oturup baş başa bir kere yemek yemişliğim yoktur benim.

-Cemil Çiçek?

-Cemil Çiçek yirmi senedir dostumdur, abimdir. Çok severim kendini.

-Peki bu konuşmalar bir işe yaradı mı?

-Ak Parti kapatılmadı ki yarasın. İddianamede cumhurbaşkanının da benden ricası var, parti kapatılmasın diye. Onu niye görmedin?

-Abdullah Gül'ün mü?

-Abdullah Gül'ün, evet. İki tane tanıdığı var Anayasa Mahkemesi'nde. Aman onlarla görüş de, parti kapatılmasın diyor iddianamede.

-Yaptınız mı bunu, görüştünüz mü?

-Hayır. Çünkü ben partinin kesin kapatılmayacağını biliyordum.

-O arkadaşlarınızla görüştüğünüzde mi öğrendiniz bunu?

-Hayır hayır. Kamuoyundan öğrendim. Türkiye'nin konjonktürü açısından öğrendim.

-Biraz evvel dediniz ki kamuoyuna göre kapatılıyordu. Şimdi kapatılmayacağını kamuoyundan öğrendim diyorsunuz.

-Bir gazetenin yazmış oldukları var. Bir de benim Ankara politikası olarak gördüklerim var. Cumhurbaşkanı bir kitap attı, Türkiye ne hale geldi. Kitaptan dolayı oldu deniyor. Anayasa mahkemesi Ak Parti'yi kapataydı, döviz iki buçuk, üç milyon lira olaydı Türkiye'de tam bir kaos ortamı olurdu. Bunun müsebbibi Anayasa Mahkemesi olurdu. O yüzden her ne kadar medya bunun kapatılacağı yönünde görüş bildiriyor, yönlendirme yapıyorsa da Ankara'da aldığımız koku bunun kapatılmayacağı yönündeydi.

-Siz Yaşar Büyükanıt'a gittiğinizde aman efendim kapatılmasın. Türkiye mahvolur mu dediniz?

-Ona yakın bir şey söyledim.

-O ne dedi?

-Biz bu işlere karışmayız, dedi. Biz siyasete karışmayız dedi.

-Siz de bir kahkaha attınız herhalde.

-Bu konu bu kadar. Kimseye konuşmadım bu konuda. Enis Berberoğlu bile yazdı, yok dedim böyle bir şey. O zamanki konjonktürde öyle söylemem gerekiyordu. Ortalığı daha karıştırmanın alemi yok. Biz Ak Parti düşmanı değiliz. Ak Parti'nin politikasına karşıyız.

-Kapatılmamasında sizin de rolünüz var mı?

-Hayır. Hiçbir rolüm yok benim kapatılmamasında. Benim kapatılırsa Türkiye'nin başsız kalmaması konusunda düşüncelerim vardı.

-Kim olacaktı baş?

-Bilmiyorum.

-Cemil Çiçek ile konuştunuz ya bunu.

-Cemil Çiçek benim dostum. Diğer AKP'lilerle de diyaloglarım çok iyiydi. Beni bir tek Sayın başbakan sevmedi. Abdullah Gül 94'ten beri benim dostum.

-Cemil Bey bu mesaj trafiğini herhalde başbakana iletmiştir.

-Hiç ondan sonra ben Cemil abi ile bu konuyu konuşmadım. Kapattım gitti o konuyu. Bizim o günkü yaptığımız kaos çıkmasın. Benim de yatırımlarım vardı. Herkes yatırım yapıyor, herkes dövizle borçlanmış vaziyette. 170 milyar dolar özel sektörün borcu vardı. Döviz bir lira artsa Türk özel sektörünün borcu 170 katrilyon artardı. Çok büyük bir kaos çıkardı. Ve Türkiye bu sefer 2001 krizinden çok daha kötü bir krize yakalanırdı. Çünkü 2001 krizinde Türk özel sektörünün borcu çok azdı. Şimdi çok fazlaydı. Bizim yaptığımız orada sadece istikrarı devam ettirmek anlamında çalışmalar. Hepsi bu.

-Son soru. Partisine kızan MHP seçmeni CHP'ye mi oy verir? Ak Parti'ye mi?

-MHP'liler, CHP'yi daha yakın görürler. Çünkü MHP'yle CHP'nin söylemi aynı. Tayyip Bey'in Kürt açılımına CHP de tepki gösterdi, MHP de. MHP de AKP'nin ekonomi politikalarına tepki gösteriyor. CHP de. MHP'nin oyları AKP'ye gitmez, MHP'nin oyları CHP'ye gelir. Ama MHP'nin bir baraj sorunu yoktur. Onu da kesin görebiliyorum.

-Ak parti iktidarı yerine MHP-CHP koalisyonunu tercih edersiniz yani.

- Tabii ki ederim. Seve seve ederim. Hiç düşünmem.

ZAMAN

YORUMLAR 18
  • remzi zengin 12 yıl önce Şikayet Et
    chpye yakisiyor. roportaji okudum , tam chpye yakisiyormus, AKP ye girmesi icin 40 ambar ekmek yemesi lazim
    Cevapla
  • MESUT SERİN 12 yıl önce Şikayet Et
    eğer sen doğru isen. yakında chp den seni postalarlar.milliyetçi muhafazakarların chp de kan uyuşmazlığı sorunu var sayın aygün.
    Cevapla
  • haydar zulfikar 12 yıl önce Şikayet Et
    Ergenekonda görevli birisidir. Sırf CHP ergenekonla paçayı kurtarmak için bu adamı siyasete atamıştır. Keser döner sap döner bir gün gelir hesap döner
    Cevapla
  • tuncay tezel 12 yıl önce Şikayet Et
    SENİN ÇEKMECENDE DARBECİLİK KİTABI VAR DARBECİLİK. Ergenekonunla neler karıştırdığını hukuk ortaya koyar elbette. Chp seni kurtarmak için değil, Ergenekondan kendini kurtarmak için seni aday yaptı. Türk milleti 74 milyondur. 74 milyon kenetlenmiş çelikten dağdır. Kandıramaycaksınız bu milleti. Korkun bu maneviyatlı milletten korkun. Çekmecendeki Kuranı Kerimi bu millet sana okuyacak, içindekileri sana öğretecek merak etme.
    Cevapla
  • tuncay tezel 12 yıl önce Şikayet Et
    ERGENEKON DESTEĞİYLE ADAM OLMAYA, SİYASET YAPMAYA, ÜLKEYİ YÖNETMEYE, KENDİ REJİMLERİNİ KURMAYA ÇALIŞANLAR. Türk Milleti yemin etti, Ergenekonu sandıkta bekliyor. Sinan Aygün, diyelim seçildin. Yine de bu millet senin Ergenekonunu asla unutmayacak. Asla!
    Cevapla
Daha fazla yorum görüntüle
DİĞER HABERLER
Ebediyete uğurlanmak üzere memleketine gönderildi: Anadolu irfanının temsilcisiydi
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ABD ziyareti ertelendi!