Münzevi bir yıldız: İbni Haldun

Fransız araştırmacı Yves Lacoste, İbni Haldun: Tarih Biliminin Doğusu isimli çalışmasında Ortaçağ'dan bu yana Batılı düşünürlerin dikkatini çeken İbni Haldun'la ilgili literatürü ve onun tarih bilimine katkılarını yeniden değerlendiriyor.

Münzevi bir yıldız: İbni Haldun
Münzevi bir yıldız: İbni Haldun
GİRİŞ 28.11.2012 16:14 GÜNCELLEME 28.11.2012 16:14

Fransız araştırmacı Yves Lacoste, İbni Haldun: Tarih Biliminin Doğusu isimli çalışmasında Ortaçağ'dan bu yana Batılı düşünürlerin dikkatini çeken İbni Haldun'la ilgili literatürü ve onun tarih bilimine katkılarını yeniden değerlendiriyor.

Cemil Meriç, İbni Haldun'u, "karanlıkta münzevi bir yıldız"a benzetir. Haklıdır. Onun çalışmalarını sistemli bir biçimde sürdürebilecek, tarih bilimine yaklaşımını kuramsallaş-tıracak çok önemli bir takipçisi çıkmadı. Modern tarih biliminde hâlâ geçerliliğini koruyan, Antik Yunan'la yan yana duran ve "toplumların tarihi" ile ilgili orijinal bir şey söyleyebilmiş büyük bir âlimden bahsediyoruz. Yves Lacoste'un İbn Haldun: Tarih Biliminin Doğuşu isimli çalışması, bu bakımdan Tunuslu tarihçiye hakkını veriyor. Lacoste, Ortaçağ'dan bu yana Batılı düşünürlerin dikkatini çeken İbni Haldun'la ilgili literatürü parçalıyor ve onun tarih bilimine katkılarını yeniden değerlendiriyor.

'ÇÖKÜŞ DÖNEMİ TARİHÇİSİ'

Kitabın iki temel soru etrafında ör-gülendiğini söyleyebiliriz: Doğu'nun ilerlemesi neden durdu? Batı, 19. yüzyılda nasıl dünyanın hâkimi olabilmişti? İlk soruya iktisadî bir cevap vermek mümkün: Portekizlilerin ve Hollandalıların dünya ticaret yollarını değiştirmesi Doğu toplumlarını aniden şaşırttı ve ticaret Batılıların eline geçti. Politik bir cevap da verilebilir: Batılılar güçlü merkezî devletler inşa edebildi, Doğulular bunu başaramadılar. Bu cevaplar, genellemeci ve soyut kategorileri işaret ediyor. Oysa bir "çöküş dönemi tarihçisi" olarak İbni Haldun'un gözlem alanları çok daha çeşitliydi. Mesela "iç dinamikler" üzerinde yoğunlaşmıştı. Kuzey Afrika'daki toplulukların belli bir refah seviyesine ulaştıktan sonra neden yozlaştıklarını sor-guluyordu. Toplumları bir arada tutan dinamikleri araştırıyor, bunları hikmetle harmanlayarak bazı sonuçlara ulaşıyor, "modern" tarzda sorular soruyor ve şey'lerin doğasını gözlemleyerek bir çeşit "doğal tarih" anlayışını mümkün kılıyordu.

Lacoste, İbni Haldun'u "Batılı akıl" kabul ederek oryantalizme argüman üretmeye çalışanlara karşılık, onun tarihçiliği yanında filozofluğuna da vurgu yapıyor. Zira İbni Haldun, yalnızca iktisadî, sosyolojik meseleleri "diyalektik" bir biçimde ele almıyor, aynı zamanda İslamî ve ahlakî düzlemde toplumların yaşayış tarzlarını eleştiriyor-

du. Özellikle Osmanlı'nın duraklama devrindeki tarihçilere bakıldığında, İbni Haldun'dan bu ikinci yaklaşımın miras alındığını, iktisadî ve sosyolojik meselelerin genelde bir çeşit tetikleyici olarak görüldüğünü söyleyebiliriz. Oysa Tunuslu tarihçi, toplum-devlet ilişki-sindeki dinamikleri değerlendirirken her iki unsura da aynı ağırlığı veriyor ve yeni terimler üreterek bazı tanımlamalar yapıyordu.

Bu da, Lacoste'un altını çizdiği şekliyle, İbni Haldun'un "tarihin akışını" gözlemleme arzusunun bugün "modern" dediğimiz yaklaşımlara sezgisel bir biçimde vardığını gösteriyor. Öte yandan onu Antik Yunan'la sentezlenen bir İslam anlayışına, "Batılı İslam" denilen Endülüs ekolüne dâhil etmek de, Lacoste'a göre, kendine özgü tarih felsefesini hafife almaktı. İbn Rüşd, Farabî, İbni Sina gibi âlimlerden etkilenmişti ancak aktif siyaset tecrübesi onu daha deneysel bir bilgin yaptı. Pratikteki değişimleri iyi gözlemlemiş ve toplumun hızlı çöküşündeki iç sebepleri araştırmıştı.

TOPLUMLAR BÜYÜR VE ÖLÜR...

İbni Haldun, Kuzey Afrika'nın düşüşünü, şehirli hayatın yozlaştırıcılığına, kamu refahını önemsemeyen ve halk üzerindeki baskıyı artıran despotların varlığına, toplulukları birbirine bağlayan ve bu bağın taşıyıcısı olarak kurgulanan hükümdarın yanlış stratejilerine veriyor. Öte yandan, bunun bir "döngü" olduğundan dem vuruyor: Topluluklar büyür, serpilir ve ölür.

Ancak mesela 19. yüzyıla gelindiğinde Avrupa'nın sömürgeleştirici gücünün karşı konulamaz hale gelmesini, merkezî ulus-devletler konusunda bu kadar başarılı olabilmelerini, sömürgelerden getirilen "değer"lerin toplumu geliştirecek bir imkâna dönüştürüle-bilmesini bu "döngü" içinde anlayabilmek zor. Yves Lacoste'un buna cevabı basit:

Doğuda hiçbir zaman oluşmayan burjuva sınıfı. Üretim araçlarının serbest rekabet içinde olması, burjuva ve aristokrat sınıfının devlete alternatif bir güç teşkil etmesi Batı'da tarihi işletiyor. Marx'ın "tarihin en devrimci sınıfı" dediği burjuvazi (hatta genel olarak sınıf çatışması) Doğu'da hiçbir zaman olmadı. Bu da modernitenin getirdiği farklılaşmanın, Doğu'yla uyumsuzluğu meselesini ve "modernite krizi"ni tarihin ya da talihin yeni "döngü"sü olarak karşımıza çıkardı.

Kitapla İlgili Teknik Bilgi Ve Sipariş Şartları İçin Bu Linki Kullanabilirsiniz.....

KAYNAK: İLKNOKTA.COM
YORUMLAR İLK YORUM YAPAN SEN OL
DİĞER HABERLER
Şırnaklı damatla Ukraynalı gelinin düğününde servet takıldı
Cumhurbaşkanı Erdoğan: Kudüs'ü savunmak insanlığı savunmaktır