Kur'an öyle din adamlarına kınamış

Prof. Dr. İbrahim Hilmi Karslı'nın bu ayki yazısında çok önemli tespitlere imza attı.

Kur'an öyle din adamlarına kınamış
Kur'an öyle din adamlarına kınamış
GİRİŞ 29.03.2014 12:14 GÜNCELLEME 29.03.2014 13:28

 Din Yüksek İşleri kurulu üyesi İbrahim Hilmi Karslı Diyanet'in bu ayki dergisinde çok önemli bir konuya imza attı. 'Din Adamlarının Kutsallaştırılması' adını taşıyan yazıda din adamlarının kendilerini yaradan yerine koymalarının ve bu minvalde din dışı emirler verdiğini yazdı. Bunun Kur'an tarafından kınandığını söyleyen Karslı Peygamber'e bile itaatin makul çerçevede olmasından bahsediliyor.

İşte Hilmi Karslı'nın  'Din Adamlarının Kutsallaştırılması' adlı makalesi:

"Yahudiler hahamlarını, Hıristiyanlar da rahiplerini ve Meryem oğlu Mesîh'i Allah Teâlâ'dan başka rablar/tanrılar edindiler" (Tevbe, 9/31).

Tanrı-kul ilişkisi son derece hassas bir konudur. Her dininin öncüleri, üstatları vardır. Bunlar, kutsalla olan ilişkide insanlara aracılık yaparlar. Bu kimselerin, kutsalı istismar etme ihtimali daha fazladır. Çünkü bulundukları makamın sağladığı imkân ve fırsatlar vardır. Dolayısıyla bunları dünyevi çıkar ve kazanımlara tahvil etme riskini daima taşırlar.

"TANRI'NIN BAZI SIFATLARI DİN ADAMLARINA İZAFE EDİLİYOR"

Tanrı'nın bazı sıfatları din adamlarına izafe edilebilmektedir. Diğer bir ifadeyle bunlar tanrısal özelliklere sahip kimseler olarak kutsanabilmektedir. Aslında insanın, peygamber, veli, aziz vb. şahısları takdis etmeye yönelik bir zaafı da vardır. Bunun tarihte ve günümüzde çokça örneğini görebiliyoruz. Nitekim peygamberler ve din adamları, beşer üstü nitelikleri haiz kimseler olarak görülebilmiştir.

Kur'an, Ehli kitap din adamlarına önemli bir yer verir. Yahudi ve Hıristiyanların ruhanileri ile olan ilişkileri üzerinde durur. Tevhit hakikatinden sapmalarına, üstatlarını tanrılaştırmalarına ve böylece kutsalın sömürülmesine dikkatleri çeker (Tevbe, 9/34). Nitekim makalenin girişinde yer verdiğimiz ayet, bu açıdan oldukça önemli bir uyarıyı içermektedir.

"KUR'AN BU DİN ADAMLARINI KINAMAKTADIR"

Burada Kur'an, sadece "tanrılaşan" ve bu tür anlayışlara kapı aralayan din adamlarını kınamaktadır. Aynı zamanda bu sapmaların meydana gelmesine sebep olan, yani ruhanileri kutsallaştıran geniş halk kesimlerine de ağır eleştiriler yöneltmektedir.

Nakledildiğine göre, soylu bir Hıristiyan kabilesinden gelen Adî b. Hâtim, bir defasında, Tevbe sûresini okuyan Hz. Peygamber'in huzuruna gelir. Allah'ın elçisi bahsettiğimiz ayete gelince, okumasını keser. Adî b. Hâtim, 'Biz din adamlarına ibadet etmiyoruz ki' der. Bunun üzerine Hz. Peygamber şu cevabı verir: "Din adamları, Allah'ın helâl kıldığını haram, haram kıldığını helâl kılmıyorlar mı? Siz de bu konularda onlara uymuyor musunuz?' Adî b. Hâtim 'evet' diye cevap verir. Bunun üzerine Hz. Peygamber, 'İşte bu, onlara ibadet etmektir' der" (TirRmizî, "Tefsîr", IX).

EMİRLERİ TAPARCASINA YERİNE GETİRMEK...

Müfessir Hamdi Yazır, ayetle ilgili dikkat çekici bir açıklama yapar. Buna göre her hangi birini "rab" edinmiş olmak için, illa da onu bu adla çağırmak gerekmemektedir. Aksine, Allah'ın emrine uygun olup olmadığını hesaba katmadan, onun isteklerine uymak ve özellikle dinî konularda onu kural koymaya yetkili sanmak, bu anlama gelmektedir. Diğer bir anlatımla, ne söylerse söylesin ne emrederse emretsin doğru kabul etmek, ona uyduğu zaman Allah'ın emrine ters düşebileceğini düşünmeden hareket etmek, böylece emirlerini taparcasına yerine getirmek. İşte bütün bunlar onu "rab" yerine koymakla eşdeğer bir anlam taşımaktadır (M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, IV, 2511-2514).

Müslüman bir toplumda insanların, dinî ilimlere vakıf, dünyadan haberdar, ilmi ile amel eden, fazilet sahibi insanları üstat kabul etmelerinin yadırganacak bir tarafı yoktur. Burada yanlış olan, bir kimsenin, ifade yerinde ise, düşünce ve iradesini âlim kabul ettiği insanlara teslim etmesidir. Doğru olup olmadığına bakmaksızın onların düşünce ve emirlerine uymasıdır.

PEYGAMBERE İTAATDE BİLE UYARI

Bu bağlamda Hz. Peygambere biattan bahsedilen ayette, ona itaatin ancak meşru ve makul çerçevede olması şartının ileri sürülmesi dikkat çekici değil midir? (Mümtehine, 60/12). Yine Allah'ın elçisi ile ilgili böyle bir ayrıntıdan bahsediliyorsa, âlim ve üstatlar konusunda daha dikkatli olmak gerekmez mi?

Üstadın ileri sürdüğü her düşünce ve yaptığı her davranışın doğruluğu konusunda bir gerekçe bulma çabası veya "Onun yaptığının mutlaka bir hikmeti vardır" yaklaşımı sağlıklı bir tutum değildir. Çünkü yarın hesap gününde herkes kendi yaptıklarından sorumlu tutulacaktır. Şu halde âlim de olsa insan esas alınarak hakikat belirlenmemeli, ancak hakikat esas alınarak düşünceler, tavırlar belirlenmelidir.

Ehl-i Kitap din adamlarının kutsanması konusunda da şunlar söylenebilir: Yahudiliğin Rabbani geleneğinde din adamının maddî ve manevî güçlere sahip olduğu kabul edilir. O, Tanrı ile iletişim kurabilir. Bu potansiyeli ile Rabbiler, insanların maruz kaldıkları kötülükleri giderebilir. Yine o, insanları fakirliğe ve kıtlığa düşürebilir veya ekinlerin bereketine vesile olabilir. Ayrıca o, meleklerle hatta ölülerle dahi iletişim kurabilir.

Hz. İsa'ya ilk inananlar yalnızca Allah'a ibadet ediyorlardı. Ancak sonrakiler, sıkıntılı zamanlarında azizlerden yardım talebinde bulundular. Yine azizler, olağanüstü hallere sahip ve şefaat yetkileri bulunan kimseler olarak kabul edildi. Protestanlar hariç, diğer Hıristiyanlar bu tazime devam ettiler. Bela ve musibetlerde azizler kendilerine dayanılacak kurtarıcılar olarak görüldü. Katolikler Papayı masum kabul ettiler. Dolayısıyla onun emirlerine itaati de dinî bir vecibe saydılar.

TEVHİDE ÇAĞIRANLAR ENGEL OLUYOR

Görüldüğü gibi Ehl-i Kitap din adamları, doğru olup olmadığına bakılmaksızın hükümlerine itaat edilen, aşırı yüceltilen, dilediklerini affeden veya ilahi lütuftan mahrum bırakan, kendilerine sığınılan, tabiatüstü güçlerle iletişim kuran kutsal kimseler olarak görüldü (Geniş bilgi için bk. İbrahim H. Karslı, Kutsal Kitaplara Göre Din Adamı, Ankara 2010).

Burada yapılan tespitler, köken itibariyle tevhit dini olan bu dinlerin sonraki asırlarda uğradıkları sapmayı göstermek açısından oldukça dikkat çekicidir. Çünkü tevhide çağırması gereken din öncüleri tevhidin önünde engel haline geldiler. Dolayısıyla ayetin ortaya koyduğu gerçek, sadece tarihi bir tespit olarak değerlendirilmemelidir. Aksine burada son dinin mensuplarına da oldukça önemli uyarılar yapılmaktadır.

Şu halde Müslümanların, geçmiş din mensuplarının düştüğü bu hatalara düşmeyecekleri konusunda bir garantileri yoktur. Aksine tarihte yaygın bir şekilde yaşanan bu gerçekliğin ortaya koyduğu tehlike, Müslümanlar için de söz konusudur. İslam'ın temel kaynaklarının sahih bir şekilde elimizde bulunması, Müslümanların bu tür sapmalardan korundukları anlamına gelmez.

Mezhepler tarihi şunu açıkça göstermektedir: Sapmalar, düşüncede, inançta başlamakta, zamanla mesnetsiz yorumlarla bir şekilde bunlar meşrulaştırılma yoluna gidilmektedir. Sonraki nesiller de bütün bunları dinin aslındanmış gibi algılamaya, düşünce duygu ve pratiklerini de buna göre belirlemeye başlamaktadırlar.

Günümüzde bazı mezhep ve tarikatların kendi imam ve üstatlarına bir takım beşer üstü nitelikler izafe ettikleri görülmektedir. Günahtan korunmuş olması (masum), zorluk anında müridin imdadına yetişmesi, kalpten geçeni bilmesi, misal ve melekût âlemiyle irtibat kurması, tabiatta tasarruf sahibi olması bunlar arasında zikredilebilir. Yine günümüzde bir takım şahıslarla ilgili mehdilik iddiaları sıkça konuşulan konulardandır. Bütün bunlar, Ehl-i Kitap din adamları bağlamında burada yapılan uyarıların ne denli anlamlı olduğunu bizlere göstermektedir.

YORUMLAR İLK YORUM YAPAN SEN OL
DİĞER HABERLER
İsrail'den hadsiz paylaşım! Erdoğan'ı hedef aldılar! Türkiye'den çok sert tepki
Nedim Şener kulis bilgisini verdi! Yargıtay DEM Parti için harekete geçti