'İslamcı medeniyet' polemiği

Gerçek Hayat'ta yazmaya Başlayan İbrahim Paşalı'nın 'İslam medeniyeti'ni diline dolayan yazarlar'ı eleştirmesi yeni bir polemiğe neden oldu. Paşalı'ya cevap gecikmedi:

'İslamcı medeniyet' polemiği
'İslamcı medeniyet' polemiği
GİRİŞ 23.03.2007 15:40 GÜNCELLEME 23.03.2007 15:40

Gerçek Hayat dergisinde yazmaya başlayan İbrahim Paşalı'nın 'Sözde İslamcılığın Yeni Gözdesi: İslam Medeniyeti' başlıklı yazısı polemik konusu oldu. Paşalı yazısında 'İslam medeniyeti kavramını diline pelesenk eden' yazarları eleştirdi.


“Üstadlarımızın birbiriyle kavga ettirilmesine son vermek amacıyla, hepsinin aynı binanın bir parçası olduğunu söyleyen yazar, aynı yazısında 'çatı'yı gençlerin kuracağını, umudunu anlatıyordu... Ortada bir 'saray' yokken, Noam Chomsky, Edward Said, Immanuel Wallerstein, Jean Baudrillard ve benzerlerinin ağzına bakarak cümle kurmak, okuyucu nezdinde itibar arttırsa da zaman kaybıdır” diyen Paşalı, eleştirdiği tutumla kimleri kastetdiğini açıkça zikretmedi ancak yaptığı tarif adresi buldu.


Yazıyı okuyan İslami kesimden hemen herkes yazıdaki hedefin çoğul değil tek bir kişi olabileceği görüşünde birleşince gözler 'İslam medeniyeti kurma' eksenli yazılarıyla bilinen Yeni Şafak Yazarı Yusuf Kaplan'a çevrildi.


Yusuf Kaplan da çevresinden gelen 'seni kastedmiş' tepkileri üzerine Paşalı'ya bugünkü yazısında cevap verdi. Kaplan, Paşalı'ya özetle 'Önce beni anla, sonra yaz' dedi.


Yusuf Kaplan'ın yazısı


Tasvir'den tarif'e: İki dil ihtiyacı


“Ara kuşak”ın önemsediğim ve ilgiyle izlediğim yazarlarından sevgili İbrahim Paşalı kardeşim, Gerçek Hayat dergisinde yazmaya başladı. “Sözde İslamcılığın Yeni Gözdesi: İslam Medeniyeti” başlıklı ilk yazısında, genelde İslâm medeniyeti'ni ulu orta dillerine pelesenk eden, özelde ise medeniyet idraki problemli olan yazı, yazar ve yaklaşımları tartışıyor.

Paşalı, yazısını yazar ismi vermeden kurmuş; ama –yine isim vermeden- bana göndermeler yapıyor. Nitekim, Paşalı'nın yazısını okuyan pek çok arkadaş ve okuyucu, “Paşalı seni eleştirmiş” şeklinde tepkiler verdi. Sevgili Asım Gültekin kardeşim de bu haftaki yazısında Paşalı'nın beni mi kastettiğini soruyor; eğer beni kastetiyor idiyse, bunu açıkça belirtmesinin daha şık olacağını söylüyor.

Benim yazdıklarımın tartışılması ve eleştirilmesi beni sevindirir: Yazdıklarımı ve kendimi gözden geçirmeme imkân tanır; bu eleştiri ve tartışmadan bir rahmet, bir bereket, bir musahabe ve bir muhasebe doğar; böylelikle “müştereken” bariyerleri aşmamız, yeni koridorlar açabilmemiz imkân dahiline girer, diye düşünürüm

Zaten en çetin açmazlarımızdan biri, esaslı bir eleştiri geleneğimizin olmayışıdır. Eleştiri, “akademik bir terbiye”yi gerektirir: Eleştirdiğiniz kişiyi, metni ya da söylemi, iyi tanımanız birinci şarttır. Eleştiri konusu yaptığınız konuyu, o konuda ortaya konan birikimi, o konunun temel sorun alanlarını, temsilcilerini, söylemlerini bilmeniz de ikinci şarttır.

Paşalı'nın, hem medeniyet idrakinin ne'liği, hem de yeni bir medeniyet tasavvurunun nasıl geliştirilebileceği konusunda bazı temel meseleleri -kanımca- iyi özümsemeden bu yazıyı yazdığı anlaşılıyor.

Mesela şöyle diyor Paşalı: “Her kelimenin sonuna 'medeniyeti' kelimesi getirilerek... medeniyet tasavvuru inşa edilemez... Batı medeniyeti karşısında İslam medeniyetini savunurken, yine Batılı düşünürlerle modern dünyayı eleştirmek, söylediklerimiz doğru olsa bile Müslüman filozoflardan ve onların medeniyetinden ne kadar uzak düştüğümüzün, sözde İslamcılığın ilanıdır.” “Üstadlarımızın birbiriyle kavga ettirilmesine son vermek amacıyla, hepsinin aynı binanın bir parçası olduğunu söyleyen yazar, aynı yazısında 'çatı'yı gençlerin kuracağını, umudunu anlatıyordu... Çatıyı kurmak gençlere kaldıysa...” diye devam ediyor ve şunları söylüyor: “...Ortada bir 'saray' yokken, Noam Chomsky, Edward Said, Immanuel Wallerstein, Jean Baudrillard ve benzerlerinin ağzına bakarak cümle kurmak, okuyucu nezdinde itibar arttırsa da zaman kaybıdır.”

Paşalı'nın gözlemleri, onun, benim söylediklerimi anlamadığını ve anlama çabası göstermediğini gösteriyor.

Paşalı, kendi kozmolojimizi, dolayısıyla kendi cümlelerimizi kurmamız ve İslâm medeniyetinin temellerini, yerde değil, göklerde aramamız gerektiğini söylerken, çok esaslı iki noktaya dikkat çekiyor. Bunları ben zaten yıllardır bu sütunda söyleyip duruyorum. Paşalı, bunları gör/e/memiş olamaz. O zaman, Paşalı, neyi, niçin eleştiriyor öyleyse?

Paşalı, eğer benim zikredilen düşünürlerin ağzına bakarak cümle kurduğumu, hatta bir medeniyet tasavvurundan sözederken bunu Batılı düşünürlerden yola çıkarak geliştirmeye çalıştığımı söylüyorsa, söylediklerimi incelemeden, bir bütün olarak gözönünde bulundurmadan konuşuyor demektir; ki bu, eleştiren kişinin eleştirisini buharlaştırır.

İkincisi, gençlerden sözederken, rastgele bir şeyden sözetmiyorum: Hz. Peygamber'in kişiliğinde âlim, ârif ve hakîm figürü'yle özetlediğim, son örneğini Beiüzzaman'ın oluşturduğu, bugüne kadar fena hâlde ihmal edilen bir öncü varoluş kuşağının hazırlanmasından sözediyorum ve bu konuda da gücümün üstünde çaba safettiğimi bilenler biliyor. Ayrıca bugüne kadar yapılageldiği gibi sadece mürit yetiştirme kaygısını kırarak, gençleri önemseyip, gençlerin “elinden tutmak”, onların böyle bir ruha ve donanıma sahip olmaları için “belli bir program dahilinde” bir şeyler yapmak için çırpınıyor olmak, eleştirilecek bir şey midir, desteklenecek bir şey mi?

Üçüncüsü ve en önemlisi de şu: Şimdiye kadar sadece tasvir yapabildiğimizi gözlemliyorum; hem kendimize, hem de bizim dışımızdaki dünyaya ilişkin esaslı bir tarif çabası ve birikimi ortaya koyabilmiş değiliz. Bu yakıcı meseleyi ve hangi bağlamda ve niçin zaman zaman Batılı düşünürlere gönderme yaptığım meselesini Salı günkü yazıda tartışacağım.







İBRAHİM PAŞALI'NIN YAZISI GERÇEK HAYAT'TAKİ YAZISI


Sözde İslamcılığın Yeni Gözdesi: İslam Medeniyeti


Her kelimenin sonuna 'medeniyeti' yaması getirilerek, İslam şehirleri hakkında gezi yazıları yazarak medeniyet tasavvuru inşa edilemez, olsa olsa medeniyet hayali kurulur. Batı medeniyeti karşısında İslam medeniyetini savunurken, yine Batılı düşünürlerle modern dünyayı eleştirmek, söylediklerimiz doğru olsa bile Müslüman filozoflardan ve onların medeniyetinden ne kadar uzak düştüğümüzün, sözde İslamcılığın ilanıdır.


Ne zaman Türkiye'de devletin tepesindeki yetkililerden biri konuşsa, ülkeme bahar gelir, köşe yazarları çiçek açar: 'Aslında ne demek istedi?', 'Konuşmanın deşifresi' ve benzeri başlıklar, ancak takvimlerde rastlayabileceğiniz güzel yol fotoğrafları gibi iddialı bir şekilde uzar gider önümüzde. Takvimdeki yollardan, bu yazılardan bir yere ulaşmak mümkün değildir. Bu başlıkların, bu yazıların, bu yolun bizi ulaştıracağı yer: Açık seçik konuşmayı öğrenmemiz gerçeğidir! Londra Türkçesiyle izah etmek gerekirse; de-şifre etmek, de-forme etmektir. Her gazetenin aynı konuşmadan farklı şeyler anlaması, 'konuşma'yı deşifre ediyorum derken, konuşmayı deforme etmesi sebebiyledir.


Ne zaman Türkiye'de milletin tepesindeki muhaliflerden biri konuşsa, ülkeme sonbahar gelir, köşe yazarları yapraklarını dökerler: 'Osmanlı işgalci miydi?', 'Niçin geri kaldık?', 'İslam medeniyeti sevgi medeniyetidir' gibi başlıklar, ancak takvimlerde rastlayabileceğiniz manzara fotoğrafları gibi duvarlarda yerini alır. Tartışmalar, fırtınalıdır; deliller, yapraklar misali uçuşur havada... Yapraklar dökülür, sonra sessizlik misali kar gelir, her şeyi kaplar. Yeni bir şeyler söyleyemedikten, yeni yollar bulamadıktan sonra aynı şeyleri konuşmanın gereği yoktur; karlı bir fotoğrafa bakmak, sessizlik en iyisidir. Fransa, Ermeni soykırımı kanunu çıkarıyor diye Cezayir'deki katliamları hatırlamak, Ermenilere cevap yetiştirmek için Osmanlı arşivlerine sarılmak, Batı'yı eleştirmek için Bosna'daki soykırımı anmak, yoldan çıktığımızın, bir yere varamadığımızın ve böyle bir yere varamayacağımızın delili olarak yeter. Omzumuzla kulağımız arasına sıkıştırdığımız telefon, bir elimizde kalem, mutfakta not kâğıdı ararken, takvim yapraklarını süsleyen o resimlerin, o iddialı yazıların kenarına bozuk el yazısıyla telefon numarası yazılır. O telefon numaralarını arayarak, yolu bulmamız, oralardan bir haber almamız mümkün müdür?...


Telefonun öteki ucundayım, sizi arayan benim ve merak etmeyin bana fatura yazıyor: Neredeyse her kelimenin sonuna 'medeniyeti' yaması getirilerek, İslam şehirleri hakkında gezi yazıları yazarak medeniyet tasavvuru inşa edilemez, olsa olsa medeniyet hayali kurulur. Hakikatin iki doğurgan kızı olan hayal ve gerçek, kardeş olmalarına rağmen birbirlerine hiç benzemez, bütün kız kardeşler gibi sürekli kavga ederler. İnsan, İslam medeniyetinin sesi olduğunu zannederken, gerçek saçını çeker, canını yakar: Batı medeniyeti karşısında İslam medeniyetini savunurken, yine Batılı düşünürlerle modern dünyayı eleştirmek, söylediklerimiz doğru olsa bile Müslüman filozoflardan ve onların medeniyetinden ne kadar uzak düştüğümüzün, sözde İslamcılığın ilanıdır.


Hayal ve rüya arasındaki daracık sokaktan varacağımız yer: Hâlâ İslam medeniyetinin rüyalarını görebilen ve rüyalarını bize anlatarak yolumuzu aydınlatan insanlara saygısızlık etmememiz gerçeğidir. İşaret fişeği gibi, kısa süreliğine de olsa gecemizi aydınlatan ve çok şeyi farketmemize vesile olan insanlar vardır. Genelde üstad diye hitap edilen bu rüya şahsiyetler, bir bardak su misali her daim başucumuzda olmalıdır. Fakat unutulmamalıdır ki işaret fişekleri, insanı bir yere götürmez, götüremez. Hâlâ 'oturduğumuz yerden' İslam ve medeniyeti üstüne konuşmamız bundandır.


Üstadlarımızın birbiriyle kavga ettirilmesine son vermek amacıyla, hepsinin aynı binanın bir parçası olduğunu söyleyen yazar, aynı yazısında 'çatı'yı gençlerin kuracağını, umudunu anlatıyordu. Nereden bakarsak bakalım, bir harabeyle karşı karşıyayız: Üstadlarımız, bugüne kadar kubbeyi yerine koyamadıysa, 'çatı'yı kurmak gençlere kaldıysa, kubbe yerde demektir!
Kubbemizin, yani kendi kozmolojimizin olmadığını, ‘yerle bir edildi'ğini kabul etmek, başlangıç noktamız olacaktır. Ondan sonraki ikinci adım: İslam medeniyetinin temelleri yanlış yerde aranmaktadır. Bizim medeniyetimizin temelleri, toprağın altında değil göklerdedir. Yeryüzünün inşasına, gökyüzü düzenlenerek başlanmıştır. Filozof İmam Gazali, iddia edildiği gibi İbni Sina'yı 'pozitif bilim'in konusu olan konularda yerden yere vurmamıştır.


İslam medeniyetinden bahsedeceksek, 'saray'da her zaman gayrimüslim filozofların, teknokratların olduğu fikrine alışmalıyız. Fakat ortada bir 'saray' yokken, Noam Chomsky, Edward Said, Immanuel Wallerstein, Jean Baudrillard ve benzerlerinin ağzına bakarak cümle kurmak, okuyucuyu nezdinde itibar arttırsa da zaman kaybıdır. Siz saray ile manifesto kelimesini eş anlamlı kullanın; başkentimize layık bir (efkâr) sarayı kurmadan kurulan cümleler, eninde sonunda aynı denize dökülür, yitip giderler: gazete.


Gazeteleri bir kenara bırakıp, İslam medeniyetini konuşmaya, başkentleri-mizdeki saraylar hakkında kendi cümlelerimizi kurarak
başlayabiliriz: II. Abdülhamid'in de aynı bizim gibi ne Topkapı Sarayı'nın ne de klasik Türk müziğinin kıymetini bildiğini hatırlayarak mesela...

YORUMLAR İLK YORUM YAPAN SEN OL
DİĞER HABERLER
Dev derbi Avrupa'da manşetleri süsledi!
2013'ten bu yana sadece 1 dolar maaş alıyor! İşte CEO'ların aldıkları maaşlar...